Bir zamanlar Newsweek Türkiye'de Başbakan'ın çevre karnesini yazmıştım (Burçak Belli'yle birlikte, 15 Şubat 2009 tarihli sayı.) Erdoğan'ın "ben çevrecinin daniskasıyım" dediği günlerdi. Kendini yeşil başbakan diye lanse ediyordu; biraz araştırınca durumu pek parlak görünmedi. Aradan dört yıl geçti ama Gezi Parkı'ndan başlayan meseleyi getirip orta refüje diktiği ağaçlara dayandırdığı için buraya alıyorum. Uzunca bir yazı.
Almanya ile Polonya arasında yıllarca ihtilâfa neden olan
bir baltık kenti, tuhaf ama Türk siyasi literatürüne aniden yerleşti. Bunun
nedenini anlamak için kelimelerin kökenine doğru dolambaçlı bir yolculuğa
çıkmak gerek. Avusturyalı Türkolog Andreas Tietze’nin hazırladığı ve Türkçe’nin
en yetkin kaynaklarından kabul edilen etimoloji sözlüğü, bugün Polonya
sınırlarında yer alan liman kenti Gdansk’ın (Almanca Danzig) eskiden buğday
ticareti için önemli bir merkez olduğunu söylüyor.
Tietze’ye göre, kentin adından türeyen “daniska” kelimesi
Türkçe’ye önce iyi bir buğday cinsinin adı olarak yerleşti, sonra da argoda
“bir şeyin en iyisini, en güzelini yapmasını bilmek” haline dönüştü. Nadir
kullanılan bu kelimeyi siyasete kazandıran ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
oldu. Başbakan geçen Ağustos sonunda Rize’de yaptığı konuşmasında AKP’nin
yenilenebilir olmayan enerji üretimi konusundaki plan ve uygulamalarına sürekli
muhalefet eden çevre örgütlerine öfkesini saklamayıp şöyle diyordu: “Ben
çevrecinin daniskasıyım. Asıl çevreci benim.” Dünyanın çeşitli yerlerinde böyle
çevrecilerin olduğunu anlatan Başbakan Erdoğan “Bunlara ‘ne yaparsınız’ dersin,
inanın şöyle ele avuca gelecek bir şey yok. Sadece onların boş vakitlerini
değerlendirmek için yaptıkları iş bu…” diye de ekliyordu.
Erdoğan hükümeti, TBMM’nin Şubat başında ilgili yasayı
onaylamasıyla Türkiye’nin iklim konusunda küresel sorumluluk üstlenen ülkeler
arasına katılmasını sağladı. Geciken Kyoto adımının zamanlaması epey manidar ve
açıkçası Türkiye tarihinin bir başka anını çağrıştırıyor. 2. Dünya Savaşı’nda
İngiltere’nin başbakanı olan Winston Churchill, Birleşmiş Milletler’i kuracak
olan San Francisco Toplantısı’na yalnız 1 Mart 1945′e kadar Mihver Devletler’e
(Almanya, İtalya, Japonya) savaş ilân edecek olan ülkelerin katılması koşulunu
önermişti. İsmet İnönü Hükümeti de bu çağrının gereğini yerine getirerek, 23
Şubat 1945′te, Türkiye’yi savaş bitmek üzereyken Müttefik Devletler’in yanında
savaşa soktu. Nitekim Kyoto’ya da besbelli 2013′ten itibaren başlayacak olan
yeni dönemde aktif biçimde var olabilmek için imza atıldı. Türkiye’nin o tarihe
kadar sera gazı salımı konusunda herhangi bir yükümlülüğü bulunmuyor. Ama
katılım sayesinde Türkiye, bu sene Kopenhag’da yapılacak ve yeni iklim rejimini
belirleyecek toplantıda yer alma hakkını kazandı. Erdoğan artık yeşil
portföyüne “Türkiye’yi Kyoto’ya sokan başbakan” ibaresini ekleyebilir.
Ama istatistikler “en iyi” çevreci olduğunu iddia eden
Başbakan’ı pek doğrulamıyor. ABD’nin Yale ve Columbia üniversitelerinin ortak
çalışmasıyla yayımlanan ve alanında en yetkin verilere sahip olduğu kabul
edilen Çevresel Performans Endeksi’ne (EPI) bir göz atmak Erdoğan’ın moralini
bozabilir. Çünkü ülkelerin çevre sorunlarına karşı ne ölçüde mücadele ettiğini
25 ayrı gösterge kullanarak değerlendiren endeksin 2008′e ilişkin rakamları
Türkiye açısından iç açıcı değil. Bugün 75,9 puanla 149 ülke arasında 72.
sırada yer alan Türkiye’nin çevre performansı, AKP’nin iktidara geldiği 2002
yılından beri hızla geriliyor. Bu başka bir açıdan ülkenin sanayileştiğini de
gösteriyor; ama eski, “yeşil olmayan” teknolojilerle.
