Bazı Red Kit maceralarında köy köy, kasaba kasaba gezerek ölümsüzlük iksiri pazarlayan şarlatanlar vardır. Kasaba ahalisi önce ağzı açık seyrederler onu, alkışlarlar; işin rengi anlaşıldıktan sonra da katran ve tüye bulayıp defederler.
Siyasetçilik mesleği, doğası gereği iksir pazarlamaya açık. Dinleyen çok, inanmak isteyen daha çok. Mesele onlara ulaşmakta. Sesi çok daha iyi duyuracak bir hoparlör lazım. Bugün bir insanın sesini, doğruları ve yalanları en uzağa taşıyan şey medya ('Sosyal medya' değil ama, insanlar halen nihai karar için geleneksel medyaya itimat ediyor, en azından şimdilik).
Esas sıkıntı da işte bu hoparlörde zaten (Ona sonra geliriz).
İksir pazarlayan son adam, mültimilyoner işadamı Donald Trump. Herkese güvenlik, herkese iş, herkese konfor vadediyor. Amerikan başkanı olursa ülkenin eski, güzel günlerine döneceğini vaaz ediyor. İnandırıyor da, çoktan inanmak isteyenleri. Ne pahasına? O eski güzel günlerdeki ırkçılık ve vahşeti geri getirmecesine (tam da Vahşi Batı işte).
Şaka gibi başlayan siyasi kariyeri hızla ilerledi; Amerikan başkanlığına koşuyor Trump. İşler ciddiye bindi. Gün aşırı söylediği ahlaksız sözlere inanmak mümkün değil ama işte kanıyla canıyla önümüzde adam.
Bu haftasonu Hürriyet Pazar’da kısa bir portresini yazmıştım Trump’ın (şuradan okunabilir). Şunları söylemiş bir siyasetçiden bahsediyoruz.
(…)Tv sunucusu Megyn Kelly için: “Şimdi ‘sürtük’ desem yanlış olur, o yüzden demiyorum.” Rakibi Rubio için: “Köpek gibi terliyor.” Müslümanlar için: “ABD’ye girişleri tamamen durdurulmalı.” Meksikalı göçmenler için: “[Meksika’dan] problemli insanlar gönderiyorlar. Onlar da o problemleri bize getiriyor. Uyuşturucu getiriyorlar. Suç getiriyorlar. Tecavüzcüler. Sanırım bazıları da iyi insanlar.” Kendi seçmeni için: “Beşinci Cadde’nin ortasında birini vursam yine de oy kaybetmem.”
Gelelim esas sıkıntı veren meseleye, yani medya denen hoparlöre.
Yukarıdakileri söyleyebilen bir adam Cumhuriyetçi adaylar arasındaki en yakın rakibinin tam 33 katı kadar haberleştirilmiş Amerikan medyasında. En güçlü Demokrat aday adayı Hilary Clinton’ınsa iki katı kadar.
Eh, bu sistem Türkiye’de de farklı değil. Burada hepimiz adına bir sorun var.
Gazeteciler tartışma çıkaran adamı, etrafa irin yaysa da haberleştirmeyi seviyor.
Okurlar da bayıla bayıla okuyor. Okudukları oya da dönebiliyor üstelik.
Gazeteci ile okur iki ayrı tür değil aslında. Hele çoğu zaman Trump’tan farklı da sayılmayız. Onun avantajı, sistemin sıkıştığı noktayı keşfetmiş olması.
Bunu da her türlü vicdan ve izan kırıntısından uzak durarak suistimal etmesi. Edebilmesi.
Ne zaman böyle bir siyasetçi çıksa gözüne far tutulmuş tavşan gibi kalıyoruz. En iyimizin, en aydınımızın seviyesi bu kadar. Çünkü maalesef bu adiliğin ürettiği reytinge herkesin ihtiyacı var… Gazetenin satmak için ihtiyacı var, okurun da tatlı tatlı çekiştirmek, dehşete düşer gibi yapmak, başkasının kötülüklerini izleyerek kendini iyi hissetmek için ihtiyacı var. Düz faşistlerin ihtiyacı zaten hiç bitmiyor.
Amerikalılar Trump’u katran ve tüye bular mı? Zor görünüyor. Adam, Vahşi Batı’nın formülünü çözmüş. İzliyoruz...