gazeteci filmleri -1- the year of living dangerously

HBO'nun yeni (ve çok beklenen) dizisi The Newsroom nihayet yayında. Bir Amerikan haber kanalında yaşananları işliyor; sert ve kararlı ekran yüzlerinin gerisindeki mutfağı  gösteriyor. Tempolu başladı sayılır. Senarist Aaron Sorkin, "ABD artık büyük mü değil mi" sorusuna nostaljik bir cevap üretmeye çalışmazsa iyi de gider. Dizi biraz hızını alsın, hakkında konuşuruz. Ama önce başka bir mesele... Gazetecilik üzerine filmleri (ya da gazeteci filmlerini) uzun zamandır yazmak istiyordum; The Newsroom vesile olsun, ufak ufak başlayayım. Biraz mesleki merak biraz da görev duygusuyla bugüne kadar bu türde yığınla film seyrettim (bunların çoğunu siz de görmüşsünüzdür.) İyi ve önemli olduğunu düşündüklerimi, fırsat buldukça ama arayı da çok açmamaya gayret ederek yazacağım. Yavaş yavaş bir listeye dönüşsün, ne çıkacak görelim. Söylemeye gerek yok, katkılarınızı beklerim.

The Year of Living Dangerously, Peter Weir, 1982. 

Çok kişi bu filmi bilmez, ama ismini bilir. Çünkü bu isim Batılı gazetecilerin çok sevdiği bir haber başlığı (bazen de manşet) haline dönüştü. Hangi ülkede kargaşa varsa, bu başlığın kullanıldığı en az bir ilgili haber vardır. Bu sene Arap Baharı'yla ilgili haberlerde, bir de British GQ'nun Daniel Craig kapağında gördüm. Çok da güzel başlıktır gerçekten; havalıdır; her şeyi bir çırpıda özetler. Ben de kullanmak isterdim, ama Türkçe'de fiyakalı bir karşılığı yok. 

Weir'in filmi 1965 Eylül'ünde Endonezya lideri Sukarno'ya yönelik başarısız darbe girişiminin hemen öncesinde geçiyor. O çok benimsenen isim (ve manşet) de Sukarno'dan ödünç zaten. Wikipedia'dan taze taze öğrendiğim üzere, diktatör, İtalyanca'daki "vivere pericolosamante" yani "living dangerously" deyişini 1964'teki meşhur bir konuşmasında kullanmış (biraz oynayarak Türkçe'ye 'tehlikeyle yaşamak' diye çevirebiliriz.)

Filmin tehlikeyle yaşayan kişisi gencecik, Mehmet Ali Alibora görünümlü bir Mel Gibson. Jakarta, 1965... Sıcak... Çok sıcak, üstelik daha da sıcak olacak. Avustralyalı toy gazeteci Guy Hamilton (Gibson) Endonezya'ya yeni gelmiş; havasız odalardan haber geçmeye çalışıyor. Kimseyi tanımıyor; işi zor. Filmde çoğu cibiliyetsiz resmedilmiş ama kendilerinden başka kimseyi beğenmeyen Batılı gazetecilerin, akşamları efkâr dağıtıp dedikodu yaptığı barda kendine bir dert ortağı arıyor. Bahtı açık ki, Jakarta'yı mesken tutmuş yarı Çinli yarı Avustralyalı idealist fotoğrafçı Billy Kwan (Linda Hunt, erkek ve cüce fotoğrafçıyı oynadığı bu rolle 'yardımcı kadın oyuncu Oscarı'nı kazandı) ona ısınıyor ve etkili isimlerle, bu arada Amerikan elçiliğinde çalışan güzeller güzeli Sigourney Weaver'la tanıştırıyor. 

Sonrası biraz tarih, biraz da beklenildiği üzere bol maceralı bir gazetecilik hikâyesi... Sukarno'nun gölgesinin bütün Jakarta'yı örttüğü ve gazeteciler dahil herkesi korkuttuğu siyasi bir atmosfer... Toy gazeteci Hamilton, kendini Çin destekli Komünistler'in hazırladığı darbe planlarının içinde buluyor ve yaşamı pahasına haber atlatmaya, sonuna kadar gitmeye çalışıyor.

Peter Weir ne çekse seyrederim de bu filmin güzelliği eski usul gazeteciliği abartmadan anlatmasında. Uzak bir ülke, yalnızsınız, elinizde iyi haber yoksa merkezdeki kimsenin sizi ciddiye alacağı yok ve acilen bir şey yapmanız gerekiyor.

Önemli sahne:  Sukarno rejimi, sokaklardaki isyanı bastırırken Guy Hamilton sokaklardaki kalabalığın içindeki tek gazeteci. Bir yandan işini yapmaya bir yandan da omzuna aldığı cüce fotoğrafçı arkadaşını korumaya çalışıyor. Bu arada sağlam da sopa yiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...