yola baktım yol uzun



Bu çok hüzünlü bir şiir... Cancion del Jinete... Federico Garcia Lorca'dan 'Atlının Türküsü'. Zülfü Livaneli besteledi ve söyledi. 'Zor Yıllar' albümünde (Ne güzel albüm ismi bu arada).

Türkçesi birazcık şarkıya uydurulmuş, orijinal haline göre 'bozuk'. Ama ben bu versiyonunu benimsiyorum. Üniversitedeyken bayılırdım 'Atlı'ya... 

Meğer ninni olarak da çok güzelmiş.

 

o gece

Halen o geceyi düşünüyorum. Hiç unutmayacağım. 

Tanklara, jetlere karşı koyarken vurulup düşen 240 insanı hiç unutmayacağım gibi. 

Yaşananların bir darbe girişimi olduğu ortaya çıkar çıkmaz, Çınar (Oskay) ve Sebati (Karakurt) ile bir arabaya atladık, ne olup bittiğine dışarıda bakalım diye. 

İstikamet, yakınlığından ötürü, havaalanıydı. Girişte bir tank bekliyordu. Arabadan çıktık hemen… 

Kimsecikler yoktu daha. İki kişinin dışında… “Öldürün kardeşim bizi darbe yapacaksınız” diyorlardı. Sonra birkaç kişi daha geldi. Bağırlarını açtılar. Cesaretlerine hayran oldum. Olunmayacak gibi değildi. 

Daha yarım saat önce evlerinde çay içip televizyon seyreden bu insanlar, o an tankın namlusunun önüne dizilmişti. Bunu da  misafirlikte bir bardak su daha ister gibi sakince ve tevazuyla yapıyorlardı. 

Askerlerse ne yapacağını bilmiyordu. Zaten, iyiden iyiye kalabalıklaşan halk tanka çıktıktan sonra, onlar da çekip gitti. Daha sonra, başka yerlerde başka tankların, başka askerlerin zulmü anlaşılınca ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettim.

Dedim ya hayran olmuştum bu bir avuç kişinin cesaretine. 

Sonra binler aktı havalimanına. Belki on binler… Sert, tavizsiz, kararlı geldiler… Öfkeyle geldiler. Cumhurbaşkanı canlı yayına çıkıp çağırmıştı. Karşı durmak, direnmek için geldiler.

Ama… O tek tek hayran olduğum insanları, bu kadar kalabalıkken yadırgadım. Bu çok anlatabildiğim bir his değil. Deneyeyim: Haklıydı öfke ama havaalanında kontuarların dibine çökmüş ağlaşan çocukları, tuvaletlere sığınan yaşlı kadınları teselli de etmiyordu… Sadece kendinden olana sahip çıkan bir öfke gibiydi. Yadırgadım.


Halen o geceyi düşünüyorum. 

zaman olmuştur ki

Zaman olmuştur ki 
Belki sonbahar belki akşam 
Tepeden tırnağa silme yıldız 
Belki haziran gecesi 
Sanki bir hayal oturmuş o tenha piyanoya

attilâ ilhan 

Fotoğraf: Leonard Bernstein (solda), Glenn Gould

yuval noah harari'nin okuma listesi

Bazen bir kitap çıkıyor, içeriği ağır mı hafif mi, dili işlek mi koyu mu demeden, fısıltı gazetesiyle binlerce satıyor. Bu sene Kolektif’in çıkardığı ‘Sapiens-Hayvanlardan Tanrılara’ raftaki hayatını böyle yaşadı. Üstelik bu tesadüfen yazılan bir kitap. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde askeri tarih uzmanı yazarı Yuval Noah Harari ile üç hafta önce konuşmuştum; Hürriyet Pazar’da yayımlandı. Şurada okuyabilirsiniz. 

