Dünyanın en güzel plajları orada... Okyanus dalgalarında yıkanan filler orada. Kumsala sıfır, dev ormanlar orada. Gökkuşağının her renginde envai çeşit balık, papağanlarla dolu bir mini ada, denizin içinde yürüyen insanlar, kıpkırmızı, masmavi, yemyeşil gökler orada... Modern dünyaya ait hiçbir Allah’ın kuluyla ilişki kurmak istemeyen, kendini dışarıya tamamen kapatmış, kadim yerli halklar orada.
Coğrafi tarif verelim: Andaman (ve Nicobar) Adaları, Bengal Körfezi’nin yanıbaşındaki Andaman Denizi’nde irili ufaklı tam 572 adadan oluşuyor. Tayland’a çok yakın ama Hindistan’a bağlılar. Çok azında (40’a yakın) insan yerleşimi mevcut. Birçoğu turizme kapalı. Bazılarına, örneğin Kuzey Sentinel Adası’na isteseniz dahi ayak basamazsınız. Oradaki yerli halkı gören bilen yok.
Diğerlerinin arasındaki ulaşım, tahmin edersiniz, deniz yoluyla. Genelde küçük, derme çatma feribotlar bunlar; bir binen bir daha binmeye çekiniyor. Ama içlerinden biri, heybetli görüntüsüyle, konforuyla kolayca aralarından sıyrılıyor. İsmi Samsun... Evet, Samsun! Bir zamanlar İstanbul’dan İzmir’e yolcu taşıyan ünlü Samsun feribotu, bugün dünyanın bir ucunda, tamamına yakını Türk mürettebatıyla bir adadan diğerine yol alıp duruyor. Dünya üzerindeki cennette ulaşımı Türkler sağlıyor.
Samsun orada ne arıyor? Öğrenmek için birkaç yıl öncesine uzanalım. İki binli yılların başında önce İstanbul-İzmir arasında yolcu taşıyan, ardından da Yunan adaları arasında cruise seferleri yapan Samsun’un kısmetine yaklaşık iki buçuk sene önce dünyanın bir ucundaki bu adalar düşmüş. Feribotun sahibi Denizline firması, Andaman Adaları’nı kalkındırmak, oradaki iç ve dış turizmi hızlandırmak isteyen Hindistan hükümetine taşıtı kiralamış. Samsun o gün bugündür uzak denizlerde geziyor. 350 kişilik yolcu kapasitesiyle, adaları ve adalıları birbirine bağlıyor.
Geminin süvarisi (birinci kaptan) Semih Salgıncı’ya ‘cennette hayatın nasıl geçtiğini’ soruyorum: Mesai mesaidir tamam da her gün büyüleyici bir manzaraya uyanmak insanı gençleştiriyor mu? Yoksa bıktırıyor mu güzellik? Çarkçısından aşçısına yirmi küsur Türk’ün canının sıkıldığı oluyor mu; mümkün mü böyle bir şey?
Hararetle anlatıyor Semih Kaptan: “Buraya gelmek zaman makinesine binmek gibi. 2014 Türkiyesi’nden 1940’lara ışınlandığınızı düşünün. İnsanlar, arabalar, evler sanki on yıllarca öncesine ait... Ama tüm bunlar muhteşem bir doğanın, doğal yaşantının içinde. Her şeye hayret ediyorsunuz. Kıpkırmızı deniz olur mu? Oluyor. Güvercin kadar kelebek olur mu? Oluyor!”
Andaman Adaları’nda boyutlar Türkiye’de alıştığımızdan fena halde farklı. “Küçük diye ayırdıkları balığı tarttım, 26 kilo geldi” diyen Semih Kaptan’ı onaylıyor doğa. Avda standartlar yüz kilolarla ölçülüyor. Yengeçler koca koca tabaklara sığmıyor. Duvarlarda dev kertenkeleler geziyor; özgüveni yüksek sürüngenler bunlar; insandan kaçmıyorlar. Hatta cesareti olana kendilerini sevdiriyorlar. Ama yaklaşmaya asla cesaret edemeyeceğiniz türler de var. Adaların başkenti konumundaki Port Blair açıklarında yüzen tuzlu su timsahları, yedi metreye ulaşan boyları, iki tonluk ağırlıklarıyla oraların kralı.
