müslüman'ın sandığı

 
50'yi aşkın parti iddiasını sandıkta deniyor. Binlerce de bağımsız aday mevcut... Mısır tarihinin ilk demokratik seçiminde katılım, beklendiği üzere, epey yüksek. Milyonlar Tahrir'deki ivmeyi kaybetmemek için, oy kullanmaya koşuyor.

Batı basını ise elbette yakın takipte. Bölgenin yakın tarihinde kendilerinin başlatmadığı ilk hareketi yorumlarken tedirginler. Ne olacak? Kime yarayacak?  Dün başlayan seçimin ilk haberleri ajanslara düştü; bugün Avrupa gazetelerinin ön sayfalarını süslüyor. Klişeler yine revaçta. Demokratlıkta burnundan kıl aldırmayan El Pais, parmağı boyalı, çarşaflı bir kadını manşete çekmiş; milyonlar demokrasi için sandığa aktı, diyor.

Doğu'nun seçiminden en demokrat Batı'lının anladığı bu kadar işte. Sandığı göster, boyayı göster, çarşaflıyı göster. Ama bu defa sandığı kendileri kurmadı mı? Peki o zaman, gözlüklü bir çarşaflı bul, olgunlaşmalarına atıfta bulun. Müslüman sandığı şimdilik bu.

Bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, yerel gazeteleri, bloggerları vs. takip edin, daha iyi. Batılılar halen bu fotoğrafta çünkü. 

ille de seçim olsun

 
Bir gün değil iki gün değil her gün meydana gidersen... Yaptığın devrimi ciddiye alırsan... Diktatöre bırakmadığın yönetimi orduya da yar etmezsen...

Mısırlılar çok sabırlı çıktı. İlle de seçim sandığı, dediler; aldılar. Emeklerinin karşılığını işte bugün toplamaya başlıyorlar. Liberation, devrim sınanıyor, diyor ama bundan böyle kimi seçerlerse, fark etmez. Fransa'ya fark eder, Türkiye'ye fark eder; İsrail'e fark eder; ama onlara etmez.

Mısır seçimlerine ilişkin El Cezire infografiği gayet başarılı.

bu aşkın ızdırabını


Tuhaf ama Sarkozy ile Merkel'in bir kimyası var. Avrupa basını da zaten ikisinin yakın temas fotoğraflarını çekmeye doyamıyor. Bugün İspanyollar işi bir adım öteye taşımış; sinirlendiklerinden olacak, bel altına vurmuşlar (Benetton'un pek gereksiz "unhate" reklam kampanyasından da etkilenmiş olabilirler tabii)

Mesele özetle şu: Sarkozy, Avrupa'da Almanya dışında hemen herkesin istediği euro tahvili işini Merkel'e yeniden (muhtemelen yedinci veya sekizinci defa) sordu ve yine "nein" cevabını duydu.

Almanya, öteden beri, üç kuruşa beş köfte yok, demeye getiriyor. Bu da İspanyollar gibi kabarık borç yüküyle, iflasına çeyrek kalmış ulusların öfkesini artırıyor. İşte gazeteciler de sinirlenmiş, daha önce romantik altbaşlıklar yazdıkları Merkel-Sarkozy fotoğraflarına, bu defa, "kadın bir türlü baştan çıkmıyor" diye yazmışlar. Bir değil iki değil bir dolu İspanyol gazetesinde, İspanya ile doğrudan hiçbir ilgisi olmayan bu fotolar, hem de aynı başlıklarla mevcut (Alman ve Fransız gazeteleriyse görmemiş bile.)

Mesele kritik; euro sallanmaya devam ederse, İspanya'yı da ateş saracak. Hal böyleyken, İspanyol gazeteciler de vekaleti Sarkozy'ye vermişler. Boş işler tabii... Hem başkasının aşkına kaynak yaparsan, payına da işte ancak böyle sebepsiz bir ızdırap düşer.

Yaratıcı insanlardır genelde İspanyol gazeteciler; ama işte kriz, ufku fena daraltıyor.

Bir de şu var: Ön sayfaları erkeklerin elinden alacaksın! 

yağmur yağıyor


Gazetecinin iyisi, takip edendir. Hollanda'nın delifişek gazetesi NRC Next de takip etmiş, Afrika Boynuzu'na yağan yağmurları manşetinden veriyor. Kenya ve Somali'nin kurak toprakları nihayet biraz nemlendi. Köylerinde kalanlar yıllar süren kuraklıktan sonra doğru dürüst bir ekim yapabilecek. Mülteciler için de muhtemel bir dönüş sinyali.

