wikileaks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
wikileaks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

sana son bir şans chomsky efendi!



Kimse kendinden başkasını beğenmiyor. Eh, bunu bazı insanlardan zaten bekliyorsunuz. Mesela, eski futbolcu Sergen Yalçın, Habertürk’ten Elif Key’e bu hafta sonu verdiği röportajda, kendisinden sonra -hele de Beşiktaş’a- gelenleri asla beğenmediğini, bir daha, yetmedi bir daha söylüyordu: “Guti’yi yıldız oyuncu diye getirdiler. Hiç beğenmiyorum. 35 yaşındaki adamı yıldız oyuncu diye lanse edersen, işler yürümez. Hiçbir zaman Kenan İmirzalıoğlu, Erkan Petekkaya olmadı, hep yan roldeydi. Real Madrid’de de, Zidane’ın, Ronaldo’nun yanında sırıtmadı. Guti’ye tek başına sorumluluk ver, kesin mantarlar! Onun verdiği pasları gözlerimi bağlasan atarım.”

Ama aynı tavrı bazı başka insanlardan da beklemiyorsunuz. Hemen Newsweek Türkiye’nin bir önceki sayısındaki, Noam Chomsky röportajına bağlanıyoruz. Röportajı yapan Nevra Yaraç soruyor: “1971’de Amerikalı muhalif tarihçi Howard Zinn ile birlikte Ellsberg ve Russo’nun Pentagon belgelerini sızdırmasına yardımcı oldunuz. Hedef ve sonuçlar açısından bakınca kendinizle Julian Assange arasında paralellikler görüyor musunuz? Chomsky de cevaplıyor: “Çok fazla değil. Pentagon Belgeleri, devlet politikasının nasıl oluşturulduğunu ve uygulandığını anlamaya dair paha biçilemez bir katkı da sunan, 25 yıllık üst düzey planlamayı içeren, detaylı ve yoğun hükümet içi belgelerdi. Wikileaks ise, ilginç olmakla beraber genellikle güvenilirliği sınırlı olan yüzeysel raporlardan oluşan diplomatik yazışmaları içeriyor.

Bir başka soruya cevaben şunu da iddia ediyor Chomsky: “Wikileaks’in çok fazla etkisi olacağından o kadar emin değilim. Bundan önce de ülkelerin dış politikalarını etkilemesi gereken daha çarpıcı ifşaatlar olmuştu ama sonuçta çok büyük bir etki yarattıkları söylenemez.”

Yani nedir? En büyük etkiyi Chomsky'nin kendisinin de katkı verdiği Pentagon Papers yarattı. Julian Assange’in yaptığını çoluk çocuk da yapar. Zaten Chomsky’nin gözlerini bağlasan daha güzel belgeler yayımlar.

Manufacturing Consent isimli belgeselini henüz edindim. Sana son bir şans veriyorum Chomsky efendi. O belgesel iyi çıktı mı tamam, yoksa yollarımız burada ayrılıyor. Wikileaks yüzünden değil, bu burnu büyük tavrın yüzünden!

aman erdoğan kızmasın



Aşağıdaki yazı, Newsweek Türkiye'nin 20 Aralık 2010 tarihli sayısında yayımlandı.

Bu haberi hazırlarken şunu öğrendim: ABD'deki Türk uzmanlar, Türkiye hakkında konuşmaya eskisi kadar hevesli değil. Amerikan uzmanlar içinse dünya yıkılsa durum değişmez, aynı şevkle işlerine devam ederler. Buyurun habere:


Wikileaks ABD Dışişleri'nin yazışmalarını yayımlamaya, Amerikan diplomatları da bu yayın yüzünden bozulan ilişkileri tamir etmek için çabalamaya devam ediyor. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ilk günden beri bilfiil işin içinde; Türkiye'deki muadili Ahmet Davutoğlu dahil görüşebildiği herkesle görüştü. Ama Başkan Barack Obama, diplomatların çabalarına destek olmak için sadece bir defa devreye girdi ve geçen hafta, telefonuna davranıp iki ayrı ülkenin liderini, Meksika Başkanı Felipe Calderon'u ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı aradı.

Görüşmelerin akabinde, Beyaz Saray yetkilileri bunların özür telefonu olmadığını, tarafların konu hakkındaki hassasiyetlerini paylaştıklarını bildirdi. Peki Obama, neden Merkel, Sarkozy, Putin, Cameron veya Berlusconi gibi, Amerikalı diplomatların haklarında epey ağır notlar yazdıkları liderlerle değil de sadece bu iki isimle hassasiyetini paylaştı? Calderon için aslında basit bir açıklama var. Obama, onu, Meksika'nın Cancun şehrinde düzenlediği İklim Zirvesi'nde ortaya koyduğu başarılı organizasyon için aramıştı; sonra konu Wikileaks'e de geldi. Ama Erdoğan'ı aramak için böyle bir bahane görünmüyor.

