Keisergracht'ın üzerinde bir köprüde beni durdurdu. Üstü başı perişandı, fena halde akşamdan kalma görünüyordu. Üstelik sadece dün akşamdan da değil. Sigara istedi, verdim. Teşekkür edip uzaklamıştı ki, dönüp, nerelisin, diye seslendi.
Türkiye, dedim. Koşarak geldi. Ben Belçikalı'yım, dedi. "Ama çok seviyorum Türkiye'yi."
İyi de, neden 'ama' diye sordum. Güldü. "Aması yok aslında, seviyorum Türkiye'yi, sevmeyeni de sevmiyorum."
Peki, dedim. "Bence sorun değil zaten."
"Bence sorun. O gıcık siyasetçiyi de dert etme ayrıca." İsmini aramış, bulamamıştı.
Eh, etmiyordum zaten. Peki, dedim yine. Uzanıp elimi sıktı. "Ben sizin yanınızdayım, o deli adamla da ilgilenirim."
Yok, dedim. "Aman, boşver."
Tamam o halde, diyip gitti.
Türkiye, dedim. Koşarak geldi. Ben Belçikalı'yım, dedi. "Ama çok seviyorum Türkiye'yi."
İyi de, neden 'ama' diye sordum. Güldü. "Aması yok aslında, seviyorum Türkiye'yi, sevmeyeni de sevmiyorum."
Peki, dedim. "Bence sorun değil zaten."
"Bence sorun. O gıcık siyasetçiyi de dert etme ayrıca." İsmini aramış, bulamamıştı.
Eh, etmiyordum zaten. Peki, dedim yine. Uzanıp elimi sıktı. "Ben sizin yanınızdayım, o deli adamla da ilgilenirim."
Yok, dedim. "Aman, boşver."
Tamam o halde, diyip gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?