as bayrakları as

Sokakta günlerdir bir Avrupa Birliği bayrağı asılı. Evin sahibini tanımıyorum, kim olduğunu da bilmiyorum ama bu yaptığı hoşuma gidiyor. 

Bayrağı asan kişi, geçen haftaki seçimlerden önce rengini belli etti. Dosta düşmana tarafını duyurdu. Bunca milliyetçilik patlaması içinde, yıllardır diş diş, tırnak tırnak kazanılanlara, tek bir Avrupa fikrine sahip çıktı. 

Yaşlıca biri olduğunu tahmin ediyorum. İkinci savaşın etkilerini çocukluğunda yaşayanlardan olmalı. On yıl öncesini bile bilmeyen, acıları tanımayan genç ve beyinsiz faşistlerden değildir. Bu beyinsizlerin içinde genç olmayanları da var elbette. Onlar dümdüz kötü, bencil ve çıkarcı insanlar. Her zaman ortadadırlar. Savaş çıkarır, nutuk atarlar.

Bayraklı komşum, en azından bu ülkedeki, Hollanda’daki sonuçlara seviniyordur. Avrupa Birliği karşıtları (çoğunlukla aşırı sağcılar ve düz faşistler) pek bir şey yapamadı. Avrupa genelinde de birlik karşıtları parlamentoya girdi ama çoğunluğu ele geçiremediler. Çünkü hayatlarında daha fazla sığlık istemeyenler de sandığa gitti. İyi veya kötü, artık her telden görüş parlamentoda. Olsun da. Gerekiyor çünkü. Ekonomi, göç ve iklim. Hangi meseleyi tek başınıza ele alabilirsiniz ki? 

Keşke bizim de bu konuda söyleyecek sözümüz olsaydı. Hepsinden en çok etkilenen biziz.

Şu bayraklı komşum cama çıksa da kim olduğunu anlasam. Muhabbetle selam verirdim. Belki arkadaş olurduk. 

algoritmayı savunmak gerekir


Geçen gün Spotify’ı açtığımda bir sürprizle karşılaştım: Uygulama zaten açıktı ve birileri bir başka internet tarayıcısında müzik dinliyordu. 

Baktım. DJ’Li, trance’lı, ilk defa duyduğum, benimle hiç alakası olmayan müzikler. 

Acele şifremi değiştirdim. 

Yetmemiş. Ertesi gün baktım, yine benzer şarkılar dinlenmiş. Birisi hesabımı fena halde sömürüyordu. Ama nasıl?

Nette biraz araştırdım; varmış böyle bir problem. Hayır sahibi insanlar birkaç çare yazmış. Birini denedim. Şimdilik kurtulmuşum gibi görünüyor. 

Karıma anlattığımda “Aman ne olacak” diye omuz silkti. “Nasıl olsa ekstra bir maliyeti yok. Bırak dinlesinler. Belki öğrencilerdir.” Böyle de yüce gönüllüdür…

Derdim o değildi ki. “İyi de” dedim; “Algoritmamı değiştirecekler.” Yıllardır emek vererek, sevdiğim, keşfe değer bulduğum parçaları dinleyerek kurduğum bir algoritmam var. O değişirse, Spotify karşıma hep alakasız (ve çekilmez) şeyler çıkaracak. Bunu istemiyorum. 

Yalnız ne tuhaf değil mi? Artık korumamız, savunmamız gereken bir de algoritmamız var. 

Sanal ortamlarda karakterimizin dibini ekmekle sıyırdık; adına da algoritma dedik. Tuhaf günler… 

yeniden çevrilemeyecek bir film


Dün kült film Breakfast Club'ı izledim. John Hughes filmi. 1985’ten. Stranger Things dizisi ile yeniden arz-ı endam eden, uzun koridorlu, metal dolaplı seksenler Amerikası lise estetiğinin kurulduğu filmlerden biri. (Bu filmde fazladan epey güzel bir kütüphane de var.)

Sahi, o metal dolaplardan bizde hiç olmadı. Belki İstanbul’daki kolejlerde vardı ama biz taşradakiler, dolaplarımıza bir şey saklayamadık! Metal dolabı ancak askerde gördüm ben. Pek de matah bir şey değilmiş.  

