gandhi... yeniden...



Son günlerde okuduğum en umut verici hikâye işte bu.

Tek bir adam bütün bir ülkenin gündemini avuçları arasına aldı. İstediği kıvamı veriyor.

Ülke Hindistan, adam siyasi aktivist Anna Hazare. Mesele yolsuzluk... Emekli subay Hazare, ülkesinde, devlet adamlarının çokça karıştığı rüşvet çarkını kurcalamasıyla tanınıyor. Memleketlilerinin geneli (burada da yaşandığı üzere) kokudan bayılmamak için burnunu tıkamakla yetinirken, Hazare, daha zorlayıcı bir kampanya güdüyordu. Ses de getirdi. Nihayet rüşvetleri soruşturacak komisyonun yarısının halkın içinden gelmesini kabul ettirdi.

İkinci aşamanın daha sert geçeceği belliydi. Hazare bu defa, hükümetin parlamentodan kendi üslubunca geçirmeye çalıştığı yolsuzlukla mücadele yasa tasarısına karşı çıkıyordu. Tasarıda üst düzey devlet görevlileri soruşturmalardan muaf tutuluyordu. O bildik dokunulmazlık hikayesi yani.

Sokağa giderim, dedi Hazare. Gitti de. Başkent Yeni Delhi'nin bir parkında ölüm orucuna başlayacaktı. Binlerce destekçisi parkı doldurmuştu ki, devlet olaya el koydu. Hazare göz altına alındı.

Sonrası çok güzel bir hikaye...

Tepkinin çığ gibi büyüdüğünü gören polis "buyurun sizi tekrar dışarı alalım" demek zorunda kaldı.

Hazare çıkmayı reddetti. "Siz benim koşullarımı kabul edene kadar çıkmayacağım" diyordu. Ölüm orucu protestosuna planladığı gibi devam etmek istiyordu.

Yeni Delhi sokaklarında protestolar büyür, gazete manşetleri sadece Hazare'den bahsederken, papucun pahalı olduğunu gören devlet yetkilileri kafa kafaya verdi; bir çıkar yol aradılar. Öyle bir yol bulunamadı. En sonunda Hazare'nin bütün şartlarını kabul ettiler.

Şimdi aktivistin iki haftalık protestosu yeniden başlayacak. Yanında da 25 bin kişi olacak (Hindistan kanunlarına göre toplu gösteriler üç gün ve beş bin kişiyle sınırlı.)

Yasa tasarısı da muhtemelen değişecek.

Hazare'nin gücünden çekinenlerin sayısı da artacak elbette. Öncelikle Başbakan Manmohan Singh. Hazret, aktivistlere kızmış; "değişiklik sokakta gösterilerle değil, parlamentoda siyasi partiler kanalıyla yapılır" diye söyleniyor.

Bu sözleri söylerken dudağını ısırmayacak bir Hindistan başbakanı var mıdır? Gandhi Amerikalı falan değildi herhalde.


madrid medyası düştü



Yıllardır böylesi olmuyordu. Madrid'in Real Madrid'li spor gazeteleri As ile Marca dünkü maçtan sonra manşetlerini Barcelona üzerinden atmış. Birinin ön sayfasında Messi ile Fabregas zaferi kutluyor; diğerinde çaresiz bir Casillas kalesine yürüyüp giden topa bakıyor. Mağrur Mourinho'dan eser yok. Daha doğrusu azıcık da olsa var; As'ın ön sayfasında çirkefliğiyle yer bulmuş kendine.

Kraldan çok kralcı Madrid medyası, sayfasını artık böyle hazırlıyorsa; Barcelona'nın üstünlüğünü nihayet kabul etmişler demektir. Ya da çokbilmiş bir yorum yapayım: Belli ki Mourinho'nun suyu ısınmış.

Böyle manşetler de bir daha gelmez ama. Ağlamışlardır atarken.

şimdi al bu zırvalarını...



Bir ret mektubundan daha acıtıcı ne olabilir? İyi bir yazarın elinden çıkma bir ret mektubu…

Mike Peterson bir gün bir makale yazdı ve Rolling Stone’a yolladı. Sene 1971’di… Derginin hızlı zamanları… O senenin kapaklarından birkaçını sayayım: Keith Richards, Jim Morrison (ölümü üzerine) ve Jackson Five’ın prensi küçük Michael… Dahası, Gonzo gazeteciliğin mucidi ve isim babası Hunter S. Thompson da o yıllarda Rolling Stone’a yazıyordu.

Peterson’ın yazısına gelen cevap sarsıcıydı. Makale reddedilmekle kalmıyor, bir de fena halde aşağılanıyordu. Ret mektubunu yazanın Thompson olduğu tahmin ediliyor ki üsluba bakınca başka tahmine de yer kalmıyor zaten. Peterson’un sonradan çerçeveletip astığı cevap, serbest çeviriyle aşağıda (hem metnin orijinalini hem de haberin daha ayrıntılı halini okumak için Huffington Post’a uğrayabilirsiniz) :

Seni beş para etmez, hapçı cahil! Sakin buraya bir daha beyinsiz zırvalamalarını gönderme. Vaktim olsa, oraya gelir alnının çatına odunu indirirdim. Niye bir işe girmiyorsun, Allahın belası mikrop? Kapı kapı reklam ilanı dağıtabilirsin. Ya da bir balmumu müzesinde bilet kesebilirsin. Siz güneyli moronlar işte hep böylesiniz. Aynen Rolling Stone ofisindeki uyuşturucundan beyni sulanmış o sersemler gibi. Senin yazını bana gönderdikleri için o piçleri öldürmek istiyorum… Hemen ardından da seni. Şimdi al bu hastalıklı zırvalarını bir tarafına sok; böylesi eminim okurlarının da hoşuna gidecektir.

