kokuşmak


Newsweek iki sene önce can çekişirken, dünyanın en fırsatçı yazarlarından biri olan Fareed Zakaria batıyor sandığı gemiden atladı ve kapağı ezeli rakip Time'a attı.

Gemi batmadı; New York entelijansiyasında dergi sihirbazı olarak tanınan Tina Brown'a emanet edildi. Brown, dergiyi yeniden yapılandırdı; bu arada Zakaria'nın rolünü de Niall Ferguson'a verdi. Derginin entelektüel yükünü artık o çekecekti. Harvard'da tarih profesörü olan Ferguson'u bizde YKY'nin yayımladığı üç kitaptan, Uygarlık, İmparatorluk ve Paranın Yükselişi'nden de tanırsınız.

Esas derdime geleyim:

Ferguson o günden bu yana gündemin en sıcak meselelerini yorumluyor. Bu hafta sıra ABD'nin Suriye'ye olası müdahalesindeydi. Uzmanlar, malum, Türkiye'de olduğu gibi Batı'da da ikiye bölünmüş durumda. Kimisi "kalk gidelim" diyor, kimisi de "bok yeme, otur."

Ferguson ikinci cephede. Makalesinde nedenlerini sıralıyor. Hem de korkunç bir açıklıkla. Bir entelektüelden herhalde daha kuvvetle nefret edemezdim. Buyurun, gerekçelerini siz de okuyun (makalenin orijinali için de buraya):

1) İnsani müdahale gereksiz (ABD açısından.) Çünkü ABD'nin artık Ortadoğu'nun petrolüne ihtiyacı yok. Ülkede bulduğu yeni doğalgaz yatakları gelecekte iş görür.

2) İnsani müdahale gereksiz. Çünkü savunma bütçesinde para yok.

3) İnsani müdahale gereksiz. Çünkü müdahale etse de ABD yeterince takdir görmüyor.

Bir de ekliyor: Çok gerekiyorsa gitsin Çin müdahale etsin, hiç değilse kendine biçtiği yeni role uygun davranmış olur.

Bu kadar açık bir yazıya az rastlanır. Bu kadar vicdansızına da. İnsanın ruhu kokuşunca böyle şeyler yazıyor işte.

Ferguson fotoğrafta Saraybosna'da bir mezarlıkta. Bir belgesel için.

günlerden ulysses


kraliçenin hizmetinde (ya da değil)

James Bond II. Elizabeth'e altmış yıldır sadık. Ian Fleming kendisini 1952'de yarattığına göre, garibim başka bir devletliye de hizmet veremedi. İngiltere basınının kafakağıdı biraz daha eski olduğundan, meseleyi daha iyi hatırlıyor. Dahası kim kimdir şöyle bir görme imkânı sunuyor. İyi de bize ne demezseniz, II. Elizabeth'in 60. yılı törenine dair manşetlere buyurun:


* Kendinden başka kimseyi umursamayan Rupert Murdoch'un elinde olmasına rağmen, The Times'ı hâlâ kemik muhafazakâr orta sınıf okuyor. "Bir zamanlar buralar hep imparatorluktu" diyenlerin gazetesi. Bugünkü ön sayfasından da belli. Kraliçe önde, tebası arkada, (Londra'da hava izin verdiğince) güneşli güzel günler ufukta...


* Kiminin imparatorluk gördüğü yerde, solcu Independent (çizgisinin bizde karşılığı yoktur) kaos görmüş. Kraliçe ortada değil, tekneler gelişigüzel seyrediyor, Thames Irmağı dalgalı.


* Sol liberal Guardian her zamanki gibi kararsız... Kraliyeti hem sevmez, hem sevmediğini bağıramaz. Bir yanda cici tekneler, bir yanda heyula savaş gemisi, bir yanda hava raporu...

* Sabah Sabah Seda Sayan televizyon için neydiyse, Daily Mail de gazetecilik için o. Okur kitlesi de aynıdır. Geçiniz.


* Bizim basın bile gördü ama özgürlükçü Irish Times'ın umurunda değil kraliçe. Ön sayfaya küçücük haber yapsalar, gazeteleri o gün Belfast sokaklarına yığıp yakarlar.

vur kafanı


Tatil dönüşü kürtaj tartışmalarını okudum ve nutkum tutuldu. İnsanın memlekete dair umudu kırılıyor. Elimde gazete olsa fırlatıp atardım ama bilgisayar var, yazık.

Ekonomik kriz için Bloomberg Businessweek kapak yapmış, "vur kafanı buraya" diyor. Bizdeki mevcut durumda bana uyar, sizi bilemem.

dikiş tutturmak

Yapılacak iş değil aslında. Az ödüllendirir, çok üzer, esirgemez... Ama zihnen doyurur. Saplantıdır biraz. 

Hollandalı Labelmag, dergi yapmak temalı sayısında, zanaatkârlıktır esasen, diyor. Kapağı görüyorsunuz.

Buralarda bazen yoklamaya çıkmıyorum. O zamanlar kendi masama çökmüş çalışıyorum. Dikiş tutturmak için...

hepimiz meleği arıyoruz

Den Bosch'ta bir öğle vakti. Boynumda kamera St. John Katedrali'nin etrafında dört dönüyorum.

Kalabalık bir mimari... Her taşa bir heykel oturtulmuş. Meryemler, İsalar, şeytanlar, melekler... Sürekli yenileri ekleniyor, durmak yok.

Bir meleği arıyorum. Katedralin en gencini. Ayağında kot pantalonu, kulağında cep telefonuyla yontmuşlar. Yeni sürüm, internet çağı meleği. Onu bulacağım, fotoğraflayacağım, sonra da kullandığı telefon hattını arayıp röportaj yapacağım. Konuşmamız gereken bir iki uhrevi mesele var.

Hafta içi, şehir sakin, katedrali gezen kimse yok. Heykeller aralarında fısıldaşıyor. Ben çaresizce onlara bakıyorum. Neredesin melek?

Ana kapıda bir adam beliriyor. Boynumda asılı kameraya bakıp gülüyor: "Meleği mi arıyorsun?"

Bozuntuya vermek istemiyorum. Koca katedrale küçücük bir melek için gelmiş gibi görünmeyeyim şimdi. "Yoo, bakınıyorum öyle"

Sen bilirsin der gibi omuz silkiyor. Sonra da yukarıda iki aksakallı heykel arasına sıkışmış bir ufak figürü işaret ediyor. "Çekinmene gerek yok, hepimiz bir melek arıyoruz."

sonraki gün