sallandıracaksın bunları taksim meydanı'nda


Grev oldu mu, siyasi iktidar hep aynı şeyi söyler. 2009-2010 kışı Tekel İşçileri Açlık Grevi'nde Başbakan Erdoğan, "onlar Tekel'i temsil etmiyor"a getirmişti lafı. Aynısını şimdi Cameron da söylüyor. Başbakan, "Beni Tekel iktidar yapmadı" da demişti. İngiltere'ye paralel çizelim: Cameron, greve katılanlara "hayal kırıklığı" diye bakıyor.

Mesele bu da değil aslında; dünyanın her tarafında aynı terane. Emeklilik yaşı yükseliyor; primler artıyor, emeklilik maaşları düşüyor. Her krizde hedef belli, sabit gelirliler... Eh, onlar da greve gitti işte... Ya ne yapsalardı? "Hiçbir şey yapmasınlar, otursunlar oturdukları yerde" diyen var. Üstelik İngiltere'de bu, Türkiye'dekinden daha da yüksek perdede söyleniyor. İngiltere'nin umutsuz ev kadınlarına hitap eden (şaka değil, hedef kitlesi tam olarak bu) orta sınıf gazetesi Daily Mail "yapmayın kuzum" derken sözünün vekaletini Maliye Bakanı George Osborne'a veriyor: "Memleket bu haldeyken grev yapmak doğru mu?" Dokuz sütuna manşeti de aşmışlar; bütün sayfa neredeyse bu tek sorudan ibaret.

Daha fenası, dünyanın embesil gazeteleri liginde ilk beşe ferah ferah girecek Daily Star'ın yaptığı. O da sözü Top Gear programının sunucusu Jeremy Clarkson'a vermiş, kendisi arkaya saklanıyor: "Bütün grevciler vurulmalı; hem de ailelerinin gözü önünde."

"Sallandıracaksın bunları Taksim Meydanı'nda" hesabı... Hadi gazetenin tuttuğu saf belli, okuru belli diyelim ama bunu diyen adam, yani Jeremy Clarkson, "benim gibi yaşamını kazanmak için çalışmak zorunda olanlara çok koyuyor bu grev" diye devam ediyor sözlerine. Geçimden kastı, haftada bir araba test ederek ve konuklarına sulu şakalar yaparak yılda bir milyon pound kazanmak.

Aynı çizgi Türkiye'ye de uzanıyor elbette. Yine de bunca açıktan oynayan basınımız olmadığı için şükredebiliriz. Bizdekiler halen mahcup; hâlâ kendilerini saklamaya çalışıyorlar. Dışarıya baksalar, gerek olmadığını görecekler. Rahatlayacaklar. Biz de daha çok gerileceğiz.  



oğlum için


    
    
    
    
    


"Tarık burada fotoğraf çekiyordu; sonra şurada [çatıda] bir polis onu gördü ve vurdu. [Boğazından] vurdu."

"Ben hiç oy kullanmadım. Doğduğum günden beri hiç oy kullanmadım. 58 yaşındayım ve seçim sandığına gitmedim; seçmen kartım olmadı. Ama oğlum bu ülke için öldü ve ben bugün oy kullanacağım."

"Son sözüm şu: Oğlum Tarık'a diyorum ki, bugün senin düğünün, bugün insanlar serbestçe dolaşıyor, güvenle, baskı görmeden, aşağılanmadan, polisin ve askerin saldırısına uğramadan, sözlerini özgürce söylüyorlar. Bugün Tarık'ın düğünü, bugün Mısır özgür..."

The Guardian'ın seçim günü videosu... Kamera, o meşum ve efsanevi 28 Ocak günü öldürülen Tarık'ın babasıyla Kahire sokaklarında dolaşıyor, sandığa gidiyor... 

Birkaç gündür ısrarla takip ediyorum; Mısır seçimlerini anlatan daha iyi bir haber görmedim. Bütün gün kendini tutan ve ancak son sözlerinde sesi titreyen, boyalı parmağıyla sigara içen, evinde cenazeyle düğünü aynı günde, seçim gününde düzenleyen babanın vakarı, oğluna ve onun arkadaşlarına inanmışlığı bir dönemi mükemmelen anlatıyor. Tam da bu dönemi...

müslüman'ın sandığı

 
50'yi aşkın parti iddiasını sandıkta deniyor. Binlerce de bağımsız aday mevcut... Mısır tarihinin ilk demokratik seçiminde katılım, beklendiği üzere, epey yüksek. Milyonlar Tahrir'deki ivmeyi kaybetmemek için, oy kullanmaya koşuyor.

Batı basını ise elbette yakın takipte. Bölgenin yakın tarihinde kendilerinin başlatmadığı ilk hareketi yorumlarken tedirginler. Ne olacak? Kime yarayacak?  Dün başlayan seçimin ilk haberleri ajanslara düştü; bugün Avrupa gazetelerinin ön sayfalarını süslüyor. Klişeler yine revaçta. Demokratlıkta burnundan kıl aldırmayan El Pais, parmağı boyalı, çarşaflı bir kadını manşete çekmiş; milyonlar demokrasi için sandığa aktı, diyor.

Doğu'nun seçiminden en demokrat Batı'lının anladığı bu kadar işte. Sandığı göster, boyayı göster, çarşaflıyı göster. Ama bu defa sandığı kendileri kurmadı mı? Peki o zaman, gözlüklü bir çarşaflı bul, olgunlaşmalarına atıfta bulun. Müslüman sandığı şimdilik bu.

Bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, yerel gazeteleri, bloggerları vs. takip edin, daha iyi. Batılılar halen bu fotoğrafta çünkü. 

ille de seçim olsun

 
Bir gün değil iki gün değil her gün meydana gidersen... Yaptığın devrimi ciddiye alırsan... Diktatöre bırakmadığın yönetimi orduya da yar etmezsen...

Mısırlılar çok sabırlı çıktı. İlle de seçim sandığı, dediler; aldılar. Emeklerinin karşılığını işte bugün toplamaya başlıyorlar. Liberation, devrim sınanıyor, diyor ama bundan böyle kimi seçerlerse, fark etmez. Fransa'ya fark eder, Türkiye'ye fark eder; İsrail'e fark eder; ama onlara etmez.

Mısır seçimlerine ilişkin El Cezire infografiği gayet başarılı.

bu aşkın ızdırabını


Tuhaf ama Sarkozy ile Merkel'in bir kimyası var. Avrupa basını da zaten ikisinin yakın temas fotoğraflarını çekmeye doyamıyor. Bugün İspanyollar işi bir adım öteye taşımış; sinirlendiklerinden olacak, bel altına vurmuşlar (Benetton'un pek gereksiz "unhate" reklam kampanyasından da etkilenmiş olabilirler tabii)

Mesele özetle şu: Sarkozy, Avrupa'da Almanya dışında hemen herkesin istediği euro tahvili işini Merkel'e yeniden (muhtemelen yedinci veya sekizinci defa) sordu ve yine "nein" cevabını duydu.

Almanya, öteden beri, üç kuruşa beş köfte yok, demeye getiriyor. Bu da İspanyollar gibi kabarık borç yüküyle, iflasına çeyrek kalmış ulusların öfkesini artırıyor. İşte gazeteciler de sinirlenmiş, daha önce romantik altbaşlıklar yazdıkları Merkel-Sarkozy fotoğraflarına, bu defa, "kadın bir türlü baştan çıkmıyor" diye yazmışlar. Bir değil iki değil bir dolu İspanyol gazetesinde, İspanya ile doğrudan hiçbir ilgisi olmayan bu fotolar, hem de aynı başlıklarla mevcut (Alman ve Fransız gazeteleriyse görmemiş bile.)

Mesele kritik; euro sallanmaya devam ederse, İspanya'yı da ateş saracak. Hal böyleyken, İspanyol gazeteciler de vekaleti Sarkozy'ye vermişler. Boş işler tabii... Hem başkasının aşkına kaynak yaparsan, payına da işte ancak böyle sebepsiz bir ızdırap düşer.

Yaratıcı insanlardır genelde İspanyol gazeteciler; ama işte kriz, ufku fena daraltıyor.

Bir de şu var: Ön sayfaları erkeklerin elinden alacaksın! 

yağmur yağıyor


Gazetecinin iyisi, takip edendir. Hollanda'nın delifişek gazetesi NRC Next de takip etmiş, Afrika Boynuzu'na yağan yağmurları manşetinden veriyor. Kenya ve Somali'nin kurak toprakları nihayet biraz nemlendi. Köylerinde kalanlar yıllar süren kuraklıktan sonra doğru dürüst bir ekim yapabilecek. Mülteciler için de muhtemel bir dönüş sinyali.

Kural bozulmadı; iyi olan değil kötü haber ilgi çekiyor. Bizde Başbakan'ın mülteci kampları gezisinin ardından mesele unutulmuştu. Halen de karnımızın üstüne yatıyoruz. Türkiye dünyanın merkezinde ya; sanırım bu yüzden sınırlarımızın dışında da bir yaşam olabileceğine ihtimal vermiyoruz

Yağmurlar, kısmen de insani yardım, durumu biraz düzeltti ama felaketin önü alınmadı henüz. BM'in rakamlarına göre 250 bin insan halen açlıkla boğuşuyor; gelecek yıl toplanması gereken mali yardım ise yaklaşık 1 milyar dolar (bu yıl 800 milyon toplandı.)

ruh emiciler


 
Bloga en son Occupy hareketiyle ilgili yazmışım. Occupy ile geri döneyim madem. Bir önceki post'un konusuna devam... Takip ettiniz, biliyorsunuz, hareket ABD'ye fazla geldi. Avrupa şehirlerindeyse çok gürültü çıkartmadan üstünü örtmeye çalışıyorlar. İşgalciler için, cürümleri kadar yer yakarlar, diyor düzenin savunucuları. Yine de polis, elinde bir tüp biber gazıyla her köşede hazır, bekliyor.

Şu fotoğraf fena... Polis, Occupy Portland'da, Elizabeth Nichols isimli göstericinin tam da yüzünün ortasına sıkıyor gazı. Aralarında bir metre bile yok. Harry Potter filmlerinde, kara düzenin bekçisi ruh emiciler, isyancıların ağzından ruhunu çekip alır ya; fotoğrafın etkisi o bende.

Yoksa Rowling'in kastı da mı buydu?

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...