Malum, soru-cevaplarımızın hepsi sığmıyor gazeteye. Harari’nin gündelik çalışma rutini ve okuma tavsiyesi dışarıda kalmıştı. Buraya alıyorum. 
"Güne bir saat meditasyon yaparak başlarım (Vipassana meditasyonu). Sonra 6-7 saat çalışırım; ardından yine yarım saat meditasyon… Nihayet bir saat de köpeğimle yakındaki ormanda yürürüz. Sonrası televizyon, arkadaşlar vs… ,
Çok okuyorum; hem kurgu, hem kurgu dışı okuyorum. Tarihten biyolojiye çok geniş bir yelpazede okuyorum. Son okuduğum kitaplar arasından şu aşağıdakileri sizlere de tavsiye ederim:

Kurgu
Pat Barker, The Ghost Road
Joseph Heller, Catch-22.
Adam Johnson, The Orphan Master’s Son (Yetimlerin Efendisi’nin Oğlu - Pegasus)

Kurgu Dışı
Tony Judt, Postwar: A History of Europe since 1945 (Savaş Sonrası, 1945 sonrası Avrupa Tarihi, YKY)
Eugene Rogan, The Fall of the Ottomans: The Great War in the Middle East 
Evan Osnos, Age of Ambition: Chasing Fortune, Truth and Faith in the New China
Joby Warrick, Black Flags: The Rise of ISIS
Serhii Plokhy, The Last Empire: The Final Days of the Soviet Union

memleketten bıkmak için 44 neden

Alman Bild gazetesi, bu hafta başı “Erdoğan’a rağmen Türkiye’yi sevmek için 44 neden” başlıklı bir liste yayımladı. Değil 44, 444 de sayılır aslında ama bu ülke bugünlerde akla öyle sevimli şeyler getirmiyor; ben de kendi payıma memleketten bıkmak için 44 sebep yazdım (bu listede de çok daha fazlası yazılabilirdi).
  1. Erkeklik, her yere, herkese sinmiş erkeklik,
  2. Matah bir şey yapıyormuşuz gibi övülen son dakikacılık (‘Alman gibi başla, Türk gibi bitir’ lafına sığınarak bitirilen işlerin aslında bir boka benzememesi),
  3.  Atalarımız falan her mevzunun içinde ama çoğunlukta zerre kadar tarih bilgisinin olmaması,
  4. Karadenizli müteahhitler. Yaptıkları her şey… 
  5. Savaş borazanları, borazancıları; savaşmaktan başka bir şeyi bilmeyen, üstelik aslında ondan bile anlamayan, iktidar ve gerilla şahinleri
  6. Sıra kendilerine geldiğinde zalim olma fırsatını tepmeyenler,
  7. Her fırsatta gündelik faşizmin yılmaz bekçiliğini oynamak, mahallenin muhtarları, gek gek dolanan esnaf, 
  8. Gazeteciliği bir kenara bırakıp öncelikle ‘self-promotion’ yapan tipler (O kadar çoklar ki!)
  9. Beş dakikada, ikinci defa düşünmeden yazan ‘köşeciler’, bunları tüketen, paylaşan okurlar…
  10. Hayat Bilgisi dersinde bile bize ‘Turist döviz getirir’ diye öğretilmiş olması, yabancılarla para üzerinden ilişki kuran bir toplum olmamız,
  11. Bu toplum, merttir, misafirperverdir, odur budur diye şişinmeleri her gün ama her gün boşa çıkaran onlarca olayın çıkması,
  12. Net: Güce tapan bir toplum olmamız,
  13. Sağda, solda, faşistlerin ve sosyalistlerin arasında, kazananın kayığına binmek isteyenlerin sayıca hep daha çok olması,
  14. Gazetecilik gibi mesleklerin (çoğu zaman hakkıyla) günah keçisi yapılması ama mimarların, mühendislerin, doktorların, bilimum meslek erbabının genelde boş beleş iş yapmalarına rağmen etrafta kasım kasım dolaşmaları,
  15. Bu da net: Yalanı seven bir toplum olmamız