Saygılarımla,

Yail Bloor III
Minister of Belles-Lettre (Edebiyat Bakanı)

PS: Güzel, böyle çalışmaya devam et. İyi günler.


Aşağıda 1971'den birkaç Rolling Stone kapağı




süpermen süpermen olmak lazım bazen


Gazeteciler birbirlerini nasıl görüyor? Digidave kendine iş edinmiş ve şu esprili tabloyu hazırlamış. İyi de yapmış. Gazeteciler birbirini hakikaten böyle görüyor. Tabii, Türkiye'de "data journalist" denilen kategori yok; onu da matbuatta çalışanların hesabına yazmak gerek. Yani süper kahramanlık katsayımız giderek artıyor.

Ve evet, televizyoncular tembel gerçekten.


okur namlunun ucunda



Gazete üç gün öncesinin. Yeni gördüm.

Salkım Hanımın Taneleri'nin kötü adamı Zafer Algöz, bir sahnede "dünyanın bütün günahları bana mı yazılacak ulan" diye haykırıyordu. İngiltere'de bütün günahlar Murdoch'a yazıldı. Ama Daily Star'da şu ön sayfayı hazırlayanların, manşeti atanların yatacak yeri var mı, merak ediyorum.

"Yağmacıları vuracağız" diyor gazete (Polis teşkilatının ağzından diyor gerçi, ama geçelim bir kalem, polis bile bu kadar kolay diyemiyor bunu.)

Okurun namlunun ucunda olduğu bir gazete görmüş müydünüz hiç? İsyanlar iki gün daha sürseydi belki silah da dağıtırlardı.

tahrir'de iyi londra'da ayıp



İşte şimdi ince bir çizginin üzerindeyiz.

Liberal (hatta sol liberal) Independent, Londra isyanlarıyla beraber, blogger'ı Jody McIntyre'yle ilişkisini kesti.

Çok kısa anlatayım:

Kendini gazeteci ve siyasi aktivist diye tanımlayan McIntyre olayların başından itibaren heyecanlı tweet'ler attı; atmaya devam ediyor.

Bir tweet'inde şöyle diyordu örneğin: Tottenham'da yaşananlardan ilham alın ve kendi mahallenizde ayaklanın.

Ya da şu: Tottendam'daki vahşi başbelalarını kınıyorum. Yani üzerinde 'Metropolitan Polisi' yazan üniforma giyenleri.

Ve şu: Polis insanlara her gün eziyet ediyor. Siz de benim Tescos'a ve T-Mobile'a sempati duymamı bekliyorsunuz.

Independent hiç beklemedi, blogger'ın yazılarına son verdiğini açıkladı. Kendini özgürlükçü diye tanımlayan gazetenin demek istediği özetle şu: Gazeteci bir isyanı destekleyemez, düzeni değiştirmek için yayın yapamaz, hiç kimseyi ayaklanmaya teşvik edemez.

Bütün bunlar doğru ve geçerli kurallar olabilir. Ama İngiltere basını, insanları Tahrir Meydanı'nda ayaklanmaya çağıran Mısırlı (ve Tunuslu ve Libyalı ve Yemenli ve Bahreynli ve Suriyeli) gazetecilere övgüler düzerken de bu kurallar geçerli değil miydi?

Pardon, Robert Fisk nerede yazıyordu? Independent'ta değil mi?

Independent o ince çizginin öteki tarafına geçti.

Kaynak: The Media Blog


Jody McIntyre'nin twitter hesabı ve Life on Wheels isimli blogu






london bridge is falling down, falling down, falling down...






Polis bir genci vurunca, Tottenham yanmaya başladı. İki gecedir de yanıyor. İngiliz gazetecilerin boşluğuna geldi; bu konularda hassas Guardian yazarları bile "bir şey çıkmaz bu işten" diyordu ki... Eylemler patladı. Beş sene evvelki Paris banliyö eylemlerine çeyrek var. Şimdi herkes kendinden bekleneni yapıyor. Sol eğilimliler itidal telkin ederken, muhafazakâr İngiliz gazeteleri polisin yumuşak tavrını eleştiriyor. "Böyle polis olmaz olsun, yağmacılara nasıl göz yumarlar" diye yükleniyorlar. Bu kadar insan neden sokakta, elbette umurlarında değil. Hiçbir zaman olmamıştı zaten.

Şimdi Elif Şafak'a sormanın zamanıdır: İskender de sokakta mı acaba? Cevabını gerçekten merak ediyorum. Zadie Smith'in Millat'ı bir iki cam çerçeve indirmiştir halihazırda.

ay sarayında