illa içeceksin!

Türk mahallesinin kıyısında bir kasap dükkânı... İçeriye, henüz ahbap olduğum, mal dağıtan delikanlıyla beraber girdik. O depoya gitti, ben tezgahın önünde dikildim. Yapacak başka bir şey yoktu.

Kasap, Hollandalı bir müşteriyle ilgileniyordu. Onunla işini bitirince, nasıl yardımcı olabilirim, diye sordu. Felemenkçe... Arkadaşı bekliyorum, dedim ben de, gayet renksiz Türkçemle.

Beni ilk defa gördüğünden midir bilmem, sevindi. "Bir kola ikram edeyim, hoşgeldin."

Evet, kasap dükkânı ama Türkiye'dekilerden biraz farklı. İçeride bir meşrubat dolabı duruyor; hatta şekerlemeler bile var.

Yok, dedim. "Eksik olmayın, içmiş kadar oldum."

Abdullah (yeni arkadaşım hani) depodan çıkıp gelmişti bu sırada. Kasap bu defa ona hamle etti: "Abicim, al o dolaptan iki kola, hadi durma."

Yeniden girdim devreye. "Yok hocam sağolasın, bir sonraki sefere diyelim."

Peki, dedi kasap. "Bir sonraki sefere." Sonra yazarkasayı açtı. İçinden bir euro çıkarıp bana uzattı. "Bari şunu al, şu adamdan iki meşrubat içersiniz." Yaşlı bir Hollandalı'nın, dükkanın hemen önünde duran tezgâhını gösteriyordu.

Aldım parayı. Teşekkür ettim. Bugün Cuma, dedi kasap. "İçimden geldi yahu, illa benden bir şey içeceksin. Öyle ya da böyle."

Yaşlı Hollandalı'dan iki gazoz aldık. Ben içtim, Abdullah içmedi.

nerd saçı

Berberde sıra bekliyorum. Kadın erkek karışık bir dükkân... Üç kadın bir gay berber çalışıyor; seçme hakkınız yok, kim boştaysa saçınızı o kesiyor.

Önümdeki koltuk gay berberin. Saçları halihazırda kısacık olan bir delikanlıyı traş ediyor. Başlamadan önce çocuğa, nerd saçı mı istiyorsun, diye soruyor. Çocuk, yüzünü buruşturarak, tabii ki hayır, diyor. Omuzunu silkiyor berber de. Çok büyük bir şey kaçırdığını ima ediyor gibi.

Traşı hızlı bitiyor çocuğun. Sıra bende. Berber, başlamadan önce bana da, nerd saçı mı istiyorsun, diye soruyor. Tabii ki evet, diyorum. Gülüyor. Makasını şıklatıyor hevesle.

Sonra da, hayır istemiyorsun, sadece merak ediyorsun, deyip, kafasına göre kesiyor saçlarımı.

köprüde bir karşılaşma

Keisergracht'ın üzerinde bir köprüde beni durdurdu. Üstü başı perişandı, fena halde akşamdan kalma görünüyordu. Üstelik sadece dün akşamdan da değil. Sigara istedi, verdim. Teşekkür edip uzaklamıştı ki, dönüp, nerelisin, diye seslendi.

Türkiye, dedim. Koşarak geldi. Ben Belçikalı'yım, dedi. "Ama çok seviyorum Türkiye'yi."

İyi de, neden 'ama' diye sordum. Güldü. "Aması yok aslında, seviyorum Türkiye'yi, sevmeyeni de sevmiyorum."

Peki, dedim. "Bence sorun değil zaten."

"Bence sorun. O gıcık siyasetçiyi de dert etme ayrıca." İsmini aramış, bulamamıştı.

Eh, etmiyordum zaten. Peki, dedim yine. Uzanıp elimi sıktı. "Ben sizin yanınızdayım, o deli adamla da ilgilenirim."

Yok, dedim. "Aman, boşver."

Tamam o halde, diyip gitti.

sofraya doğru yol alıyorum

Yazar İsmail Pelit, bir önceki "Sarkozy Mezbahada" post'una uzun ve derin bir yorum bıraktı. Ufarak yorum linkinin içinde kaybolup gitmesin diye, buraya alıyorum. Benim bloga yorum bırakan pek yoktur (varın popülaritemi siz düşünün), ama işte bazen böyle güzel paslaşmalar da oluyor. Benim yazdığımın üstüne daha iyisini koyduğu için, İsmail'e de buradan teşekkür edeyim. İsmail Pelit'in güzel blogunu buradan takip edebilirsiniz. 


"siyasetçi mezbahada" diye okumuyorum bu fotoğrafı. daha derin bir tarafı var: mezbaha, mutfağın öncesi aslında. şık sofraların, bilmem ne marka çatal bıçakların, porselenlerin işe koşulacağı zarif yemekler, davetler; güzel giyimli, şık konuklar, herkesin lezizliğinde birleştiği yemekler:

öbür tarafta etin çıplaklığına, kanla et arasındaki hayatı değil ölümü diri tutan ilişkiye bak: bunlar ölülerin etleri: öldürülmüş hayvanlar, askılarda bekliyor, öldüklerini iyice anlasınlar diye derileri yüzülüyor. çıplaklığın kokusu da var: mezbahada burnu alışık olmayan birini etten soğutacak o havaya yapışık cansızlık kokusu: siyasetçi o kokuyu alıyor: kendisinden soğuyor, oysa biraz önce leziz bir biftekle karnını doyurduğu için mutlu olmuştu: ama bifteğin öncesi; ölüm kokuyor.

siyasetini yaşatmak için ülkenin damarlarını türlü çeşitli kanla doldurup, vatanın kalbinin atması için çalışanlar, atmayan kalplerin arasında kendi kalpsizliklerini görüyorlar. siyasetçi, o askıdaki sığırla kendisi arasındaki ortak noktayı kalpsizliği keşfettiği an, şunu da anlıyor: birileri yiyecek beni; sofraya doğru yol alıyorum.

sarkozy mezbahada


Harika bir an... Absürdün zirvesi. Sarkozy, The Office'teki Michael Scott dakikasını yaşıyor. Yüzünde iki ifade birden var. "Aman tanrım, ben neden burdayım" sorusuyla, "şimdi öyle bir konuşma patlatayım ki, millet dağılsın" kararlılığı...
 
Bir de şu: İki ay sonra seçim var. Sarkozy, anketlerde Sosyalist aday Hollande'ın arkasında. Şimdi bunca mevzu bir araya gelmişken o klişeye başvurmaktan kendimi alamıyorum. Ne demişler, kasap et derdinde, koyun can derdinde.

Fotoğraf: AFP

ay sarayında