İşçilerin hayatını kaybettiği yangından sonra "güven" üzerine yazmıştım; "mühendislerimiz halleder" başlığıyla. İki yorum geldi. İkisi de benim yazdıklarımdan daha dolu. Deryik ve İsmail'den. Kutucuklarda kaybolup gitmesin diye, buraya taşıyorum. Vakit ayırıp yazdıkları için de çok teşekkür ediyorum.
Deryik
Hollanda'da Hollandalılar, Hollanda için her şeyi halleder genelde. Koca
Avrupa'nın en küçük ülkelerinden biri; ama en çok global kaynak tüketen
ülkesi. Neden? Çünkü Hollandalı mühendislerin çözümü çok. Her şey büyük
bir makine gibi görülüyor; makinenin adı da Hollanda. Mesela çevreyi
kirleten teknolojileri / madenleri vb üretim tesislerini gelişmekte olan
ülkelere kaydırıyorlar. Hollanda Çevre Bakanlığı yetkilisi büyük bir
gururla, "kirleten sanayilerin ihracatını yaparak hem ülkeyi temiz
tutuyoruz hem de ihracat geliri yaratıyoruz" diye anlatmıştı ben orada
okurken: mesela X maden Brezilya'da kuruluyor, ham ürün Hollandada
işlenip son hali yine Brezilyalılara satılıyor. Benzer şekilde, gemi
sökümü için asbestli gemiyi de Türkiye'ye yolluyor mesela, en verimli
çözüm bu. "parasıyla değil mi?" sistemiyle sağlanan bir verim.
Yetkilinin bunları anlattığı kişiler tam da bu ülkelerden geliyordu bu
arada, ama o gururluydu.
Yani Hollanda mühendislerine güvenmekte
çok haklı; her şeyi en "optimum" şekilde yapmayı, verimliliği vs iyi
biliyorlar. Sınırlarını kendileri çizdikleri sistemin, "makinanın" en
iyi şekilde işlediğinden eminler.
Öte yandan, o yemyeşil ülkenin
ne pahasına yeşil kaldığını sorgulayan bir mühendis çıkarsa, işte o
zaman belki siz "iklim" dediğinizde, "mühendisler halleder" demeyi
bırakırlar; çünkü iklim denen şey harita üstündeki sınırları tanımıyor,
tüm gezegeni ilgilendiriyor sonuçta.
Özetle tüm bu muhteşemlik,
bir yerde fazlasıyla bencilce geliyor bana. Mühendislerinin bir şeyi
hallettiği de yok aslında; kendi evlerini temiz tutmaktan başka.
İsmail Pelit
rahatlatıcı güven duygusuna hiçbir zaman sahip olmadık ki, onu
kaybetmeye fırsatımız olsun. en temele bakalım: bu ülkede bir insanın
kendine güvenmesi yadırganır. hep söylenen sözü hatırla: "babana bile
güvenme!"
güvenmek, neredeyse bir zayıflık alametidir. peki
neden böyle? insan kusurlu olduğu için mi? daha derin bir şey bana
kalırsa: güvendiğinde, güvendiğin kişiye/ kuruma/ meslek grubuna teslim
olursun. bu ülkede insanlar sözde teslimiyeti sevmez, hiç merak ettin
mi? avrupa'da kaç şahsın doğrudan kendisine ait şirketi var? genellikle
orada güçlerini birleştir insanlar. şirketler tek bir kişinin borusunun
öttüğü yerler değildir. ama bu ülkede neredeyse sadece şu vardır "az
olsun ama benim olsun" kardeşler bile ortaklık kurmayı, yürütmeyi zor
becerir; güvenemezler birbirlerine.
cemaatin, arkasında namaz
kıldığı imama güvenmediğini, adamın dedikodusunu ettiğini bile gördüm.
neden? çok mu ince düşünüp güvenmemeyi tercih ediyor insanlar? hayır,
karşılarındakinin her şeyden önce kendi menfaatini kollayacağına
inanıyorlar. herkesin kendini düşündüğü bir dünyada, neden mühendisler
insanların/ halkın lehine bir işin ucundan tutsun? herkes kendi kesesini
dolduruyor; böyle düşünen insanlar, hiç kimseye güvenmez.
demek
ki, temelde bir güven sorunu var bu memlekette. ben kendime güvenerek,
lisede müfredatı eleştirdim. edebiyat tarihi hocam, beyninden vurulmuşa
döndü, beni sınıfta bıraktı. bana "neyine güveniyorsun sen?" dediğinde,
"kendime" deyince; "ben sana hiçbir şey öğretememişim" dedi. demek ki
itaat bekliyor. bak bu çok ilginç: bu ülkede her kurum/ her erk sahibi
kişi kendine itaat edilmesini, güvenilmesini ister, ne var ki kurumlar/
erk sahibi kişiler hiç kimseye güvenmedikleri gibi; kendine güvenen
birini görünce de onu tehlikeli bulup engellemek isterler.
içerideki
gazetecilerin orada olması, iktidara değil kendilerine güvenmelerinden
kaynaklanıyor. ya da iktidar dışındaki başka bir güce güvenmelerinden.
iktidar hiç kimseye güvenmez bu ülkede (bilim adamları,mühendisler de
dahil); iktidarın ideolojisi de önemli değildir. cumhuriyet tarihi;
baştan uca halkına güvenmeyen bir devletin mesaisini içeriyor. halkına
güvenen onu fişler mi? onların arasındaki ayrılıkları gözetip,
kamplaşmaya zemin hazırlar mı? mezhep ya da siyasi görüş farklılıkları
bu ülkede kitleleri kontrol etmek için kullanılıyor: devlet halkına
güvenmediği gibi, halkının da kendi içinde güvensizlik duygusuyla
huzursuz olmasını istiyor. neden? halk, eğer diğerine güvenemezse
devlete güvenir. türkler kürtlere, aleviler sünnilere, solcular
sağcılara güvenemediğinde herkesin güveneceği bir devlet kendiliğinden
ortaya çıkıyor. bugün bir rezalet olduğu söylenen 80 anayasası nasıl o
kadar oy alıp kabul edildi? birbirlerine güvenemeyen kitleler devlete
güvenmeye mecbur bırakıldı.
insan mecburen güvenir mi? bu ülkede
kişinin kendi iradesinin anlamsızlığına vurgu yapan bir yığın söz var. (
en çok işittiğim: "ya seve yaparsın ya da ...")
hollanda'ya
gelince orada devlet bir çamaşır makinesine benziyor; bir iktidar aygıtı
değil, daha çok insanların hayatını kolaylaştırmak üzere imkanları
organize eden bir cihaz. aynı bir çamaşır makinesi gibi çalışıyor devlet
orada: vatandaşların hayatını kolaylaştırıyor. sen kirlet ben
temizlerim.
buraya gelince; burada devlet kirletmeyi seviyor;
başkasını kirletmeden kendini gösteremiyor; her iktidar birilerine çamur
atarak kendi gücünü gösteriyor. sadece içeride değil. dışarıda da;
düşman üretmeye muhtaç bir devlet; hiç kimsenin, hiçbir insanın dostu
olamaz.