  16. En okumuş yazmışlarımız arasında bile ‘entel’in bir küfür olması, birazcık kafa patlatana dudak bükülmesi,
  17. Son üç-beş yılda kristalleştiği üzere vicdan yoksunu olmamız,
  18. İktidar cenahında her konuda ama her konuda görüş bildirenlerin, herkesin şahit olduğu haksız bir uygulama sonrasında ölü taklidi yapması, sonrasında iktidarın açıklamasına göre pozisyon almaları; toplumu iki kutba ayıranların iltifat görmesi, baş tacı edilmesi
  19. Vergi kaçırmacılık,
  20. Doğayı talan etmenin milli sporumuz olması,
  21. Tek adamcılığa teşne bir toplum olmamız, demokrasiden aslında zerre hazzetmememiz, 
  22. Her kesimimize sinmiş riyakârlık 
  23. Hayatın, kendi hayatlarımızın bile kıymetini bilmeme, (isteyen işlek bir kavşakta, ışıkları beklemeden karşıya geçenleri sadece iki dakika incelesin),
  24. “Batının ahlakını almayalım” diyenlerin çoğunun on numara ahlaksız olması, ahlakı kendilerinin başkalarına dayattığı bir şey olarak algılamaları
  25. “Batının teknolojisini alalım”cıların aslında çoğu zaman teknoloji hırsızlığından bahsetmeleri, bahsetmekle kalmayıp yapmaları 
  26. Ücra köylerde, kasabalarda, ev içlerinde, yurtlarda, okullarda ufacık çocukları taciz edenlerin, tecavüzcülerin cezasız kalması… 
  27. Tacizci tecavüzcüleri koruyan, ses çıkarmayan, “bizdendir, konuşmayalım”, “kol kırılır yen içinde kalır” diyenlerin sesinin diğer herkesi bastırması, 
  28. Az sonracılık…
  29. Ülkeyi sendikasızlaştıranlar, emeği parça parça edenler, taşeronlaştıranlar,
  30. Tacizcilerin de onları koruyanların da hatta onları kınayanların da her şeyi kısa sürede unutması, 
  31. Zaten her şeyi unutmamız, matah bir şey yapıyormuşuz gibi ciğeri beş para etmez insanların iki lafına atlayarak gündemden gündeme koşmamız,
  32. Çalışmadan yükselmenin kitabını yazanlar… Sistemin bu kitabın yazılmasına izin vermesi… 
  33. Kendilerini ‘güçlülere’ kiralayanlar, kullanışlı aptallar,
  34. Yaptıkları hiçbir siyasi analiz doğru çıkmadığı halde yazıp çizmeye devam eden, liberali, sol liberali, sosyalisti abiler ablalar… 
  35. Adaletsizlik,
  36. Eleştirmeyenler, biat edenler, biat ederek nemalananlar, biat etmeyi bir işmiş gibi gösterenler,
  37. Şiirden, operadan, danstan, tiyatrodan yani azıcık zahmetli kültürden hazzetmemeyi bir işmiş gibi uluorta bağıranlar,
  38. Cinsellikten korkmak, bunun için dini ahlakı vs’yi öne sürmek ama söverken ana avrat bırakmamak, aslında kafada, hayallerde de ana avrat bırakmamak (meğer ki bir fırsat çıksın)
  39. Düğünler harici dans etmemek,
  40. Cemal Süreya’dan ödünç: “Efedirler, Nazilli'de Uzunçarşı onlarındır törenlere madalyalarla katılırlar / ama yük kamyonları Denizli'den geçerken plaka değiştirir
  41. Askeriyle siviliyle vesayetçilik,
  42. Halk halk diye cahilliği baştacı edenler,
  43. Bugün bile henüz kurtulmamışken yarın yokmuş gibi yaşamaya çalışan orta sınıf gerginliği, 
  44. Aynı anda hem çapsız hem kompleksli olanların hakimiyeti…
Bu ülke ayakta duruyorsa, yukarıdaki sebeplere aldırmadan işini yapanlar sayesinde duruyor. 

