Murakami'nin 1Q84'ünü okurken ne kadar bunaldığımı (400. sayfadaydım) yazmıştım. Haksızlık ettiysem, bitirdiğimde hakkını teslim edeceğimi de yazmıştım.
Etmemişim. Kişisel bir kanaat elbette ama 1Q84, yazarın en kötü romanıydı. Bu bana tuhaf gelmedi de, fikrine çok güvendiğim insanların kitabı öve öve bitirememesine şaşırdım (not düşeyim, azınlıktaki birkaç kişi benimle aynı fikirde.) Sevene "neden sevdin" diyecek değilim; bir güzellik görmüşlerdir mutlaka. Ben göremediğim güzelliği Sabit Fikir'in Haziran sayısına yazdım. Meraklısı varsa buyursun:
BEN BURADAYIM SEVGİLİ YAZAR, SEN NEREDESİN
Haruki Murakami’yle 1Q84 üzerinden tanışacak okurlar için
üzülüyorum. Çünkü muhtemelen yazarın bir romanını daha okumak istemeyecekler.
Ben istemezdim. Üstelik bunu neredeyse tüm eserlerini
okumuş, çoğunu sevmiş, bazılarını da (Türkçe’ye henüz çevrilmeyen What I Talk
About When I Talk About Running mesela) başucu kitabı yapmış birisi olarak
söylüyorum. İşe 1Q84’le başlasaydım, geri kalanını pas geçebilirdim. Kabahat
sadece Murakami’nin...
1Q84’ün tantanası 2009’dan beri sürüyor. Başyapıt
beklentisi, Nobel’e hazırlandığı iddiaları, ilk bölümün bir “like” karşılığı
Facebook’ta yayımlanması, kitabevlerinde dağ gibi yığılan hacimli ciltler... O
kadar ki, ABD’deki devasa cildi görünce onu “telefon rehberine” benzeten bir
yazar... Kitabın şamatası bitmek bilmedi.
Ama Murakami hiç kusura bakmasın, herhangi bir telefon
rehberi bile, 1Q84’ten daha başarılıdır. Hiç değilse vadettiği her şeyi yerine
getirir. 1Q84 ise getirmiyor. Okuru, içine soktuğu bin küsur sayfalık
(Türkçe’de 1256) maratonda tek başına bırakıp gidiyor. Kitapta bildik, tanıdık
Murakami’yi değil, onun kendine güvensiz ve kararsız gölgesini buluyorsunuz.
Yavaş yavaş yükselen tansiyon, gizemli konular, güzel kulaklı kadınlar, her
şeyden haberdar kediler ve tipik bir Murakami hikâyesine yönünü veren akil
insanlar, evet, 1Q84’te de mevcut. Ama yetmiyor...
Bir okur bu kadar uzun bir romana mesai ayırdığı zaman,
belki bencilce ama, bir başyapıt, hayatının sonuna kadar kendine eşlik edecek
ölmez bir hikâye bekler. Hayatı, düşgücü, sohbeti o hikâyeyle zenginleşir.
Murakami’nin 1Q84’ü, böyle bir katkı yapmıyor. Yine de eski günlerin hatrına
okumaya devam ediyorsunuz. Sonra da bırakmadığınız için kendinize kızıyorsunuz.
Murakami kendi
yazdığına inanmıyor
Ben kendimden çok Murakami’ye kızdım. Fena olan, ona en çok
ne için kızdığımı bilememek. Seçenek bol. Hiç de inandırıcı olmayan bir aşk
öyküsünü 1256 sayfa koştur koştur anlatmaktan bıkmadığı için mi? Elif Şafak ve
veya Orhan Pamuk’un elinden çıksa feci dalga geçilecek kötü seks sahneleri
yazdığı için mi? Zaten sürekli sınıfta kaldığı kadın cinselliği konusunda bu
defa iyice çuvalladığı için mi? Japon edebiyatının muhtemelen en enteresan
kiralık katilinden dünyanın en sıkıcı karakterini çıkarmayı becerdiği için mi?
Kitabın ismi üzerinden George Orwell ve 1984’le ilgili gereksiz bir beklenti
yaratıp, onu karşılamadığı için mi? Yüksek potansiyelli yan karakterleri
okurların zihnine saldıktan sonra üzerlerini bir kalemde çizdiği için mi?
Hepsi de geçerli. Ama en çok şu: Kendi yazdıklarına
inanmadığı için.
1Q84’ün bir kahramanı “Açıklamasız anlayamazsan, açıklanınca
da anlayamazsın” diyor. Tipik bir Murakami cümlesi... Vurucu sayılmaz ama
etkili; sis düdüğü gibi, en zor dakikada işini görüp kenara çekiliyor. Üstelik
bu ifade Murakami’nin hemen tüm kitaplarını da hakkıyla tarif ediyor. Sorun şu
ki, her kitapta başarıyla işleyen tanım bu kitapta bizzat yazar tarafından rafa
kaldırılıyor. Murakami, her şeyi açıklamaya, hem de bütün detaylarıyla
açıklamaya gayret edip, ruh sağlığımıza kast ediyor. İki ana karakter, kiralık
katil/spor eğitmeni Aomame ile matematik öğretmeni/yazar Tengo içine düştükleri
tuhaf paralel dünyayı o kadar sorguluyor ki, gizemin de fantastik gelişmelerin
de tadı kaçıyor.
Fantastik bir hikâyenin kahramanının şu cümleleri kurmasına
en fazla kaç defa tahammül edebilirsiniz: “Şu anda buradayım, burası gerçek
dünya değil, ama gerçek dünyadan çok da farklı değil, o halde burası neresi
olabilir?”
Beş değil on değil, onlarca defa aynı sahne... Yazar,
bıkmadan usanmadan aynı sayfayı yeniden üretiyor. Kitabın ana karakteri Tengo
bir başkasının romanını düzelterek tekrar kaleme alan bir yazar. Bu kitap için
de aynısını yapmasını umuyorsunuz. Olmuyor tabii... Onun yerine başka şeyler
yapıyor.
Şablon şöyle:
Tengo yemek yapıyor, Tengo plaklarını dinliyor, Tengo Aomame
hakkında düşünüyor, Tengo aya bakıyor; Aomame yemek yapıyor, Aomame kitap
okuyor, Aomame Tengo hakkında düşünüyor, Aomame aya bakıyor... (Bunları en az
yirmiyle çarpın.)
Kedilerle kaybolmak
Çok da hakkını yemeyeyim; 1Q84’teki parçalardan biri,
kediler kasabası hikâyesi çok güzel. Hatta fazla güzel. İyi düşünülmüş, iyi
yazılmış gerçek bir Murakami hikâyesi. Kediler kasabası, kahramanın, gerçekten
kaybolduğunu anladığı yer. Okurun da, dört yüz sayfanın kabasını aldıktan sonra
“tamam artık başlıyoruz” diye havaya girdiği yer. Ama hepsi bu kadar işte;
sonrasında hem okur hem de yazar, geri dönüşsüz bir şekilde kayboluyor.
Murakami bu kadarıyla yetinecek bir yazar değil. 1Q84,
standartlarının çok altında. Üstelik o kendini herkesten iyi tanıyor,
sınırlarını biliyor. Harika koşu-yazı-biyografisi What I Talk About When I Talk
About Running’de, dahi bir yazar olmadığını, dolayısıyla her gün üretip üstüne
koyması gerektiğini dürüstçe anlatıyordu. 1Q84’ten sonra tekrar göz atınca,
aynı kitapta şu satırları da buldum:
“Gençliğinde güzel ve
güçlü eserler kaleme alan bazı yazarlar, yaşları ilerlediğinde artık
yorulduklarını anlarlar. Buna ‘edebi tükenme’ diyebiliriz. Sonraki işleri yine
iyi olabilir; hatta bu tükenmişliklerinden ilham bile alabilirler; ama yaratıcı
enerjilerinin düşüşe geçtiği de aşikârdır. Bunu yaşayan bir yazarın yaratıcı
olabilmesi artık zordur. Hayal gücü ile onu besleyen fiziksel güç arasındaki
denge çökmüştür. Yazarın elinde kala kala teknik ve metotları kalmıştır. Bazı
yazarlar bu noktada canına kıyar; bazıları da sadece yazmaktan vazgeçip başka
bir yol tutturur. “
Murakami canına kıymayacak kadar mutlu bir insan; ama başka
bir yol tutturmasını da şahsen istemem. 1Q84’te büyük hayalkırıklığı yaşasam
da, öncekilerin hatrına yeni kitaplarını okurum. Hatta dönüp Zemberekkuşu’nun
Güncesi’ni tekrar okurum. Sonuçta ben buradayım sevgili yazar, sen neredesin?
Sabit Fikir, Haziran 2012
japon masallarını tercih ederim: gevezeliğe yer yoktur orada. cinselliğin sadece erkeğin zihninden aktarılmadığını görürsünüz.
YanıtlaSilfantastik olan sahiden essah olanı yeniler japon masallarında. murakami'ye gelince birkaç hikayesini çok beğendim, sebebi japon masallarında görüp tanıdığım fantastik tadı bugünün koşullarında yeniden üretmesiydi.
sıra romanlarına geldiğinde, fantastik unsurlar, gerçeğin tadını kaçıracak kerte abartılmıştı. mucizeler uzun sürmez, uzatılmaz. anlıktır. murakami'ye biri bunu söylemeli.