Washington'daki düşünce kuruluşlarında çalışan Amerikan diplomasisi ve Türkiye uzmanlarına göre, ortada çok güçlü bir sebep var: Obama yönetimi hiçbir şekilde Türkiye'yi ve Erdoğan'ı kaybetmek istemiyor ve iki ülkenin ilişkisini zora sokması muhtemel bu durumu bu yüzden bizzat onarmak istiyor. Carnegie Endowment for International Peace'den Henri Barkey'e göre, Türkiye'ye önem veren Başkan ilk elden hasar kontrolü yaptı: "Obama beri yandan Erdoğan'ın söylemsel veya yasal yollara başvurarak işi uzatmasının ve zararın bu şekilde büyümesinin sembolik de olsa önünü almak istemiş olabilir."

Center for a New American Security'den Daniel Kliman da, yazışmaların, iki ülke ilişkileri açısından çok kırılgan bir zamanda, yani Mavi Marmara meselesi ve İran'a BM yaptırımına karşı Türkiye'nin ret oyu ABD'de hâlâ gündemdeyken yayımlanmasının Obama'yı harekete geçirdiğini düşünüyor: "Başkan, yeni bir karşılıklı suçlama serisi başlamasın ve ABD için hâlâ hayati önemdeki bu ilişkinin gördüğü hasar azalsın diye bizzat telefon etti."

Council on Foreign Relations'dan Steven A. Cook ise Obama'nın telefonunun arkasında Erdoğan'ın öfkesi olduğunu düşünüyor: "Aradı, çünkü Erdoğan çok sinirlenmişti. Diplomatlar onun hakkında ne düşünürse düşünsün, Obama yönetiminin Erdoğan'la çalışmaya halen ihtiyacı var."

aşkımız her zamanki gibi tehlikede



Yaşımız geçti artık, benden sonra da gidenler var. Berkan'ı (Özyer) askere gönderiyoruz. Tam şu an Newsweek Türkiye ekibi uğurlama adına cümleten İstanbul'da partiliyor, ben de gurbette bu post'u giriyorum. Sebepsiz değil, taze askerin bu fotopost'lara pek kanı kaynıyor, eh, giderayak arkasından şöyle bir tas su dökmüş olayım. Ben Amsterdam'a gelirken de o dökmüştü, unutmadım bak!

Sosyal sorumluluğunun farkında bir blog yazarı olarak şu duygusal girişi hemen gündemle birleştiriyorum. Malum, Wikileaks belgeleri, bir sürü başka ifşaatın yanı sıra, Rusya Başbakanı Vladimir Putin ile İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi arasında akçeli bir ilişki olduğunu söylüyor. Her şeye inanırım, işte buna inanmam! Bu ikilinin ilişkisi bambaşka, paraya pula bakmaz. Bakın, fotoğraflar da böyle söylüyor. Maşallah beraberce her kılığa girmişler, her zevki tatmışlar, şimdi bunun parayla ne ilgisi var!

En tatlısını sona sakladım Berkan, yavaş yavaş git, sana aynen o fotoğrafta olduğu gibi uzaktan selam ederim, hayırlı teskereler!














uluslararası ilişkiler 101



Wikileaks notlarını keşke üniversitede okumuş olsaydım. Bir sürü sınav sorusuna daha doğrudan yanıt verebilirdim. Bugünün uluslararası ilişkiler öğrecileri döne döne faydalansın bari. Daha iyi birincil kaynak bulamazlar. Belgeler, ülkelerin birbirleri hakkındaki niyetlerinin ne olduğunu ve diplomasinin aslında nasıl işlediğini mükemmelen gösteriyor. Çok tekrarlandı ama en azından blogun hafızasına not düşmek adına Amerikan büyükelçiliklerinden geçen hafta sızan ilk dalganın en önemli 10 notunu aşağıya alıyorum (önem sıralaması değildir):

PS: Nostalji adına üniversitedeki başucu kitabımız Heywood-Politics'in görselini aradım ama bizim eski baskıyı bulamadım. Nasılsa, bizim mezunların en az yarısı kitabı hâlâ evinde saklıyor, onlar oradan hayal edebilir.



1) Samimi fotoğraflar veriyorlar ama Latin Amerikalı liderler birbirlerinden çok da hazzediyor sayılmaz. Fikir ayrılıkları, bölgesel işbirliği konusunda geçtiğimiz Şubat’ta Cancun, Meksika’da yapılan zirvede doruğa ulaştı. Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe ile Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in neredeyse yumruk yumruğa kavga edecekleri zirve sonrasında, Meksika’nın Kolombiya elçisi Luis Camilo Osorio, Meksika Başkanı Felipe Calderon’un aslında herkesin birbirinden rol çalmaya çalıştığı bir muz cumhuriyeti fiyaskosuna başkanlık ettiğini söyledi.

