mühendislerimiz halleder

Mesaj kaygılı bir küçük hikayem var.

Yıllar önce Paris'ten Amsterdam'a giden bir trende yaşlı bir Hollandalı çiftin karşısında oturuyordum

İkisi de emekli öğretmendi. Dünyayı gezmiş dolaşmışlardı. Aklı başında, aydın insanlardı. Konuşmaya da heveslilerdi. Havadan sudan sohbet ettik. Hollanda'ya ilk defa gittiğimi duyunca, bana ülkelerini anlattılar. İyi yönlerinden de eksiklerinden de, tipik bir Hollandalı gibi, gayet objektif  biçimde bahsettiler.

Bir ara söz iklim değişikliğine geldi. Daha o hafta gazetelerde "Hollanda sular altında kalabilir" diye bir haber çıkmıştı; hatırlattım.

Adam güldü. Bir şey olmaz, mühendislerimiz çalışıyor, dedi.

İyi de, mühendislik bir şey değil ki bu, dedim. "İklimden bahsediyoruz sonuçta."

Kadın sözü aldı bu defa. Üniversiteler bunun için var, dedi. "Eğitimi veriliyor. Nereye kadar direnebilirlerse, oraya kadar gidecek mühendislerimiz. Belki daha da ötesine."

Kocası tekrar karıştı lafa. Son kararı bizde mühendisler verir, dedi. "Yakında havanın nasıl olması gerektiğine de karar verirlerse şaşırma." Keyiflenmişti iyice.  

Böylesini hiç görmemiştim. Güven duygusu o gün dördüncü bir yolcu gibi yanımızda seyahat ediyordu. Sonraki yıllarda bu sohbet başka Hollandalılar'la da açıldı. Ülkesinden en hazzetmeyeni bile "sorun yok" diyordu. "Mühendislerimiz halleder."

Şimdi gelelim mesaja. Esenyurt yangını ve ölen işçilere ilişkin haberlerden önce Twitter'daki öfkeli yorumları okudum. Siz de okumuşsunuzdur. Kimsenin inşaat firmalarına da onların denetçilerine de güven duymadığını görmüşsünüzdür. Haklılar.

"Batı çok medeni, gelişmiş, insanı öyle, devleti böyle" laflarını duyunca hızla kaçarım. Ama bir halkın bir meslek grubuna böylesi güven duymasına o Amsterdam seyahatinde doğrusu imrenmiştim. Halen de imreniyorum.

Biz esas bu rahatlatıcı duyguyu kaybettik. Üstüne ne söylesek boşuna. 

3 yorum:

  1. rahatlatıcı güven duygusuna hiçbir zaman sahip olmadık ki, onu kaybetmeye fırsatımız olsun. en temele bakalım: bu ülkede bir insanın kendine güvenmesi yadırganır. hep söylenen sözü hatırla: "babana bile güvenme!"

    güvenmek, neredeyse bir zayıflık alametidir. peki neden böyle? insan kusurlu olduğu için mi? daha derin bir şey bana kalırsa: güvendiğinde, güvendiğin kişiye/ kuruma/ meslek grubuna teslim olursun. bu ülkede insanlar sözde teslimiyeti sevmez, hiç merak ettin mi? avrupa'da kaç şahsın doğrudan kendisine ait şirketi var? genellikle orada güçlerini birleştir insanlar. şirketler tek bir kişinin borusunun öttüğü yerler değildir. ama bu ülkede neredeyse sadece şu vardır "az olsun ama benim olsun" kardeşler bile ortaklık kurmayı, yürütmeyi zor becerir; güvenemezler birbirlerine.

    cemaatin, arkasında namaz kıldığı imama güvenmediğini, adamın dedikodusunu ettiğini bile gördüm. neden? çok mu ince düşünüp güvenmemeyi tercih ediyor insanlar? hayır, karşılarındakinin her şeyden önce kendi menfaatini kollayacağına inanıyorlar. herkesin kendini düşündüğü bir dünyada, neden mühendisler insanların/ halkın lehine bir işin ucundan tutsun? herkes kendi kesesini dolduruyor; böyle düşünen insanlar, hiç kimseye güvenmez.

    demek ki, temelde bir güven sorunu var bu memlekette. ben kendime güvenerek, lisede müfredatı eleştirdim. edebiyat tarihi hocam, beyninden vurulmuşa döndü, beni sınıfta bıraktı. bana "neyine güveniyorsun sen?" dediğinde, "kendime" deyince; "ben sana hiçbir şey öğretememişim" dedi. demek ki itaat bekliyor. bak bu çok ilginç: bu ülkede her kurum/ her erk sahibi kişi kendine itaat edilmesini, güvenilmesini ister, ne var ki kurumlar/ erk sahibi kişiler hiç kimseye güvenmedikleri gibi; kendine güvenen birini görünce de onu tehlikeli bulup engellemek isterler.

