Unuttuğunu hatırlamak ne kadar şiir dışı bir ifade. Fazlaca edimsel. Duble edimsel hem de.
Sadece ben değil, biliyorum. Şiir okuyanımız az. Giriş gelişme sonuç dünyasına fazla kapıldık. Yok hayır kapılmayız biz, desek de kapıldık. Sonuç yok gerçi. Gelişme de seyrek. Genelde girişiyoruz. Giriş bizim işimiz.
Halbuki şiir bütün zamanları aynı anda dolaşır. Suda açılan halkalar gibi. Zamanda yayılır ve kendi içine kapanır. Belki o yüzden gençken şiiri bunca çok sever, bunca çok yazmaya uğraşırız. Tüm zamanlara, yaşamadıklarımıza da hâkim olabilmek için. Sezeriz.
Belki de ileri yaşlarda yeniden düşülüyordur şiire. Belki şimdi düşüyorum ben. Louise Glück bahane.
O halde hiç ara vermeden, buyurun bir Melih Cevdet Anday şiirine:
BOŞLUĞUN GEÇMESİ EVİN ÜSTÜNDEN
Mavi yeşim taşından kubbe,
Tavşan ne diye bizden kaçıyor
Güneşe çıkıyor ölümler lamba ile?
Tükenmiş geleceğin fazlalığı,
Gidiyoruz nasılsak öyle,
Çözmeden yüreğin gizini.
Belki hiçbir şey değişmedi,
Düş de gerçek de.
Resim Van Gogh'un.