EPI’nin öncülü sayılabilecek 2002 Çevresel Sürdürülebilirlik
Endeksi’nin (ESI) hava ve su kalitesi, biyolojik çeşitlilik ve sera gazı salımı
gibi unsurları içeren göstergelerinin tümünde, Türkiye’nin performansı çok daha
iyiydi (2006 EPI endeksinde ise Türkiye 49. sırada yer aldı). Newsweek
Türkiye’nin gö-rüştüğü çevre kuruluşlarının tamamı, AKP Hükümeti’ni makro
ölçekli bir çevre planına sahip olmamakla ve altı yıllık iktidarında çıkardığı
yasalarla çevreyi ekonomik önceliklere kurban ettiği gerekçesiyle kıyasıya
eleştiriyor. Çevrecilerle kavgası bir kenara, Erdoğan’ın AKP’si günlük
siyasette çevre meselelerine dair ciddi bir açmaza sıkışmış durumda. Aslında
Hükümet, AB’ye uyum sürecinin gerektirdiği çevre mevzuatını oluşturmak için her
ne kadar son dönemde Avrupa perspektifinin zayıflamasıyla hızı kesilse de gözle
görülür bir çaba harcadı. Çevre ve Orman Bakanlığı bürokratları gırtlaklarına
kadar belgeye gömüldü. Türkiye, çevrenin en azından ‘teknik’ anlamda bütün alt
dallarına kadar kapsandığı bir mevzuata sahip oldu. Ama bu çabaların ne kadar
işe yaradığı tartışmalı. Üstelik mevzuatın etkili sonuçlar doğurması öngörülen
kısımları halen hazırlanmış değil.
Ankara Üniversitesi’nden çevre yönetimi uzmanı Bülent Duru,
AKP’nin temel probleminin herşeyi birden istemesi olduğunu söylüyor. Duru’ya
göre ekonomik etkinliklerin çevreye duyarlı biçimde gerçekleşmesini sağlayan
önlemleri öngören AB mevzuatıyla, büyüme uğruna doğal değerleri ekonominin
işleyiş sürecine denetimsizce sokma hevesi birbiriyle çelişmekte; AKP de bu
yüzden birbiriyle tutarsız icraatlara imza attı. Örneğin bir yandan Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nu çıkarıp yıllardır çözüm bekleyen bir
meseleyi halletme yolunda önemli bir adım atarken, sonrasında tarım
topraklarının işgalini affetti. Çevre Kanunu’nu değiştirip güncelledi; ama
petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerini Çevresel Etki
Değerlendirme (ÇED) kapsamı dışında tuttu.
AKP’nin parti ilkelerini ve önceliklerini belgeleyen
dokümanlarına göz atıldığında da çevrenin ön sıralarda olduğunu söylemek mümkün
değil. Kurumsal kimlikteki çevre vurgusu çok zayıf. Parti sadece duyarlı
olduğunu ilân ediyor; hükümet programında ve acil eylem plânında ise mesele
esasen ‘sürdürülebilir kalkınma’ temelinde ele alınıyor, ağaçlandırma ve arıtma
faaliyetlerine önem verileceği vurgulanıyor. Başbakan da zaten, çevrecileri
aylaklıkla itham ettiği konuşmasında, kendi çevreciliğinin ispatı olarak
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki ağaçlandırma faaliyetlerini
ve İstanbul’a 180 kilometre ötedeki Istranca Dağları’ndan içme suyu getirmesini
referans göstermişti. Enerji Bakanı Hilmi Güler ise bir konuşmasında “En büyük
çevre kirliliğinin fakirlik” olduğunu söylemişti. Bu bağlamda AKP’nin kapsamlı
çevre yasalarına imza atması beklenmiyordu. Ama iktidara gelmesiyle beraber,
AKP çevre yönetiminde kökten değişiklikler gerçekleştirdi.
Partinin ilk adımı 2003 yılında Çevre ve Orman
bakanlıklarını birleştirmek oldu. Göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleştirilen
birleştirme işlemi, Ankara bürokratları arasında hantallığıyla alay konusu olan
Orman Bakanlığı’nın ormanları koruyamamasıyla gerekçelendirildi. Arka planda
ise AKP’nin temel politikalarına damga vuran bir başka unsur işliyordu. Kamu
yönetimini liberal ilkeler doğrultusunda yeniden yapılandırma ve partinin sıkı
ilişki içinde olduğu uluslararası finans çevrelerinin “devleti küçültün”
çağrıları.
Çevrenin henüz Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık ile
yönetildiği günler de dahil olmak üzere Bakanlığın hemen her kademesinde
çalışmış ve TBMM’de çevre danışmanı olarak görev yapmış eski bir bürokrat olan
Nuran Talu ise iki bakanlığın birleştirilmesinin AKP’nin dünyada bugün çevreye
yüklenen kavramları doğru algılayamadığının göstergesi olduğunu söylüyor:
“Çevre, müsteşarlıktan müstakil bir bakanlığa doğru evrilince başta çevreciler
herkes çok sevindi. Halbuki başbakana bağlıyken daha etkili olursunuz. Şimdi,
güya denkler arası bir mücadelede, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı her
fırsatta Çevre ve Tarım bakanlıklarını ezer.” Akademisyen ve bürokrat
kökenlilerin ağırlıkta olduğu Küresel Denge Derneği’nin başkanlığını yürüten
Talu, birleştirme işlemiyle iki bakanlığın sorumlu olduğu konulara ayrı ayrı
verilen önemin zayıfladığını söylüyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı, 2007′de Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün
de bakanlık bünyesine bağlanmasıyla çok daha çetrefil bir hal aldı. Adının
açıklanmasını istemeyen bir bakanlık yetkilisi, Bakanlığın “çevreciler”,
“ormancılar” ve “sucular” gibi hiziplerin iktidar oyunlarına sahne olduğunu
söylüyor. Bugün bakanlıkta “su”dan gelme bir isim, Başbakan Erdoğan’ın belediye
başkanlığı günlerindeki yakın çalışma arkadaşı, İSKİ’nin eski genel müdürü
Veysel Eroğlu ve ekibi var. Bir önceki bakan Osman Pepe döneminde olduğu gibi
Eroğlu’nun da önceliği AB müktesebatına uyum çalışmaları.
Bakanlık Çevre Yönetim Genel Müdürü Prof. Lütfi Akça,
Bakanlık’taki kurumsal yapılanma çalışmasının halen devam ettiğini söylüyor.
Sadece kendi bölümünün yazdığı yönetmelik sayısının 2008 sonu itibariyle 50′yi
bulduğunu anlatan Akça, yine de uzman personel eksikliği çektiklerinin altını
çiziyor. Akça’nın biriminde 350 kişi çalışıyor, bağlı il müdürlüklerinde ise
650 kişi. Türkiye’deki bin kişiye karşılık Fransa’da aynı görevi yapan tam 10
bin personel var.
Eksiklikler hemen sırıtıyor tabii. Türkiye’nin Bulgaristan,
Romanya ve Hırvatistan ile katıldığı bir AB projesi, Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın üzerinde harıl harıl çalıştığı mevzuat uyumunun Ankara dışında
çok da hükmü olmadığını ortaya çıkardı. Resmi adı “Yerel ve Bölgesel
Yönetimlerin Çevre Uygulama Kapasitelerinin Güçlendirilmesi” olan ve sonuçları
henüz açıklanmayan proje, mevzuatın ülkenin dört bir köşesindeki dört ayrı
büyükşehir belediyesinde (Bursa, Samsun, Mersin, Erzurum) ve bağlı yönetim
birimlerinde ne kadar uygulanabilir olduğunu ölçtü. Sonuç tatmin edici olmaktan
çok uzak; bugüne dek yazılan mevzuatın sadece yüzde 35′i uygulanabiliyor.
Projede Türkiye lideri olarak görev alan Nuran Talu durumu
basit bir örnekle açıklıyor. “Ankara ‘bitkisel atık yağların toplanması’
üzerine mevzuatı yazıyor ama Erzurum’da bunu yürütecek yetkin bir firma veya
firmayı denetleyecek resmi bir birim yok.” Örneğin Bursa’daki sanayi atıkları
için de durum aynı. Çevre Bakanlığı’nın yazdığı mevzuat sahaya çıktığında
sınıfta kalıyor.
AKP’nin en büyük siyasi icraatlarından biri olmasıyla
övündüğü, bugüne kadar merkezi idarenin gördüğü hizmetlerin bir bölümünü
mahalli idarelere devreden Kamu Yönetimi Reformu (2004′te yasalaştı) bu sonuca
neden olmuş olabilir. Çevre Mühendisleri Odası Onur Kurulu Başkanı Ethem
Torunoğlu’na göre, merkez ve çevre arasındaki görev, yetki ve sorumlulukları
tanımlayan yasa kaotik bir şekilde tasarlandı; bu yüzden kimse ne yapacağını
bilmiyor. Kendisine birdenbire yetki devredilen İl Özel İdareleri ise ne
yeterli kaynağa ne de yeterli personele ve deneyime sahip.
Ne yapılacağı pek bilinmese de ne kadara yapılacağı
konusunda birtakım tahminler mevcut. Bakanlık’tan Akça, sanayinin
uyumlulaştırılması için 15, belediyeler içinse 43 milyar Euro’ya ihtiyaç
olduğunu söylüyor. 34 milyar Euro da su ve atık mekanizmalarının yenilenmesi
için gerekiyor.
Çevre Bakanlığı mevzuatla boğuşurken, Hükümet 7 yıl içinde
çevre yönetimiyle ilgili çok tartışılan yasalara ve uygulamalara imza attı.
Başbakan’ın öfkeli olduğu çevreciler, Erdoğan ve ekibinin çevreye duyarlılığını
en çok bu icraatlar üzerinden sorguladı. Örneğin AKP, Ceza Kanunu’ndaki çevreye
karşı işlenen suçlar konusunda eksikliği, 2004 yılındaki bir düzenlemeyle hapis
cezasına varan yaptırımlarla giderirken, bu kuralların uygulanmasını iki yıl
sonraya bıraktı. Hükümet, aslında kimseye ceza kesmek istemediğini de bu
şekilde beyan etmiş oldu. Turizmi Teşvik Yasası’nda 2003′te yapılan bir
değişiklikle, orman ve meralar turizme açıldı; kamu yönetimi reformunun
tersine, bu bölgelerdeki yerel yönetimler devre dışı bırakılarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı imar ve planlamayla ilgili tek sorumlu haline geldi. Maden
Kanunu’ndaki değişiklikle de (2004) orman alanları, koruma bölgeleri, sit
alanları, su havzaları, kıyı alanları, turizm bölgeleri gibi alanlar madencilik
faaliyetlerine açıldı. Aynı yasayla, bu tür faaliyetler için gerekli Çevre Etki
Değerlendirme (ÇED) Raporu’nu almak için gereken maksimum süre kısaltılarak “en
geç iki ay” olarak belirlendi. Ayrıca bazı faaliyetler ÇED dışına çıkarıldı.
Bülent Duru; “diğer iktidarlar döneminde olduğu gibi, altın madenleri, petrol
ve maden arama, işletme faaliyetleri gibi alanlarda Hükümet’in kanuni
düzenlemelerle ÇED sürecini devre dışı bırakıp rahatlamak istediğini”
savunuyor.
AKP Hükümeti’nin bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer’den iki defa geri döndüğü için uzun süre yasalaştıramadığı “2/B Orman
Arazilerinin Satışı”yla ilgili tasarı da Kyoto Protokolü imzalanmadan kısa bir
süre önce, Ocak ayı ortalarında yasalaştı. 20 milyar Euro civarında gelir getirmesi
beklenen tasarı, orman niteliğini yitirmiş alanların satışına, devlet
ormanlarının da gerçek ve tüzel kişiler eliyle işletilmesine olanak sağlıyor.
Sultanbeyli, Ümraniye, Beykoz gibi İstanbul’un bazı büyük semtleri bu
arazilerin sınırları içinde. Çevre örgütleri, 2/B diye kodlanan bu arazilerin
büyük ölçüde tekrar orman niteliğini kazanabileceği argümanıyla, yasaya karşı
çıkıyor.
AKP’nin en çok tartışılan icraatlarından biri de Erdoğan’ın
en büyük başarılar arasında lanse ettiği Karadeniz Sahil Yolu. 1992′de ihale
edildikten sonra yedi başbakan eskiten 542 km. uzunluğundaki otoban 2007′de
bitirildi ve toplam 4,2 milyar dolara mal oldu. İhale sürecinden beri
tartışılan bu yolun üstünde AKP’nin de ısrarcı olması ve bitirmesi,
Karadeniz’in özgün doğasının katledildiği iddiasıyla çevre örgütlerinin
şimşeklerini AKP’nin üzerine çekti. Başbakan Erdoğan’ın yolu açtığı günlerde,
dönemin Çevre ve Orman Bakanı AKP’li Osman Pepe “Bu yolu yapanların eli kolu
kırılsın; yol Karadenizlileri Karadeniz’e hasret bıraktı” derken, Başbakan
yolun ileriki yıllarda Batı Karadeniz ayağının da tamamlanmasıyla İstanbul
Boğazı’nda inşa edilecek üçüncü köprüye bağlanaca-ğını deklare ediyordu. Bir
not düşelim: Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında
üçüncü köprü yerine tüp geçidi savunuyor, Koç Üniversitesi’nin de ormanlık
alanda kurulmasına karşı çıkıyordu.
“Bilmeden konuşuyorsunuz. Gelin ben size çevre nedir
anlatayım. Silahlı Kuvvetler’e öğrettik, size de öğretiriz.” Newsweek
Türkiye’ye aktarılan bu sözlerin sahibiyse TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca,
muhatabı Başbakan Erdoğan. Karaca, Erdoğan’ın bu teklifi kabul ettiğini de
ekliyor. Çevre konusunda tavsiyeler, dünya genelinde siyaset ve sanayi daha
yeşil yapılmaya başlamışken Hükümet’in akıntının tersine yüzmemesini
sağlayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?