Ne zamandır Kuzguncuk’da bir gün geçirelim istiyorduk. Bu pazar günü Dino’yu da yanımıza katarak gittik. İki ucu birden yaşıyor insan. Birincisi, ‘gecikmişiz’ hissi. Buralara daha evvel gelmeliydik; herkes gelmeden, tüm mahalle fotoğraf çektirecek kapı eşiği arayan gelin-damat adaylarıyla dolmadan evvel… Beri yandan “Bir şeyler olmadan önce gelmişiz” gibi de hissediyorsunuz. Kuzguncuk, şu an olmadığı bir şeye dönüşecek; bu tatlı rüya gibi mahalle bir gün bitecek, kocaman, güvenlikli sitelere benzer, bir İstanbul içi turizm beldesine haline gelecek… Bir memleket klasiğidir; kendi kendinin taklidi olarak sönüp gidecek. İşte bu sonuncusunu görmeden evvel gelmiş gibiyiz Kuzguncuk’a. Eh, bir şeydir bu da.
O çok konuşulan bostan güzel. Ayağı toprağa basmak güzel. Güneşli bir haftasonunda kertenkele gibi fidelerin arasında fitir fitir dolanmak da güzel… Ama bakmamışsınız o canım bahçelere be gençler! Domatesler, patlıcanlar hep kurumuş gitmiş. İki-üç düzenli bahçenin haricinde her şey sürünüyor. Yapmayın böyle!
Tüm gün Kuzguncuk’ta eşinince, 100’e yakın gelin-damat adayı gördük. İleride korunun içinde uçuşup giden beyaz tüllere bakarken gözünüz dalıyor. Bildiğin korku filmi efekti. Ama film deyince, esas her sokak, dört başı mamur film seti… Elini tatlış Vosvos’un kaputuna dayayan damat, nedimelerine (annesi ve kızkardeşi genelde) makyaj tazeleten gelin, fotoğraf çekiminden evvel sırtı Instagramlık, boyalı kapının garantisinde, elinde cep telefonuyla sağa sola emirler yağdıran damat, uzaklarda bir başka kapıyı gözüne kestiren gelin, orada bekleyen başka damat ve gelinler, sıkılan damat, sıkılan gelinler… Üçü dördü bir arada dolaşan, ekipmanı sırtlanmış fotoğrafçı ekipleri… Bitse de gitsekçiler, ‘dur bakalım bir iş daha çıkar mı’cılar, doğalcılar, fotoşop üstatları… Hülasası, geleni geçeni zevkle izlediğin bir kaldırım önü semti Kuzguncuk. Daha fazlası da var elbette ama şimdilik bu.
Kaldırım demişken, Nail Kitabevi’nin kaldırımı. Semte de nabza da hakim; üstelik kahvesi de güzel, kafe hizmeti de veren dükkânın. Daha iyisi, kitabevinin kendisi ve kitapları elbette. Işığı, rahatlığı, teklifsizliği on numara… Dışarıda görsek, sayfa sayfa methiye düzeriz Nail Kitabevi’ne. Memleket sathında ancak şimdi görmüş oldum.
Denizle ilişkisi tuhaf Kuzguncuk’un. İki evlik bir alandan sahile ulaşıyor; orayı da balkon gibi kullanıyor mahalle… Halkı, semtin doğal balkonunu sevmemiş de (trafik yüzünden muhtemelen) herkes kendi evinden denize bakmayı tercih etmiş gibi.
Semtin akşamüstü, rakı-balıkla devam edebiliyor. Buna bu kadar doğal ve tasasız ulaşmak her yerin harcı değil.
Kuzguncuk’a da böylece gelmiş bulunduk. Ailece. Bu da kişisel tarihimize bir not olarak düşsün. Tatlı bir not…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?