başka bir evren mümkün
Uzaklardan dergiye ilk yazım... Newsweek Türkiye'nin 25 Ekim 2010'da yayımlanan sayısından...
"Kütüphane üzerine birkaç satır yazılsın da, içinde Borges'ten bahsedilmeden geçilsin; mümkün mü? Değil galiba. Klişelere saplanma riskini göze alarak en bilinen yola sapacağım ve Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'ten bir daha bahsedeceğim. Yeterince geçerli bir gerekçem var: Amsterdam'da onun anlattıklarını anımsatan bir kütüphane gördüm.
Arjantinli, Babil Kitaplığı isimli hikâyesinde kütüphaneyi evrene benzetmişti. Ya da evreni kütüphaneye, artık nasıl okumak isterseniz... Epey büyük bir yerdi Borges'in kütüphanesi. Onun kütüphane-evreninde yazılmış ve yazılacak olan bütün kitaplar, düşünülmüş ve düşünülecek olan bütün fikirler bulunuyordu. Her şey labirentlerinin içinde, raflarının arasındaydı. Dolayısıyla ne okur onun sınırlarını bilirdi ne de kütüphaneci. Belli ki okumadığı ve okuyamayacağı kitaplara da yanarak, evrenin bilgisine asla tamamen vakıf olamazsınız, demeye getiriyordu Borges. Kütüphane her şeyi, her bilgiyi kapsar; siz sadece ancak birkaç kitabını, bir rafını, belki bir labirentini bilebilirsiniz. Kütüphane bir evrendir.
İşte tam bu noktada, yani kütüphane evren eşitlemesinde devreye Amsterdam Şehir Kütüphanesi ya da halk arasında daha çok kabul gören kısaltmasıyla OBA devreye giriyor. Amsterdam'a indiğimde, ayağımın tozuyla, eşin dostun hararetle bahsettiği, faaliyetine üç yıl önce başlayan OBA'ya uğradım. Zaten uğramamak mümkün değil; yeri çok kolay. Merkez İstasyonu'ndan limana doğru baktığınızda, başka hiçbir şeyi değil, sırtını denize ve yüzünü kanal üzerinden şehre dönmüş garip, modern, heybetli binayı görüyorsunuz. Bisikletlerinin sırtındaki telaşsız gençler de, yakalarını yağmura siper ederek hızla seğirten yaşlılar da, anne babalarının elinden tutup koşturan çocuklar da, iki tarafı deniz olan dar bir bisiklet-yaya yolunu kullanarak oraya, OBA'ya gidiyor.
Yalan söyleyecek değilim; bütün bir şehir halkının, çoluk çocuk kütüphaneye koşturmasını yadırgadım elbette. Ama inanın, yolun sonundaki birkaç taş basamağı tırmanıp içeriye sorgusuz sualsiz girdikten sonra, anlıyorsunuz. İçeride bugüne kadar kütüphane hakkında bildiklerimize meydan okuyan, kalıpları değiştiren, hatta bizi (belki Borges'i de) bir parça rahatsız eden bir şeyler var. Yeni ve tuhaf şeyler; yeni bir mimari, yeni bir anlayış, hatta yeni bir şehir var içeride.
Bir defa sesler var. Gürültü, hemen girişe konan ve çalmak isteyen herkesin hizmetine sunulan piyanodan başlıyor, kendilerine ayrılan katta koşturan üç - dört yaşındaki çocuklarla devam ediyor, radyo yayınıyla, konservatuar öğrencilerinin arada derede verdiği küçük konserlerle güçleniyor; nihayet teras katındaki pazaryeri görünümündeki muazzam restoranla zirveye ulaşıyor. OBA, en ufak bir fısıltıya kaşları çatıp azarlayacak münasebetsiz arama yeri değil. Tam tersi, yaşayan, soluk alıp veren, kendi seslerini ve imkânlarını üreten bir yer. Borges'in evren tasarımına yakışır şekilde içinde her şey mevcut: Tiyatro salonları, okuma salonları, müzik kabinleri, merkezi radyo, müze, sergiler, hobi alanları, Avrupa Birliği merkezi gibi özel birimler, restoran, kafeler... İçeri adımını atan herkese, ister kendi bilgisayarında ister keyfince ilişeceği herhangi bir başka bilgisayarda sınırsız internet bağlantısı sunuluyor. Sekiz katlı binanın hemen her yerinde, yatarak, saklanarak, ayaklarınızı uzatarak, yiyip içerek ya da Amsterdam manzarasına hakim herhangi bir koltukta oturarak çalışabiliyor, okuyabiliyor ya da ne bileyim, uyuyabiliyorsunuz.
Mimar Jo Coenen'in elinden çıkan ve her gün beş bini aşkın kişinin girip çıktığı 30 bin metrekarelik bina (benzerleri içinde Avrupa'nın en büyüğü), gariptir, saydığım bütün bu imkânların bir kütüphane biçimi içinde usturuplu ve mantıklı bir düzende var olmasına yine de el veriyor. Elmalarla armutlar toplanabiliyormuş demek ki. Bir kütüphane sadece kitaplardan ibaret olmayabiliyormuş. Kitaplar demişken, hem kitap, hem nota, hem gazete ve dergi, hem de DVD ve CD arşivinin sizi para dolu ambarında yüzen Varyemez Amca'nın ruh haline getireceğini söyleyebilirim. Hiç çıkmak istemeyebilirsiniz. Zaten evren burası sonuçta; dışarıda bir şey yok. Demem o ki, Borges haklıymış."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
oktay opaz
Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış. Düzelttik sonra. Ya Oktay Opaz? Sen...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Biz Bağışladığın özgürlüğe yeğdir biçtiğin zından sonsuz güzelleşecek dünya biz kurduğumuz zaman senin verdiğin umudu ...
-
İranlı bir kadının işlettiği bir kafedeyim. Bir ay önce yine buraya gelmiştim. Verdiğim siparişi hatırladı: Çırpılmış yumurta ve Americano (...
-
Melvyn Bragg’ın ‘In Our Time’ podcast’ında Hititler bölümü ... Üç akademisyen (ki biri Bilkent’ten İlgi Gerçek) oturup konuşuyor Bin tanrılı...
-
"(...) Yani bir eskrim sporu niye var diye soruyorduk Konservatuvar’a girdiğimizde. Niye eskrim diye ders var? Rahmetli Sait Tayla çok...
-
Javaplein'deki kütüphaneye geldim. Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’...
-
‘Magic Circus’ için bilet aldım. Dino ile gideceğiz. Bilette bir uyarı notu: Yetişkinlerin, telefonlarına bakmaları yasaktır. Lütfen sana...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?