italya'ya tam destek, bay kokorin'e dikkat



Futbolun yazı başladı. Copaamerica ile Euro 2016 bir arada. Deniz Bey ile geçtik televizyon karşısına seyrediyoruz (Gerçi onun sırtı dönük ama olsun beraber izliyoruz sayılır). 


İçimde kalmasın, biraz gevezelik edeyim dedim.

İlk defa kupaya gelmiş, acemi Haiti’ye yedi gol atan Brezilya’dan hiç hazzetmemiştim. Peru’ya, üstelik de tartışmalı bir golle elendiler, iyi oldu. Şımarmayın kardeşim, Almanya’dan yedi yediniz size de üzüldük; sonra gittiniz küçüklerden hıncınızı çıkarttınız, oluyor mu böyle?

Brezilya yedinci golü attığında, takımın hocası Dunga’nın yüzü fena asıldı. “Eyvah” dedi içinden muhtemelen “Almanya maçının skorunu getirecek akla.” Getirdi de.

Her turnuvanın başında Almanlar makine gibi, Fransızlar inanmış, İspanyollar bırakmaz falan filan… İtalyanların yüzüne bakan yok. Her konuda yaygaracı Romalılar da Allah için son zamanlarda bir tek futbol konusunda mütevazı davranıyor. Bir nedeni varsa da ben bilmiyorum.(La Gazetta Della Sport'un ön sayfası 'Düşle İtalya düşle' diyor).

İngilizlerin forveti Harry Kane’i al, Hollywood’un 1950’lerde geçen mezuniyet balolu filmlerinde oynat! Temiz yüzlü çocuk ama gerilimi de var. Sanki baloda bir haltlar karıştıracak, sabaha olaylı çıkılacak gibi.

Son zamanlarda futbol hakkında duyduğum en iyi tespit Aslıhan’dan geldi. İngiliz millileri görünce “Yazık İngilizlere” dedi. “Futbolu bilmeyen hangi ulus varsa İngiltere’ye göçmüş, takımda göçmen yok baksana”. Eh doğru tabii; Hindistan, Pakistan, Jamaika… Futbol adına yanlış coğrafyayı sömürmüş İngiltere… Almanya, Fransa uçup giderken İngilizlerin güdük kalmasının sebebi bu işte: İngilizlik… Karışmayınca olmuyor yeni dünyada.

Bu gece Avusturya-Macaristan maçı var da böyle maç mı olur arkadaş? Tarihin arka odası gibi ortam… Doksan dakika boyunca Saraybosna sokaklarına dikkat edilsin, arşidükler dışarı bırakılmasın. Maazallah.

Rus takımında Kokorin diye futbolcu mevcut ki Rus edebiyatında da kahraman olarak yer alırmış ferah ferah: Bay Kokorin! Ama öyle Tolstoy’da Dostoyevski’de aramayın. Mihail Zoşçenko’da bulursunuz Kokorin’i. Rusların Aziz Nesin’i Zoşçenko’yu da Helikopter Yayınları’nda bulursunuz. 

Bu da meslek içi bir not. The Irish News'in birinci sayfa editörü, İrlanda, İsveç karşısında öne geçince manşeti hazır etmiş: Swede Dreams Are Made of This (Gönderme Eurythmics'in Sweet Dreams Are Made of This'ine. Olmamış ama. Golü kalelerinde görünce gönderme elinde patlamış editörün. Yukarıda gördüğünüz hali almış! Yazık!

Çekler, tek kale oynayan İspanya’ya son dakikalarda yenildi. Ben İspanyolların hücum futbolundan çok damardan savunma yapan Çekler’i sevdim. Toulouse’da destan yazdılar. Dilden dile anlatılacak.

Son olarak… Pique... Çocuğuyla maça gelenleri ayrı seviyorum.  İspanya’nın tek golünü atmış olması mühim değil, şu tatlılık mühim. Yukarıdaki fotoğrafta da gördüğünüz çocuk (ismi Milan) Shakira ve Pique’nin ortak üretimi. Bu magazin bilgisini de verip kaçayım artık. 



musluk ilk kez açıldığında...

“[Fildişi Sahili’nde] Bir gün otelde sahilden gelen sesleri duydum. Sabahın erken saatiydi. Dışarı çıktım ve sahile vurmuş dokuz çocuk cesediyle karşılaştım. On on bir yaşlarında, kız ve erkek çocuklardı. Suya girmişlerdi fakat yüzme bilmiyorlardı. Ağlayan birkaç, belki de iki kişi vardı. Geri kalanlar sadece başlarını sallayıp gidecekleri yere doğru yürümeye devam ettiler. Uzun bir süre sonra polis geldi. Cesetleri alıp götürdüler. İnsanlar, ‘Tanrı onları yanına aldı’ dediler. Herkes işine kaldığı yerden devam etti. Ben de işime geri döndüm. Ertesi yıl Roma’daydım. On beş yaşlarında bir erkek çocuğa çarpıp bisikletinden düşürmüşlerdi. Çocuk ölmüştü. İnsanlar sokakta avaz avaz bağırıp feryat ediyordu. Herkes ağlıyordu. Ağlayanlar çocuğun ailesinden değildi. Sadece birer yabancıydı. Ertesi gün olay gazetelerdeydi.”

Ardından Andrew cevap verdi. “Musluk ilk kez açıldığında, çok hızlı akar.” 

Zadie Smith, Kamboçya Elçiliği’nden (Çeviren: Özlem Gayretli Sevim)

ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir...