Harika bir an... Absürdün zirvesi. Sarkozy, The Office'teki Michael Scott dakikasını yaşıyor. Yüzünde iki ifade birden var. "Aman tanrım, ben neden burdayım" sorusuyla, "şimdi öyle bir konuşma patlatayım ki, millet dağılsın" kararlılığı...
Bir de şu: İki ay sonra seçim var. Sarkozy, anketlerde Sosyalist aday Hollande'ın arkasında. Şimdi bunca mevzu bir araya gelmişken o klişeye başvurmaktan kendimi alamıyorum. Ne demişler, kasap et derdinde, koyun can derdinde.
Fotoğraf: AFP
"siyasetçi mezbahada" diye okumuyorum bu fotoğrafı. daha derin bir tarafı var: mezbaha, mutfağın öncesi aslında. şık sofraların, bilmem ne marka çatal bıçakların, porselenlerin işe koşulacağı zarif yemekler, davetler; güzel giyimli, şık konuklar, herkesin lezizliğinde birleştiği yemekler:
YanıtlaSilöbür tarafta etin çıplaklığına, kanla et arasındaki hayatı değil ölümü diri tutan ilişkiye bak: bunlar ölülerin etleri: öldürülmüş hayvanlar, askılarda bekliyor, öldüklerini iyice anlasınlar diye derileri yüzülüyor. çıplaklığın kokusu da var: mezbahada burnu alışık olmayan birini etten soğutacak o havaya yapışık cansızlık kokusu: siyasetçi o kokuyu alıyor: kendisinden soğuyor, oysa biraz önce leziz bir biftekle karnını doyurduğu için mutlu olmuştu: ama bifteğin öncesi; ölüm kokuyor.
siyasetini yaşatmak için ülkenin damarlarını türlü çeşitli kanla doldurup, vatanın kalbinin atması için çalışanlar, atmayan kalplerin arasında kendi kalpsizliklerini görüyorlar. siyasetçi, o askıdaki sığırla kendisi arasındaki ortak noktayı kalpsizliği keşfettiği an, şunu da anlıyor: birileri yiyecek beni; sofraya doğru yol alıyorum.