Seçimleri bana her zaman isabetli gelmiyor ama Time sanki bu yıl hayırlı bir iş yapmış. Ebola savaşçılarını ‘Yılın İnsanı’ seçmişler.
Haklılar. Her biri ‘zamanımızın bir kahramanı.’ Dünyanın en zor işini bu sene onlar yaptı. Yapmaya devam ediyorlar.
Kimi hayatını kaybetti, kimi ‘Virüs kaptım mı kapacak mıyım’ diye günlerce kuşkuyla yaşadı. Ama oradaydılar. Kimsenin girmediği Ebola Afrikası’na girip çaresiz hastaları yaşamları pahasına tedavi ettiler. Onlar gitmese hiçkimse gitmeyecekti. Hakları ödenmeyecek.
Ebola gündeminin en sıcak döneminde, onlardan biriyle, Sınır Tanımayan Doktorlar’dan İzlandalı hemşire Gunnhildur Arnadottir’le konuşmuştum. Sierra Leone’den henüz dönmüştü. Kontrol altındaydı. Yorgundu. İlk fırsatta geri döneceğini söylemişti.
Bu sene benim de kahramanım o.
Aşağıda, Arnadottir’le yaptığım, Hürriyet Pazar’da yayımladığımız röportaj var. Ebola’nın güncel bilgisi için de Time’ın son dosyasına buyurun.
Gunnhildur Arnadottir… Bizim kulaklarımıza çok yabancı, çok uzak bu isim, kahraman bir sağlık görevlisine, İzlandalı bir hemşireye ait. O, bugün bütün dünyanın korkuyla izlediği, girişin çıkışın maksimum düzeyde sınırlandığı bölgede, ölümcül koşulları göze alarak görev yaptı. Sierra Leone, Gine, Liberya ve Nijerya'yı kasıp kavuran Ebola virüsüne karşı yürütülen savaşın en sıcak cephelerinde yer aldı. İki ayı aşkın süre, Batı Afrika'nın her şeye, her yere uzak köylerinde, 35 derece sıcağın altında sıfırdan inşa ettikleri çadır hastanelerde çalıştı. Yüzlerce hasta baktı; yüzlerce ölüm gördü. O hastanelerde ölenlerin bazıları, tıpkı kendisi gibi, olabilecek en zor şartlarda Ebola'ya karşı savaşan doktor ve hemşirelerdi. Yaşamlarını bu uğurda kaybeden bu sağlık görevlileri, yine tıpkı Arnadottir gibi, Ebola hastası onlarca insanın iyileşmesini de sağlamıştı.
Ebola virüsü, Batı Afrika'da 40 senedir dönem dönem hortluyor. Tıp dünyası virüse karşı henüz bir ilaç üretebilmiş değil. Haziran ayından beri devam eden son salgın, virüsün bugüne dek en öldürücü versiyonu olarak kayıtlara geçti. Dört ülkede 1700'ün üzerinde vaka gözlendi; şu ana dek 960 can kaybı yaşandı. Hastanelere geç başvurulduğunda, kurtuluş imkânı çok azalıyor. Bu yüzden bazı bölgelerde ölüm oranları yüzde 90'ların üzerine çıktı. Öyle bir dönem geldi ki; hasta yakınları ‘gidenler geri dönmediğinden' virüse yakalananları hastaneye götürmeyi redddediyordu. Bu da virüsün müthiş bir hızla yayılmasına yol açtı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütünde yer alan Arnadottir, hastaların inancının kaybolmaya yüz tuttuğu bu bölgelerde çalıştı. Önce Gine'de bir ay, ardından Sierra Leone'nin uzak kasabası Kailahoun'da beş hafta görev yaptı. O ve arkadaşları, MSF'in bu köylerde sıfırdan kurduğu hastanelerde, bir anlamda kendi yaşamlarını riske atarak, ölüm oranlarını kısa bir sürede yüzde 60'lara çekmeyi başardı. Zorlu görevinin ardından bir süre dinlenmek üzere, geçen hafta yaşadığı şehir Oslo'ya dönen Arnadottir'le, Afrika'da yaşadıklarını konuştuk. Virüsten etkilenip etkilenmediğininin saptanacağı üç haftalık bir kontrol süresinden geçen Arnadottir, halen o kadar yorgun ki, konuşmakta dahi zorlanıyor. Yine de geri dönmek istediğini söylüyor.
Ne koşullar altında çalışıyordunuz Afrika'da?
-Çadırdan hastaneler kurduk. Sıfırdan… O koşullarda öyle bir hastanede nasıl çalışılabilecekse o şekilde çalıştık. Muazzam bir sıcak vardı. En zoru, korunmak için giydiğimiz o kıyafetlerdi. Düşünün, Afrika'dasınız. Bir sauna gibiydi. Ve o durumdayken hastalar akın akın geliyordu. Yapacak çok iş vardı. Hiç durmadan çalıştık.
Ebolayla savaşırken meslektaşlarınızı kaybettiniz. Siz de yaşamınızı riske atmış olmadınız mı? Korkmuyor muydunuz çalışırken?
-Korkmuyordum. Korunmaya ve çevre koşullarına dikkat ettiğiniz takdirde çalışmaya devam edebiliyorsunuz. Ama zor tabii. Düşünün, hastalara çok yakın olmak zorundasınız. Yine de gerçekten korunma tedbirlerini aldığınız takdirde ebola bulaşmıyor. Bir de Sınır Tanımayan Doktorlar'da personelin korunması bir numaralı öncelik.
Nasıl sağlıyorsunuz bunu?
-Genel kurallarımız var. El sıkışmayız. Birbirimize dokunmayız. Kalabalık yerlere girmeyiz. Çok kuralımız var; ancak bunlara uyarak hayatlarımızı gerçekten koruyabiliriz.
Risk abartılıyor mu yani?
-Hayır, çok düşük bütçelerle çalışan, koruma ekipmanı olmayan devlet kliniklerini düşününce basının abarttığını söyleyemem. Ama bizim gibi, yüksek tedbirlerle çalışan sivil toplum örgütlerinde risk görmüyorum. Yine de, çok çok az araç gerece ve paraya sahip, çok kalabalık ve çok yoğun çalışan kliniklerde çalışanlar gerçekten tehlike altında.
Hastaların ‘giden geri dönmüyor' diye hastanelere gitmediği söyleniyor. Siz de yaşadınız mı bunu?
-Ebola'nın Afrika'da bu denli yayıldığı ilk örnek bu. Bu meseleyi düşünürken bunu akıldan çıkarmamak lazım. İnsanlar hastalığı bilmiyor. Doğaldır, bilmediğiniz şeylerden daha çok korkarsınız. Bu yüzden, direniş diyemem ama kuşkuculukla çok karşılaştık. İnsanlar şüphe duyuyordu. Hele de en başlarda… Hastalar kliniğe çok geç başvuruyordu. Geldiklerinde iş işten geçmiş oluyordu. Ölüm oranı çok yüksekti. Akrabalar, hastaneye gidenlerin geri dönemediğini görünce daha da korktular. Bu yüzden çok dedikodu çıktı. Kimse hastasını hastaneye getirmek istemiyordu.
Halen böyle mi?
-Hayır, hastaneden tedavi olmuş şekilde çıkan ilk hastayı gördükleri an durum değişti. En azından olumsuz reaksiyon azaldı. Özellikle erken başvurduklarında tedavi görmenin işe yaradığını da anladılar. Artık halk arasında tedaviye inanma oranının yükseldiğini düşünüyorum.
Peki Ebola'ya ne zaman çare bulunacak? Fikriniz var mı?
-Şu anda piyasada resmi olarak onaylanmış bir tedavi yok. İlaç yok yani. Ama hastaneye erken gelindiğinde ölüm oranlarını yine de düşürebiliyoruz. Vücudun virüsü yenmesi için gerekli ortamı sağlamaya, vücudu desteklemeye çalışıyoruz. Hastanın güçlenmesi gerekiyor. Ölüm oranları bazı noktalarda yüzde 90'larda... Ama biz erken başvurular geldiğinde kendi kliniğimizde yüzde 60'ların altına düşürmeyi başardık.
Ciddi bir oran bu…
Hem de çok ciddi… Bağışıklık sistemini destekliyoruz. Multivitaminler, sıtma ilaçları, antibiyotikler kullanıyoruz. Önceden var olan veya ebolaya eşlik eden diğer problemleri çözmeye çalışıyoruz. Vücudu ayağa kaldırmaya uğraşıyoruz. Ama en önemli unsur, gıda ve sıvı desteği. Hastalar susuzluktan ve açlıktan da bitap düşmüş oluyor çünkü.
Çok zor koşullarda çalıştınız. Çalışırken nasıl sakin kalıyordunuz? Kafanızı boşaltmak için zamanınız oldu mu?
-Çok sayılmaz. Şu anda bile o kadar yorgunum ki… Birçok insan bu işi iki aydan daha çok yapmaz. Boş zamanımız pek olmadı ama dinlenmek gerektiğini de biliyorduk. Başka türlü orada sağlıklı bir şekilde ayakta kalamazsınız. Uyumaya çalıştık. Yemeğimiz kabul edilebilir düzeydeydi. Haftada bir, bir araya gelip iş dışında bir şeyler de konuşmayı deniyorduk ama pek de mümkün olmadı. Böylesi duygusal stres yaşadığınız bir ortamda çalışırken zihninizi korumanız da çok önemli. Gördüğünüz onca ölüm ve korkunç sahnelerin sizi etkilemesine izin verirseniz çökersiniz. Orada olmanızın da hiçbir anlamı olmaz.
Dönecek misiniz peki?
-Şu anda bir planım yok. Sierra Leone benim ikinci Ebola görevimdi. Üst üste bir ay Gine'de beş hafta da Sierra Leone'de çalıştım. Ama tecrübeli personel eksiği var. Bu yüzden de dönmek zorunda olduğumu düşünüyorum. Kendimi birazcık topladığımda geri döneceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?