2) Belgeler zirvelerin bir prestij sembolü olduğunun ve karizmayı çizdirenlerin soluğu zirvelerde aldığının altını çiziyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin Dış Politika Başdanışmanı Jean-David Levitte, Normandiya Çıkartması’nın bu sene düzenlenen 65. yıldönümü törenlerine eski İngiliz Başbakanı Gordon Brown ve Kanada Başbakanı Stephen Harper’ın çağrılmasının tek sebebinin, siyaseten kendi ülkelerinde sıkıntılı günler yaşamaları olduğunu belirtiyor.

3) Yıllardır Kuzey Kore’nin hamisi konumundaki Çin kararını değiştirmeye başladı. Kuzey’in “şımarık bir çocuk” gibi davrandığı düşünülüyor. Artık Beijing’de Kuzey ve Güney’in birleşmesi, üstelik Seul’ün de başkent olması üzerine kafa yoruluyor.

4) Ortadoğu’da Araplar ve İsrail’in İran’ın nükleer programı hakkındaki düşünceleri çok da farklı değil. Suudi Arabistan Kralı Abdullah, İran’a askeri bir operasyonun gerekli olduğuna inanıyor. Hem de düşüncesini seslendirirken “yılanın başının kopartılması lazım” gibi bir ifade kullanabiliyor.

5) Belgeler ABD’nin “diplomatik dokunulmazlığın” en yüksek kalelerini hedeflediğini işaret ediyor. Başta BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, BM Güvenlik Kurulu’nun kalıcı üyelerinin temsilcileri hakkında dahi biyografik istihbarat toplanması talebi, ABD Dışişleri’nin, diplomasi tarihi ve kültüründe yeni bir sayfa açtığının işareti olabilir. Mevcut ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve bir önceki bakan Condoleezza Rice’nın imzaladığı biyografik istihbarat talepleri, sadece şüpheli şahıs ve kurumları değil neredeyse bütün diplomatik etkinlikleri kapsıyor ve temsilciliklerden, ilgili kişilerin DNA kayıtlarından uçuş numaralarına kadar bulunabilen bütün bilgilerini ABD’ye iletmeleri bekleniyor.

6) ABD’nin El Kaide’ye karşı Arap Yarımadası’nda yürüttüğü operasyonda bilinenin çok uzağında bir resim mevcut. İç ve dış kamuoyuna “kimse içişlerimize karışamaz” diyen Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, ABD kuvvetlerine gizlice, sınırsız operasyon izni verdi. Salih, 2009 Eylül’ünde Obama’nın milli güvenlik danışmanı John Brennan’a, “size terörizme karşı açık bir kapı sunuyorum; dolayısıyla artık sorumlu değilim” derken, yarımadanın en fakir devleti olan Yemen için de 150 milyon dolarlık bir güvenlik sigortası istiyordu.

7) Küba’daki Guantanamo Hapishanesi’nin kapatılması ABD Başkanı Barack Obama’nın seçim vaatlerindendi. Ama hapishanedeki tutukluları hepten serbest bırakmak istemeyen Amerikan yönetimi, başka ülkelere nakil için dünyanın dört tarafında girişimlerde bulunmaya başladı. Görüşülen ülkelere, tutukluların kabulü karşılığında bedel ödeneceği de vaat edilebiliyordu. Bu bedel bazen sadece para yardımıyken bazen Obama’nın ilgili ülkeye yapacağı bir ziyaretin vaadi de olabiliyordu. Slovenya’ya önerilen ise vaatlerin içinde en düşüğüydü: Bir tutuklu karşılığında Slovenya Başbakanı’na Beyaz Saray ziyareti –ki o da kesin değildi- ayarlanacaktı.

8) Sızan dokümanlar ABD ile İngiltere arasında, genelde İngilizler’in acı çektiği karşılıksız bir aşk ilişkisi olduğunu gösteriyor. Afganistan’daki askeri işbirliğinde, İngiltere’deki askeri üslerin kullanımında ve daha birçok ikili ilişkide ABD her istediğini yaptırırken, İngilizler’in talepleri göz ardı ediliyor veya dinlenmiyor. Belgeler, İngilizler’in bu sene David Cameron liderliğinde kurulan Muhafazakâr hükümetinin de seçim öncesi ABD’ye Amerikan yanlısı olma ve daha fazla ABD silahı alma taahhüdünde bulunduğuna işaret ediyor.

9) ABD ile İran’ın yıldızı barışmıyor olabilir ama belgeler kapalı kapılar ardında bazı konular üzerinde işbirliği çabalarının olduğunu söylüyor. Bunlara göre, İran, Afganistan’daki savaştan kaynaklanan göçmen ve uyuşturucu problemlerini çözebilmek adına, aracılar vasıtasıyla, ABD’ye ortak çalışma teklifi götürdü. Belgeler, İran’ın BM nezdindeki büyükelçisi Cevat Zarif’in Amerikalılar’la çalışmak konusunda güçlü bir görüş dillendirdiğini yazıyor. Belgelerde “Taliban yönetiminin bölünmüşlüğünden” dolayı bu çabalardan da bir sonuç alınamadığı yazılı.