    içerideki gazetecilerin orada olması, iktidara değil kendilerine güvenmelerinden kaynaklanıyor. ya da iktidar dışındaki başka bir güce güvenmelerinden. iktidar hiç kimseye güvenmez bu ülkede (bilim adamları,mühendisler de dahil); iktidarın ideolojisi de önemli değildir. cumhuriyet tarihi; baştan uca halkına güvenmeyen bir devletin mesaisini içeriyor. halkına güvenen onu fişler mi? onların arasındaki ayrılıkları gözetip, kamplaşmaya zemin hazırlar mı? mezhep ya da siyasi görüş farklılıkları bu ülkede kitleleri kontrol etmek için kullanılıyor: devlet halkına güvenmediği gibi, halkının da kendi içinde güvensizlik duygusuyla huzursuz olmasını istiyor. neden? halk, eğer diğerine güvenemezse devlete güvenir. türkler kürtlere, aleviler sünnilere, solcular sağcılara güvenemediğinde herkesin güveneceği bir devlet kendiliğinden ortaya çıkıyor. bugün bir rezalet olduğu söylenen 80 anayasası nasıl o kadar oy alıp kabul edildi? birbirlerine güvenemeyen kitleler devlete güvenmeye mecbur bırakıldı.

    insan mecburen güvenir mi? bu ülkede kişinin kendi iradesinin anlamsızlığına vurgu yapan bir yığın söz var. ( en çok işittiğim: "ya seve yaparsın ya da ...")

    hollanda'ya gelince orada devlet bir çamaşır makinesine benziyor; bir iktidar aygıtı değil, daha çok insanların hayatını kolaylaştırmak üzere imkanları organize eden bir cihaz. aynı bir çamaşır makinesi gibi çalışıyor devlet orada: vatandaşların hayatını kolaylaştırıyor. sen kirlet ben temizlerim.

    buraya gelince; burada devlet kirletmeyi seviyor; başkasını kirletmeden kendini gösteremiyor; her iktidar birilerine çamur atarak kendi gücünü gösteriyor. sadece içeride değil. dışarıda da; düşman üretmeye muhtaç bir devlet; hiç kimsenin, hiçbir insanın dostu olamaz.

    YanıtlaSil
  2. Hollanda'da Hollandalılar, Hollanda için her şeyi halleder genelde. Koca Avrupa'nın en küçük ülkelerinden biri; ama en çok global kaynak tüketen ülkesi. Neden? Çünkü Hollandalı mühendislerin çözümü çok. Her şey büyük bir makine gibi görülüyor; makinenin adı da Hollanda. Mesela çevreyi kirleten teknolojileri / madenleri vb üretim tesislerini gelişmekte olan ülkelere kaydırıyorlar. Hollanda Çevre Bakanlığı yetkilisi büyük bir gururla, "kirleten sanayilerin ihracatını yaparak hem ülkeyi temiz tutuyoruz hem de ihracat geliri yaratıyoruz" diye anlatmıştı ben orada okurken: mesela X maden Brezilya'da kuruluyor, ham ürün Hollandada işlenip son hali yine Brezilyalılara satılıyor. Benzer şekilde, gemi sökümü için asbestli gemiyi de Türkiye'ye yolluyor mesela, en verimli çözüm bu. "parasıyla değil mi?" sistemiyle sağlanan bir verim. Yetkilinin bunları anlattığı kişiler tam da bu ülkelerden geliyordu bu arada, ama o gururluydu.

    Yani Hollanda mühendislerine güvenmekte çok haklı; her şeyi en "optimum" şekilde yapmayı, verimliliği vs iyi biliyorlar. Sınırlarını kendileri çizdikleri sistemin, "makinanın" en iyi şekilde işlediğinden eminler.

    Öte yandan, o yemyeşil ülkenin ne pahasına yeşil kaldığını sorgulayan bir mühendis çıkarsa, işte o zaman belki siz "iklim" dediğinizde, "mühendisler halleder" demeyi bırakırlar; çünkü iklim denen şey harita üstündeki sınırları tanımıyor, tüm gezegeni ilgilendiriyor sonuçta.

    Özetle tüm bu muhteşemlik, bir yerde fazlasıyla bencilce geliyor bana. Mühendislerinin bir şeyi hallettiği de yok aslında; kendi evlerini temiz tutmaktan başka.

    YanıtlaSil
  3. ismail ve deryik, ikinize de çok teşekkür ederim. Benim yazdıklarımdan çok daha dolu sizin yorumlarınız.

    izninizle yorumlarınızı yukarıya taşıyorum, burada kaybolup gitmesinler. Ama çok kısa bir iki şey söyleyeyim:

    @ismail insan mecburen güvenir mi, diyorsun. Bir nefeste hayır demek isterdim. En azından mevcut örnek için diyemiyorum. Çünkü post'ta anlattığım hikâye biraz eksik. Hollandalılar'ın mühendislerine güveni biraz mecburiyetten geliyor. Yangın ve depremlerin bizim şehirlerimizi defalarca yakıp yıktığı gibi onların şehirleri de aynı yıkımı sular yüzünden yaşamış. Mühendislikleri esasen suyla mücadeleden geliyor. İyi baraj yapmalarından. Suyla savaşları halen bitmiş değil. Çok uzun bir hikâye bu, o yüzden kafa ütülemek istemem ama sonuçta beraber mücadele etmeyi, bu mücadele sırasında da bir bilene güvenmeyi öğrenmişler. Hiç yoktan iyidir, diyelim.

    @deryik hollandalılar üzerine söylediklerinde haklısın. bu işteki ikiyüzlülükten de bahsetmek lazım belki ama yukarıda da söylediğim gibi, esas anlatmak istediğim mesele "güven"di. İnsanların birbirine bir şekilde güvenebildiği, birbirlerinin hakkını teslim ettiği bir toplum... Eksik yazdım belki, haklısın.

    YanıtlaSil

Sen ne dersin?

ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir...