bugün bir distopyaymış meğer

Devasa bir hastanenin katları arasında dolaşıp duran, gerçeklikle ilişkisi yavaş yavaş kopan ve ‘kim’ olduğuna cevap aramaya başlayan bir hasta… Onu yavaş yavaş ele geçiren, kimliksiz bırakan bir hastane… Bir görünüp bir kaybolan ama her zaman şüpheli davranan doktorlar, görevliler, diğer hastalar… Her şeyi, her anı, her davranışı belleğine kaydeden, analiz eden, yorumlayan ve sonuçlar çıkartan bir sistem… En güzeli de, kendi başına, bağımsız bir alan olarak kalan tek yer, rüyalar… 

Mehmet Açar, ‘Kayıp Hasta’da sıkıntılı, tekrara düşmeye, başkalarına benzemeye çok müsait bir konuda tıkır tıkır işleyen bir düzenek kurmuş; çok iyi bir roman çıkarmış. Uzun yıllar önce yayımladığı, Tarkovski ve Borges sularında gezen ve bence bir mücevher gibi üstüne titrememiz gereken ‘Siyah Hatıralar Denizi’nden sonra, bu defa Kafkaesk ama yine de kendine özgü bir roman yazmış. 

Bu dünyaları kurmak başlıbaşına bir iş… Ama esas iş bu kitapta bence başka yerde. Hikâye yavaş yavaş açılırken, özgürlükçüleriyle, vesayetçileriyle, muhafazakârları, liberalleri, şüpheli örgütleri, casusları, sürekli el değiştiren hastane yönetimi ve sonunda kendi için çalışmaya başlayan benzersiz ‘Sistem’iyle günümüz Türkiyesi’ne giriyoruz. Hafızasını kaybetmiş ya da hafızası ona özenle kaybettirilmiş bir hastanın gözüyle bakınca, can acıtıcı bir meseleyi anlıyoruz: Bugün dediğimiz distopyaymış meğer! 

Hüner bu sıkıntıyı anlatabilmekte zaten. Anlamaksa bir başka dert…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...