10) Suudi Arabistan, Amerikalılar’a Afganistan’dan bir çıkış yöntemi sundu. Buna göre, Suudi istihbaratının eski başkanı Prens Türki bin Faysal, ABD ile NATO’nun güçlerine ilaveten Pakistan, Rusya, Çin ve Suudi Arabistan’ın da Usame bin Ladin ve El Kaide’nin ikinci adamı Ayman el-Zevahiri’nin yakalanması için bir sürek avı yürütmesi gerektiğini önerdi. Prens’e göre ancak bu sağlandıktan sonra ABD kendini muzaffer ilân ederek Afganistan’dan çekilebilirdi.

arjantin'in stresli başkanı, düğün diplomatı ve talihsiz bir ayı



Wikileaks yayınları garip notlarla dolu. Sızan belge bolluğunda gözden kaçan birkaç ayrıntı:

En tuhaf istek: Washington'dan ABD Dışişleri Bakanı imzasıyla Buenos Aires büyükelçiliğine gönderilen not, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Kirchner hakkında merak edilen bir konunun araştırılmasını istiyordu. Washington, Kircher'in sinirlerini nasıl yatıştırdığını, stresin karar alma sürecini nasıl etkilediğini, ilaç kullanıp kullanmadığını merak ediyordu.Clinton'ın soruları arasında Kirchner'in kocası ve Arjantin'in bir önceki devlet başkanı, bu sene hayatını kaybeden
Nestor Kirchner'in sağlık durumu da bulunuyordu: Nestor
Kirchner'in sindirim sistemi sıkıntısı ne alemde? Öfkeliliğiyle
tanınan Kirchner, duygusal uçlar arasında gidip geliyor mu? Sinirini en
çok tetikleyen konular nelerdir?


En başarılı yazar diplomat: Hiç kuşkusuz William Burns. Bugün Dışişleri Bakanı müsteşarlığı görevinde bulunan, 2005-2008 arasındaysa ABD'nin Moskova
Büyükelçiliği'ni yürüten Burns, sızan belgeler arasında detaylara ve
canlı anlatımlara en çok yer veren diplomat olarak göze çarpıyor.
Dağıstan'da Çeçen lider Ramazan Kadirov'un da katıldığı bir
düğün hakkında Washington'a ilettiği notlar o kadar çarpıcı ki,
Guardian gazetesi yazarı Timothy Gordon Ash onu ünlü gazeteci yazar Evelyn
Vaughn ile eş tuttu.

En dramatik not: Almanya'ya 170 yıl içinde giren tek vahşi ayı Bruno'nun
talihsiz kaderi Münih'teki Amerikan diplomatların gözünden kaçmadı.
2006 yazında, seyahatine İtalya'dan başlayıp Alpler'i aşarak
Bavyera'ya giriş yapan Bruno için, hükümetin izniyle bir sürek avı
başlatılmıştı. Bruno'nun vurulup öldürülmesi için getirilen
Finlandiyalı avcılar başarılı olduktan sonra, Washington'a şöyle bir
not gönderildi: "Daha o günün sabahında, Bruno, adı (henüz)
bilinmeyen bir avcının elinden ölümü tattı."

resim değişiyor



Rüzgâr değişiyor da diyebiliriz. Neyin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçen birkaç günün ardından gelen değişimle, Amerikan merkez medyası dişini göstermeye başladı. ABD bayrağının Assange’ın ağzını kapattığı Time kapağı manidar. İlgili yazı da öyle. Derginin Wikileaks ve Julian Assange hakkındaki kapak konusunu Hillary Clinton yazsaydı, daha iyisini hazırlayamazdı. Time, Massimo Calabresi imzalı yazıda hafiften Assange’ı suçluyor ve üstüne üstlük bir de dalgasını geçiyor. Wikileaks’in ardındaki ismin “şehitlik kompleksi”ne sahip olabileceği söyleniyor, boyundan büyük laflar etmekle itham ediliyor (“Yaptığımız söyleşide bize Amerika’nın kurucu babaları hakkında bir söylev çekti” denmiş mesela)

Time herkes hakkında bu denli tatsız şeyler yazmaz. Belli ki, çorbadaki sinek gibi can sıkmış Assange. Beri yandan medyanın bunu neden yayınladığı tartışmasına girmemişler (ABD’nin en güzel yanı, basının gerekli gördüğü her şeyi yayımlama hakkının Anayasa tarafından düzenlenmiş olması kuşkusuz.) Biraz sisteme kızıyorlar, bu kadar çok gizli belge olmasının yanlışlığını ve bu belgelerin –bu kadar çok oldukları için- korunmasının imkânsızlığını yazıyorlar. Dahası, Time’a göre, ABD Başkanı Obama, zaten tam da bu yanlış sistemin canına okumak üzereydi ve Assange şimdi onun işini zorlaştırdı.

Eh, kimin işi zor değil ki?

wikileaks devler liginde



Aşağıda uzunca bir yazı var. Ağustos ayının ilk haftasında Newsweek Türkiye'de yayımlandı. Wikileaks, epey ses getiren savaş kayıtlarını (warlogs) ortaya döktükten sonra yazmıştım. Bugün tekrar bakmak faydalı olabilir. Yazıda bir Julian Assange ve Wikileaks portresi mevcut ama onun ötesinde bundan sonra biz gazetecilerin nasıl çalışması gerektiği de tartışılıyor. Sonuçta bir siteden alıp alıp manşet döşemek yetmiyor. Peki ne yapacağız? Sabırlıysanız buyurun:

"
Wikileaks devler liginde

Eski hacker Assange bir hareketi tetikledi; medya artık değişmek zorunda.


Onu bir sonraki Harry Potter filminde görecek olsanız şaşırmazdınız. "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma" dersi için Hogwarts'a gelen yeni büyücü öğretmen rolünü rahatlıkla oynayabilirdi. Hatta Harry Potter dünyası için pek uygun görünen gizemli adını bile değiştirmezdi. (Soyadı İngilizce'de "saldırmak-assault" ile "tertip etmek-arrange" fiilleri arasında bir yerde tınlıyor.) Üstelik eserin orijinaline uygun bir şekilde, onun karanlık sanatlara karşı mı, onların yanında mı olduğunu da ilk bakışta anlayamazdınız. Devletlerin ve özel şirketlerin sırlarını ifşa eden internet sitesi Wikileaks'in kurucusu ve görünürdeki tek temsilcisi Avustralya vatandaşı Julian Assange işte böyle tuhaf bir adam. Rengi ışığa göre sarıyla gri arasında değişip duran dümdüz saçları, yüzüne dökülerek ona hem yumuşak hem de tekinsiz bir hava katıyor. Yavaş bir tempoda, tane tane ama yine de düzensiz bir şekilde konuşuyor. Sanki sofradan kalkar kalkmaz topluluk önünde bir konuşma yapmaya zorlanmışçasına, sözcükler ağzından hem keyifsizce hem de hazım güçlüğü çekiyormuş gibi dökülüyor. Ama kendinden ve söylediklerinden emin olduğu da aşikâr. Söyledikleri bir kenara, Assange'ın son bir, iki yıldır yayımladığı belgeler dünyanın her tarafında ses getirdi. Wikileaks, ulaştığı -ya da ona ulaşan- kaynaklar, müthiş hızı, her yerde olabilme ve her şeyi birden yayımlayabilme kapasitesiyle, skandalları deşifre eden yeni nesil bir yayın mecrası olma yolunda idmanını tamamladı. Tartışma büyüyor. Bu internet sitesi kimilerine göre kamuyu bilgilendirmenin yeni ve dolaysız yolu, kimilerine göre de sadece bilgi kirliliği yaratan anarşist bir yapı. Her ne olursa olsun soru ortada: Bu tuhaf adam ve yöntemleri gazeteciliğin geleceğini bugünden değiştiriyor mu?

İki hafta önce sorulsaydı, bu soruya "evet" demek kolay olmayacaktı. Ama şu an Ağustos 2010'un başındayız ve bu meslekte en kıdemlilerimiz dahil, hepimiz birkaç gün önce, hayatımızda ilk defa dünyanın büyük yayın organlarının, devletlerin ve orduların gizli saklı işlerine karşı güç birliği yaptığını gördük. Her şey Temmuz'un son haftasında yaşandı. ABD'den New York Times ve İngiltere'den The Guardian gazeteleriyle Almanya'dan Der Spiegel dergisi medya dünyasındaki tüm saygınlık ve güçlerini kullanarak Wikileaks'in onlara sağladığı 92 bin küsur gizli belgeden haberler üretti. 25 Temmuz Pazar günü üç yayın organı da, ayrı ayrı yazdıkları aynı haberle çıktılar. Haberde NATO birliklerinin Afganistan'da yürüttüğü savaşa dair, benzeri görülmemiş detaylı askeri kayıtlar yer alıyordu. Belgeler Assange'ın her zamanki gibi kimliğini açıklamadığı bir askeri yetkili -belki de onlarcası- tarafından Wikileaks'e sızdırılmış, Assange da onları kendisi yayımlamadan evvel bu üç medya devine teklif etmişti. Üçü de teklifi kabul etti; bazen beraberce, bazen sadece kendi ekipleriyle yaklaşık bir ay belgeleri gözden ve elekten geçirdiler, haberi nasıl yazacaklarını tasarladılar ve sonunda kendi meşreplerince yayımladılar. Aynı gün Wikileaks de bütün belgeleri internete koydu.

Bu yayın, kendini güvende hissettiği dört şehir arasında mekik dokuyan, çeşitli devletlerin gizli servisleriyle bazı özel şirketlerin dedektifleri tarafından sürekli takip edildiğini söyleyen eski hacker Assange'ın Wikileaks vasıtasıyla kotardığı ifşaat kariyerindeki zirve noktasıydı. Wikileaks'in daha önce de iyi zamanları olmuştu. 6 gönüllünün tam zamanlı, 1000 civarında şifreleme uzmanının ise yarı zamanlı çalıştığı, ana sunucusu İsveç'te bulunan sitenin bir önceki parlak işi, Bağdat'taki iki Reuters muhabirinin bir Amerikan helikopterinden hedef gözetilerek açılan ateşle öldürüldüğünü belgelemesiydi. Tanzanya'da, Kenya'da hükümetlerin yolsuzluklarını, Guantanamo Körfezi'nde ABD hükümetinin savaş esirlerine yaptığı suiistimalleri ve daha bunlar gibi onlarca olayın belgesini ortaya çıkardılar. Assange, "hükümetler içindeki iyi insanların" onları sürekli beslediğini ve o insanlar var oldukça sitenin de yaşamaya devam edeceğini söylüyor.

Ama şimdiye kadar sızan hiçbir belge bu denli büyük bir kıyamet koparmamıştı. Geçen haftaki yayından hemen sonra hem ilgili devletleri ve o devletlerin ordularını, hem de bütün gazetecilik alemini içine alan bir tartışma başladı. Assange, yayımladığı belgelerin 1970'lerde Vietnam Savaşı'nı deşifre eden Pentagon Papers (Pentagon Belgeleri) kadar önemli olduğunu söylüyordu. Hatta daha da ileri giderek, Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla birlikte Doğu Alman gizli servisi Stasi'nin arşivlerinin açılmasına denk bir vakayla karşı karşıya olduğumuzu da ileri sürdü. Bunlar tutarlı iddialar mı? Eski bir askeri görevli olan Daniel Ellsberg'in sızdırdığı Pentagon dokümanları; Kennedy yönetiminin Güney Vietnam lideri Ngo Dinh Diem'in devrilmesi, ardından gelen Nixon yönetiminin de Kamboçya ve Laos'un bombalanması işinde parmağı olduğunu ifşa ediyordu ve basına yansımaları büyük bir şok dalgası yaratmıştı. Totaliter Doğu Alman devletinin bekçisi ve suikastçisi Stasi'nin arşivleri ise Doğu Alman ulusunun sporcusundan yazarına, devlet başkanından sade vatandaşına, neredeyse fert fert, akla hayale sığmayacak trajediler yaşadığını ortaya koymuştu. Wikileaks belgeleri nasıl anlatılabilir peki? Bunlar Afganistan'da, sahadaki birliklerin tuttuğu savaş kayıtlarından ibaret. Tek tek bir şey açıklamaktan uzaklar. Ama biraraya getirildiklerinde özellikle üç önemli başlık altında toplanabiliyorlar: Afgan savaşındaki sivil ölümleri kamuya yansıyanlardan çok daha fazla, Pakistan gizli servisi (ISI) Taliban'la doğrudan ilişki içinde -Pakistan bunu anında yalanladı- ve ABD ordusu Taliban ve El Kaide liderlerini avlayacak gizli suikast timleri kurdu.

Habere imza atan üç yayın kuruluşunun dışındakiler ve askeri uzmanlar genel olarak "bu belgelerde yeni bir şey yok" yorumunda bulundu. Muhtemelen geride kalmış olmanın da verdiği bir kırgınlıkla, belgelerin değerini düşüren, öne sürdüğü iddiaları önemsizleştiren haberler yaptılar. Örneğin Washington Post'tan Richard Cohen, "ne idüğü belirsiz Wikileaks'in sağladığı muazzam veri çöplüğünün verdiği haber, ortada haber falan olmadığıdır," diyordu. Belgelere ilişkin haberi yayımlayanlardan New York Times bile bu konudaki eleştirilere yer veriyordu.

Kısacası, birçok gazeteci ve askeri uzman, Wikileaks belgelerinin ABD'yi sallayan Pentagon dokümanlarının yanından bile geçemediğini, hatta savaş alanındaki birçok görevliyi hedef haline getirdiğini dillendirdi. Bu dokümanlar eski ve önemsiz mi gerçekten? Savaşta ne olup bittiği hakkında kimseye bir fikir vermiyorlar mı? Gazetecilik açısından esas mesele bu soruların ötesinde ama ona gelmeden evvel, dünya çapındaki bu ifşaatın habercilik açısından iyi iş olduğunu, sıradan halkın öyle uzmanlar gibi Afgan savaşına dair her şeyi bilmediğini, dolayısıyla bilgilendirildiklerinde halen şaşırıp, kızıp, sorgulamaya geçebildiğini savunanlara bakalım. Columbia Journalism Review'a yazan Avustralyalı gazeteci Joel Meares, "son zamanlarda savaşa dair doğru dürüst hiçbir şey yazılıp çizilmediğini; öte yandan ortalama okurun her şeyden haberdar olduğunu düşünüp haber yapmamanın da gazeteciliğin içsel mantığına aykırı" olduğunu söylüyordu. "Belgelerin sağladığı ekstra bilginin işe yaramayacağını düşünmekse zaten gazetecilik fikrinin kendisine aykırıdır."