Kural bozulmadı; iyi olan değil kötü haber ilgi çekiyor. Bizde Başbakan'ın mülteci kampları gezisinin ardından mesele unutulmuştu. Halen de karnımızın üstüne yatıyoruz. Türkiye dünyanın merkezinde ya; sanırım bu yüzden sınırlarımızın dışında da bir yaşam olabileceğine ihtimal vermiyoruz

Yağmurlar, kısmen de insani yardım, durumu biraz düzeltti ama felaketin önü alınmadı henüz. BM'in rakamlarına göre 250 bin insan halen açlıkla boğuşuyor; gelecek yıl toplanması gereken mali yardım ise yaklaşık 1 milyar dolar (bu yıl 800 milyon toplandı.)

ruh emiciler


 
Bloga en son Occupy hareketiyle ilgili yazmışım. Occupy ile geri döneyim madem. Bir önceki post'un konusuna devam... Takip ettiniz, biliyorsunuz, hareket ABD'ye fazla geldi. Avrupa şehirlerindeyse çok gürültü çıkartmadan üstünü örtmeye çalışıyorlar. İşgalciler için, cürümleri kadar yer yakarlar, diyor düzenin savunucuları. Yine de polis, elinde bir tüp biber gazıyla her köşede hazır, bekliyor.

Şu fotoğraf fena... Polis, Occupy Portland'da, Elizabeth Nichols isimli göstericinin tam da yüzünün ortasına sıkıyor gazı. Aralarında bir metre bile yok. Harry Potter filmlerinde, kara düzenin bekçisi ruh emiciler, isyancıların ağzından ruhunu çekip alır ya; fotoğrafın etkisi o bende.

Yoksa Rowling'in kastı da mı buydu?

gaz

Burada da aynı orada da. Polis mi atıyor gazı sanmıştınız?

Karikatür: Sheneman/ International Herald Tribune

en güzel nobel anı

Dakikalar sonra bu senenin Nobel edebiyat ödülü açıklanacak. Çok merak etmesem de, bu işin törenselliğini hep sevmişimdir. Nobel zamanı (noel zamanı gibi oldu) oluşan hava, beklentiler, bahisler içine kapalı edebiyat ortamını dışarıya açıyor. Hiç değilse bir yazarın daha fazla okunmasını sağlıyor.

Tabii bir de kendi hesabıma hiç okumayıp eşeklik ettiğim yazarlar var. Nobel almış olsalar dahi... Mesela Doris Lessing. Evde yıllardır kitapları durur; sürekli niyetlenmeme rağmen araya başka yazarlar/kitaplar girer.

Halbuki en sevdiğim Nobel anı da Lessing'e aittir. Pamuk ve Pinter'i takiben 2007'de Nobel'i almıştı. 88 yaşında... Yukarıda gördüğünüz bu fotoğrafa bayılırım. Lessing, oğluyla beraber bir hastane ziyaretinden dönmüş; evinin kapısındaki gazetecilerden Nobel haberini alıyor. Haberi hazmetmek için merdivenlerde soluklanırken; içeride telefon çalıp duruyor. Stockholm'den arıyorlar...

"Çok şaşırmadım, 40 yıldır adım bu ödül için zikrediliyordu" diyor Lessing.

O günlerde Aktüel'deydim. Bu dramatik fotoğrafın, şimdi bulamadığım daha da güzel bir versiyonunu haftanın fotoğrafı olarak kullanmıştık.

Önemli ve güzel bir fotoğraftır. Günümüzdeki gazeteci edebiyat ilişkisini mükemmelen anlatır. Sonuçta 88 yaşındayken kapısına kamp kurulan Lessing, Nobel'i  muhakkak hak ediyordu (dedim ya daha okumadım.) Ama bu ödülü kazanmak için sadece hak etmek yetmiyor; bir de denk gelmesi gerekiyor. Almayan alamayan kimler kimler var.

Benim için fark etmiyor; ama bu sene ödülü almasını istediğim yazarlar var. Kendilerini yaşatan, zenginleştiren dünya için çok çalışan yazarlar. Margaret Atwood örneğin. Kütüphaneler ölmesin diye aylardır kampanya yapıyor. Ya da adı bahislerde bile geçmeyen Ursula K. Le Guin. Google'e karşı yazarları örgütlemeye çalışıyor. Hiçbir neden gösteremem ama Joyce Carol Oates'ın da kazanması hoşuma gider.

Ama kim kazanırsa kazansın, Lessing'in Nobel anını hiçbir şeyle değişmem. Bu da tuhaf bir okur (tamam, okuyacağım) tesellisi işte.


Sirenin Sesi blogundan Nobel öncesi bir yazı da şurada

ay sarayında