Bir de diğer krallar var. Yani Andaman’ın en eski sakinleri... İrili ufaklı bu yüzlerce adada kimin kim olduğunu anlamak zor ama kolaylaştırmak için şu kadarını söyleyelim: Bir kısmı yüzyıllar içinde Doğu’dan göçen ‘çekik gözlü’ halk, bir kısmı iki saat dilimi uzaktaki Hindistan anakarasından gelip adalara yerleşenler, bir kısmı yine Hindistan’dan gelen memur ve bürokratlar. Geriye kalanlar, adaların yerli halkları. Ne zaman, nereden geldiler, hep orada mıydılar, haklarında çok az şey biliniyor. Kuzey Sentinel Adası halkıyla hükümet bile temas kuramıyor. Ama bir başka yerel halk Jarawalarla temas sağlanmış. Hindistan, kendini dünyadan saklamayı seçen bu insanlara ancak sağlık hizmeti götürebiliyor. O da ancak talep ederlerse. Çoğunlukla Andaman Adası’nın içlerindeki sık ormanlarda yaşayan Jarawalar, meraklı gözlere kendini göstermiyor.
Samsun’un durumunu kontrol için sık sık Andaman’a gidip aylarca orada kalan Kaptan Deniz Bayram, en tuhaf seyahatini bu adada yaşadığını anlatıyor: “Adayı boylamasına aşan bir yol var. Yolun ormana girdiği noktada sizi askerler bekliyor. Onların eşliğinde ve ancak konvoy halinde seyahat edebiliyorsunuz. Durmak yasak. Her ne olursa olsun duramazsınız. Çok zor ama ormanda bir kabile üyesi görürseniz temas kurmak imkânsız. Askerler sürekli gözetliyor.”
Türkler tesadüfleri sever. Gemi Mühendisi Cenk Oral Gezici, ormandan geçerken birdenbire ağaçların arasından çıkan Jarawa kadınlarıyla karşılaştıklarını söylüyor: “Yolun kenarına gelip araçları seyrediyorlardı. Duramadık tabii. O eski kabile resimlerindeki gibi vücutları neredeyse tamamen çıplaktı. Tam yanlarından geçerken birisiyle göz göze geldim. Bir şeyler söyledi bağırarak. Kim bilir ne dedi!”
Kaptan Bayram ile Mühendis Gezici Jarawalarla karşılaştıkları ormandan geçip, dünyanın tek papağan adasına ulaştılar. Baratang Adası’nın bir parçası olan bu eşsiz yerde, binlerce papağanın akşamüstü hep birden yuvalarına dönüşünü seyrettiler. İnsan böylesi anları kaç defa yaşar! Andaman Adası’nın Türk denizcilere sundukları arasında böyle epey heyecan var. Bayram Kaptan, Time dergisinin dünyanın en iyi kumsalları arasında gösterdiği Havelock Adası’ndaki ‘7 Numaralı Sahil’de yüzdü, balık tuttu. Semih Kaptan, ayağında kurşun ağırlıklarla denizin dibinde, binlerce balığın arasında yürüdü (‘Seawalking’ isimli bu aktivite adalarda çok popüler). Dünyanın ucunda kale kurup futbol oynadılar, okyanusa vuran mehtabı seyrettiler, anlaşılmaz bir dünyayı anlamaya çalıştılar.
Bir de anlamadıkları, alışamadıkları var. Tayland’ın dibindeki adalar Hindistan’ın saat dilimini kullandığından, günün sabah saat dörtte başlamasına alışamamışlar mesela. Ortamın “Denizcinin her limanda sevgilisi olur” klişesine hiç uygun olmamasını yadırgamışlar. Son derece muhafazakâr bir toplum, sıfır sosyallik... Andaman’ın fena halde mahrumiyet bölgesi olması da cabası. Kolu kırılan elektrikçinin on kilometre ötedeki sağlık merkezine gitmesi dört saat, oradaki tek röntgen cihazının ısınmasını bekleme iki saat, bozuk röntgen filminden dolayı her şeyin boşa gitmesi ömür törpüsü! En fenası efkâr elbette. Özellikle de mesele Türk’ün efkârıysa. “Rakı yok tabii” diyor Semih Kaptan, “Şu muazzam manzaraya bakıp efkârlanmak rakısız olmuyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?