İyi veya kötü, elimizde artık 90 bini aşkın doküman var. (Assange daha büyük etki yaratacağını söylediği 15 bin dokümanı yedekte bekletiyor.) Bugün hepsini okuyamasak da, gelecekte bunları tek tek incelemeye devam edebileceğiz. Haberin değerini sorgulayan tüm köşe yazarı ve uzmanlar da onlardan yararlanacak. Peki Wikileaks hep yaptığı gibi belgeleri internete yükleyip kulaktan kulağa yayılmalarını beklese başarılı olur muydu? Üç büyük yayın organının haberin sorumluluğunu paylaşması işte bu noktada önem kazanıyor. Bir ölçüde de gazeteciliğin alabileceği yeni şekle ışık tutuyor.

Geçen Haziran ayında Wikileaks belgelerini diğer gazetelerle paylaşma fikrini Assange'ın aklına sokan Guardian'dan Nick Davies, gazeteler devreye girmeseydi, bu belgelerin patlamayacağını söylüyor. "Assange'ın internete ham materyal koyma konusunda sıkıntıları olduğunu biliyorum, ne zaman yeni bir şey yayımlasa, yayın organları 'bunlar üzerinde çalışmayalım, nasıl olsa yapan birileri vardır, haber elimizde patlayabilir' diyerek belgelere eğilmekten kaçıyorlardı. Bizim dahlimiz belgelerin gerçekten okunması olasılığını yükseltti."

New York Times, Guardian ve Spiegel'in varlığı sadece okunurluğu yükseltmekle kalmadı; belgelerin güvenilirliğini de garanti altına aldı. Guardian'ın Londra'daki binasında "sığınak" adını verdikleri bir odaya kapanan onlarca gazeteci ve uzman, alışılmadık güvenlik tedbirleri eşliğinde, bu belgelerin özgün ve tutarlı olup olmadığını anlayabilmek için detaylı çalışmalar yaptı; sahadaki gazetecilerden, ordu mensuplarından ve devletin diğer kayıtlarından yararlanılarak karşılaştırmalar yapıldı. Aynı işlem bir ay boyunca New York'ta ve Berlin'de de sürdü. (New York Times, daha sonra Assange'ın onları korkaklıkla suçlamasına neden olan bir hamle daha yaptı ve belgeleri yayımlamadan önce ABD hükümetinden yetkililere gösterdi; Avrupalıların başvurmadığı bu tutum Times'ın objektifliğini sorgulatsa da, hükümet kanadından itiraz gelmemesi belgelerin gerçek olduğunu da açığa çıkardı.)

Biz bu tip bir duruma alışık değiliz. Son yıllarda genelde Taraf gazetesi aracılığıyla yayımlanan belgeler, Türkiye'de başka türlü bir gündem yaratıyor, Wikileaks belgelerinde hiç gündeme gelmeyen sorular ortaya dökülüyor:

Neden bu gazete, neden şimdi, bu belgeler gerçek mi? Afgan kayıtları vakasında bu üç sorunun kıyısından bile geçilmedi. Herkes belgeleri olduğu gibi kabul edip sadece "değer" ve "etik" üzerinden kalem oynattı. Fark demokrasi kültürünün daha yaygın olmasında değil, daha doyurucu bir gazetecilik yapılmasındaydı. Örneğin, Taraf'ın darbe girişimleri ve Ergenekon yapılanmasına dair iddiaların yer aldığı cesur yayınlarının arkasında araştırmacı gazetecilik eksiği hissediliyordu.

Ama Wikileaks meselesinde sadece güvenilirlikle yetinilmedi, doyuruculuk da esas alındı. Haberi yayımlayan üç gazete arasındaki fark da işte bu noktada gündeme geldi. Guardian'daki gazeteciler, belgeler üzerinde çalışabildikleri bir ay boyunca kendi sıkıntılarını okurlarının yaşamaması için seferber oldu. Temel gaye ille de yeni ve flaş bir haber sunmak değildi; okurlara bu dev malzemeyi nasıl yorumlayıp 92 bin belge içinde yollarını kaybolmadan nasıl bulacaklarını da öğretmek gerekiyordu. İşte bu yüzden ölümlerin, saldırıların, anahtar olayların gün gün verildiği, renk kodlarıyla olayların kahramanlarını ve kurbanlarını birbirinden ayıran muazzam bir interaktif harita hazırlandı. Guardian'ın araştırma editörü David Leigh de, gazetenin habere ilişkin online marifetlerini gösteren bir eğitim videosu üretti. Evladiyelik bir çalışmaydı.

New York Times da zamansal, tarihi ve coğrafi çerçeveleri oturtmak konusunda iyi iş yaptı. Gazete, internet sitesinde, her bilgiyi haritayla desteklerken "Times'a sorun" başlığı altında editör ve muhabirlerini de okurlarla yüzleştirdi. (Bu arada Der Spiegel'in genellikle işin Almanya boyutuyla ilgilendiğini not edelim.)

Çıkarmamız gereken dersler var. Binlerce sayfalık Ergenekon iddianameleri yayımlandığında, bu dergi de dahil hiçbir yayın organı bu tip teknikler kullanmadı. Haritalar, soy ağaçları, grafikler, zaman çizelgeleri hazırlanmadı. Okurun bu belgeleri kendi kendine okuyup bitireceğini mi düşünüyorduk? Sonuçta okurlar da, gazeteciler de belgeleri hakkınca okumadı. Gazetecilerin okumadığını konu hakkında çıkan kitapların bir elin parmaklarını geçmemesinden, yeni haberlerin ortaya dökülmemesinden anlayabiliyoruz.

Ama artık bu devir bitti. Gazetecilik sadece belgeyi yayımlama devri değil. (Bu Wikileaks örneğinde gördüğünüz gibi artık çok kolay, ya biri ya diğeri belgeyi sızdırıyor, birileri yayımlıyor, herkes de aynı anda, aynı rahatlıkla okuyabiliyor.) İş, belgeyi işlemekte, okunabilir kılıp geleceğe devretmekte. Washington Post'un geçen ay kotardığı "Top Secret America" dosyasına bakmanızı öneririm. Gazete, Amerikan'ın çok gizli güvenlik endüstrisinde hangi firmaların, devletin hangi kurumlarının, ne ölçüde, hangi coğrafyada, hangi sıklıkla yer aldığını, diagram ve interaktif haritalar üzerinde karşılaştırmalı bir şekilde anlatıyor; bütün bunları videolar ve analizlerle destekliyor ve bu karmaşık dünyadaki her şeyin anlaşılmaya en azından biraz daha yakın olmasını sağlıyor. Üstelik internetteki gazete ile matbu ürün arasında nasıl bir farklılaşmaya gidilebileceği konusunda bir fikir veriyor. Yeterince basit değil mi? Kağıt üzerinde yapamadığınızı ekran üzerinde yapın. Şimdi anlatmanın yeni yolları da var. "

yıllık iznin bir haftalık bölümü



Temmuz’un son haftasındaki yayını da sayarsak, Wikileaks bu sene dünyanın dört bir yanındaki gazete ve gazetecilere süper kıyak yaptı, diyebiliriz. Bir defa, taş atıp kolunuz yorulmadan manşetiniz çıkıyor, yanılıp mahcup olma tehlikesi de yok. Olay o kadar büyük ki, okunmanız da garanti üstelik.

Az buz değil, neredeyse bütün gazetelerin en az bir haftalık manşeti bu sene Wikileaks’tendi. Herkese yıllık iznin bir bölümünü, patron değil Julian Assange dağıttı yani. Bu işler karşılıklı; o halde aynı patron Wikileaks’e bağışta da bulunsun (malum, Assange’ın çarkı öyle dönüyor.)

Yani Wikileaks hem manşeti hazırlıyor, hem de herkesi masasının başında tutuyor. Yeter mi? Okumalar bitince, gazeteciler parçaları birleştirmeye başlayacak, kendi manşetlerini atacaklar. En azından öyle umalım. Wikileaks’in de biraz tatile ihtiyacı var sonuçta.


Bu arada herkes Ankara kaynaklı belgelere ve Wikileaks’ten gelen tweet’lere abone olmuşken, başka belgeler üzerinde de mesai yapıp manşetini taştan çıkaran Radikal’e tebrikler valla. İlgili haber de işte aşağıda.



elf leyle ve leyle




Hayatı Hollywood’dan takip etmeye alıştığımız için aklımıza gelen ilk soru şu: Bu adamın (Julian Assange’ın yani) ne kadar ömrü kalmıştır? Yaşatmazlar bir şekilde, diyoruz.

Eh, çok daha azı için, CIA, Akbabanın Üç Günü’nde Robert Redford’un burnundan getiriyordu. Yine de Hollywood ölçeğinde düşünmeyelim; Doğu bize daha çok uyar.

Wikileaks’ın eldeki belgelerinin ancak binde birini yayımladığını biliyoruz. Demek ki, nereden baksan bin gece daha belge gazetecisi olacağız. Hem Türkiye saatiyle belgeler geceleri yayımlanıyor. Romantik yaklaşalım, Şehrazat’ın ölümden kurtulmak için hikâye anlatacağı daha bin gece var.

Assange, “dünyaya bir kere geliyoruz” demiş. Bin atımlık barutu olmasaydı, bu kadar rahat olur muydu?

Şehrazat’ın bin bir gecelik becerisini bin yıldır konuşuyoruz, bakalım bu işi daha ne kadar konuşacağız.

Ümmü Gülsüm'ün Binbir Gece'si aşağıda:

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...