Neyse. Film, hepsi bir şekilde Cumartesi günü okulda kalma cezası almış (‘detention’ın bizde karşılığı yok, uzun uzun yazmak zorundasın) beş ergenin o günkü muhabbeti üzerine… Önce birbirlerini itiyorlar, sonra çekiyor, sonra yine itiyorlar. Ama bir şekilde konuşuyorlar; birbirlerini tanıyor, anlıyor, bu arada kendi kimlikleri üzerine de düşünüyorlar. Hakikaten eli yüzü düzgün, derdini -kızların oğlanlara vardığı finali hariç- çok iyi anlatan film.  

Bir de şu: Yeniden çevrimi yapılamayacak bir film. 

Bugün olsa, ergenler gömülür cep telefonlarına; ne birbirleriyle konuşurlar ne de kendi iç seslerini dinlerler. O Cumartesi cezası da başladığı gibi biter. Hiçbir şey yaşanmadan… 

Tabii sade ergenlikle ilgili mesele değil bu. Sosyal medyayla bunca haşır neşir olan hepimizin her günü böyle. Başlıyor, bitiyor. Arada ömür geçiyor. 

kızıl havaları seyret ki akşam olmakta

Kütüphanenin kafesinde iki adam baş başa vermiş konuşuyor. Altmış yaşlarındalar. Biri beyaz saçlı ve bıyıklı. Diğeri gözlüklü ve dikkatli. Bıyıklı olan eski moda bir takım elbise giymiş. Gözlüklü, bir bardak kolayı çok yavaş hareketlerle yudumluyor. Bir konuyu karara bağlıyor olmalılar. Arada bir önlerindeki kâğıtlara birtakım notlar alıyorlar. Yumuşak yüzlü, iyi niyetli adamlar. Bugünün dışındalar. Sanki o masada baş başa vermişken, hiç fark etmeden yaşlanmış gibiler. Öğle üzeri oturdukları masaya ve ömürlerine usul usul akşam çökmüş gibi…

ben de sizdenim ağalar

Geçenlerde bir akşam üzeri, Türkiye’den bir arkadaşımla konuşa konuşa eve doğru yürüyorduk. Önümüze beş-altı yaşlarında bir çocuk çıktı. Kaldırımda elleri cebinde, miskin miskin duruyor, yapacak bir yaramazlık arıyordu. Sadece kara kaşından kara gözünden değil, konuşmamımızı duyunca kulaklarını dikmesinden de Türk olduğunu anlamıştım.   

O da bizzat anlattı zaten. Tam yanından geçerken, bilmiş bilmiş “Selamünaleyküm” dedi. 

Biz de “Ve aleykümselam” dedik gülerek; yolumuza gittik. 

O gün üzerinde durmamıştım. Hatta unutup gitmiştim. Bugün nedense aklıma düştü. Şaşırtıcı aslında. Bacak kadar boyuyla kocaman bir selam vermesi değil… Hiç tanımadığı iki yetişkinin sohbetine “Ben de sizdenim ağalar” diye sızmak istemesi… 

vintage

Bunu karım anlattı.

Geçen hafta bozulan bilgisayarını Apple Store’a tamire götürmüştü. 2013 model bir Macbook… Altmış yaşlarında bir görevli hem aleti kontrol ediyor hem de yanındaki stajyere bu tür arızalarla karşılaşınca ne yapması gerektiğini anlatıyormuş.

İlk cümlesi şu olmuş: 

“Görüyorsun, bu vintage bir model.”

Yeniyetmeler böyle derse anlarım da o yaşta birinden böyle cümle çıkması… Başka bir faza geçmişiz hakikaten.


umut gülünç ama bizimdir

Bu bizim bir yanımız yoktan umut 
Gülünçlüğüne gülünç ama bizimdir
İşimiz dünyayı biraz kendimizde
Biraz sürdürmek dışımızda sadece 
Yoksa sonu başından bellidir 

Gülten Akın 

(Fotoğraf: Fransa’da Brittany açıklarındaki, 144 yaşında hâlâ çalışan Tevennec deniz feneri)

ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir...