vatan bir şehirdir, o da istanbul

Can Yayınları, bu yaz aynı anda üç Petros Markaris romanı birden yayımladı. Komiser Haritos’un üç polisiye macerası… Alan Savunması, Che İntihar Etti ve Batık Krediler (İlk ikisi daha önce de yayımlanmıştı)… Bu kitaplar vesilesiyle, Türkiye’den göç eden Rum-Ermeni kökenli, Yunanlı bir yazar olan Markaris’le tanıştım. Sanırım, yıllar sürecek bir okuma macerası olacak. Çünkü hem Komiser Kostas Haritos’a hem de Markaris’in devlet-siyaset ve iş dünyası arasındaki ilişkileri inceleme biçimine bayıldım. Bir de Yunan toplumunu ve başta Atina, Yunanistan’ın resmetmesindeki gerçekçiliğe. Markaris’in yaptığı,Türkiye’de yazılmasını hep istediğim bir polisiye usulü. Zeki, ferah, abartısız, gerçek… Evde aradığım güzellik meğer komşudaymış. Komşu dediğim de meğer benim evimmiş. Markaris sonuçta benden daha İstanbullu. 

Bu romanların başarısındaki temel unsur elbette baş karakterin kimliği. Komiser Haritos… Petros Markaris’in yarattığı Atina Cinayet Masası komiseri… Emekliliği yakın, büyük ihtimalle altmışlarının başında (Markaris, komiserin yaşını yazmıyor hiçbir yerde; rütbesine ve huylarına bakarak tahmin yürütüyorum, bir de Selanik’te doktora yapan bir kızı olduğunu biliyoruz). Haritos huysuz, inatçı, eski usul bir polis. Siyaseten belki solda değil ama sağda da sayılmaz. Hemen hemen her yenilikten huzursuzluk duyuyor. Atina trafiğinden nefret ediyor. Mirafiori’sinden (bizde basitçe ‘Fiat 131’ olarak bilinir) vazgeçmesi imkânsız; 2000’lerin başında geçen macera ‘Che İntihar Etti’ye kadar cep telefonu da kullanmıyor (Sonrakilerde bir telefon ediniyor mu, bilmiyorum). 

Alametifarikası, sözlükleri… Yatak odasında tuttuğu Yunanca sözlükleri okumaya bayılıyor. Başkaca kitap okumaktan da nefret ediyor. Arada bir tüm gazeteleri toplayıp bir fincan kahve eşliğinde, basının ‘yalanlarını’ okumaktan hoşlanıyor ama. Haberleri, daha az ‘yalancı’ olmasa da televizyondan almayı seviyor. Karısı Adriani’yle sürekli bir didişme içinde (Haritos’a taş çıkartacak huysuzluğu, kimseyi beğenmezliği, dediğim dedikliği ve zaman zaman baş gösteren fırsatçılığıyla Adriani de muazzam bir karakter). Kimseye güvenmiyor, ne suçlulara ne de polislere; hatta ekip arkadaşlarına bile… Becerisi, tecrübesi, yanılgıları ve güçsüzlüğüyle gerçek bir insan Haritos… 

Gelelim yazarın kendisine, yani günün birinde onunla bir röportaj yapmayı çok istediğim Markaris’e. Heybeliada doğumlu. Avusturya Lisesi’nden mezun. Büyük yönetmen Theo Angelopoulos’un filmleri ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’,  ‘Ağlayan Çayır’ ve ‘Leyleğin Geciken Adımı’nın senaryosunu o yazmış. İstanbul’la bağı kopmamış hiç. Geçen mayıs, Agos’tan Evrim Kaya’ya verdiği röportajda söyledikleri çok önemli: 

“ (…) ‘Vatan’ sözcüğü bana bir şey ifade etmiyor. Yurdum neresi bilmem. Çünkü Türkiye’de milliyetçilik zamanında büyüdüm ben. Beni bu sözcükten soğuttu o milliyetçilik. Yunanistan da yurdum olmadı, çünkü orayla bağlantım sadece dildir. Şimdi Yunanlı arkadaşlarımla tartışırken, “Siz Yunanlılar” diye kızıyorum onlara. “Ya sen nesin?” diye soruyorlar, “Ben İstanbulluyum” diyorum. Haymatlos (vatansız) değilim ama benim için Heimat (vatan) bir şehirdir, o da İstanbul…”


İstanbul’un bereketi işte… Bağrından çok kıymetli evlatlar çıkartıyor. Sağa sola savrulsa da bu evlatlar, ne başka bir deniz bulabiliyorlar ne başka bir şehir… İşte bakın, günümüzde yaşayan Atinalı bir komiseri okurken bile, tuhaf bir memleket duygusuyla, nostaljiyle burnunuzun direği sızlıyor. Memleketteyken bile… 



mahcup etmemek için

İskenderiyeli yaşlı, bilge bir Yunanlı, bir zamanlar bana şu sırrı vermişti: “Yunanlılar herkese her zaman bir içki ısmarlayabilir, ama karnın aç ve meteliksizsen, asla sana yemek ikram etmezler - mahcup etmemek için.”

Byron Ayanoğlu, İstiridye Üstü Girit 

Fotoğraf: Nick Karvounis (on Unsplash)

geceleri yaşamaya çalışırız

Gün boyunca hayatta kalmaya, geceleri yaşamaya çalışırız. 
Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü

Fotoğraf: Louis Amal

bir kitap okudum ve hayatım kurtuldu

Hayatı zenginleştirmeye, keyif almaya, ukalalık yapmaya, anlam aramaya, sevgili bulmaya yarar. İstersek, yüzlerce faydasını daha sayabiliriz. Bir kitap hayat kurtarmaya da yarar mı peki? Eduardo Galeano’nun ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’u kurtarmış. Müteveffa yazarın bizzat kendisi Türkçe’de henüz yayımlanan ‘Hikâye Avcısı’ isimli kitabında anlatıyor: 

"(…) Aradaki duvarları yıkmak için ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’ adlı kitabımı yazdım. Okuma fanatiklerinin futbol korkularını, futbol fanatiklerinin de kitap korkularını yenmelerine yardımcı olmak istedim. Ama bundan fazlasını hiçbir zaman düşünmedim. 
Ne var ki, Meksikalı federal milletvekili Victor Quintana’nın anlattığına göre, bu kitap onun hayatını kurtarmış. Quintana 1977 ortalarında, kirli işlerini ortaya çıkardığı için onu cezalandırmak isteyenler tarafından tutulan kiralık katiller tarafından kaçırılmıştı. 
Katiller onu bağlayıp yüzükoyun yere yatırmışlar, öldüresiye tekmeliyorlarmış ve nihai darbeyi indirmeden önce verdikleri son molada, futbol üzerine bir tartışmaya tutuşmuşlar. Bunun üzerine, diriden ziyade ölü olan Victor da kaşığını çorbaya daldırıp benim kitaptan hikâyeler anlatmaya başlayınca, anlattığı her hikâye karşılığında, -bin bir gecelik yaşamın her bir gecesi için bir masal anlatan Şehrazat misali-, yaşam dakikaları kazanmış. 
Saatler ve hikâyeler geçmiş. 
En sonunda katiller onu terk edip gitmişler, eli kolu bağlı, dövülmüş olarak ama canlı bırakmışlar. 
Giderken şöyle demişler: “Seni sevdik.”
Ve mermileriyle birlikte oradan çekip gitmişler.”


Eduardo Galeano, Hikâye Avcısı, Sel (Çeviren: Süleyman Doğru)


bir gazetecilik rüyası



Suffolk, İngiltere’den Andy Longhurst isimli bir Twitter kullanıcısı bir seri fotoğraf çekip BBC England hesabına ‘mention’ yaparak tweet atmış. Fotoğraflar, bir Ryanair uçağıyla bir savaş uçağını aynı karede gösteriyor. O sırada sadece 11 takipçisi olan Longhurst’ün yorumu: “Bunu her gün göremezsiniz. Ryanair uçağının kuyruğunda bir savaş uçağı… Bir şeyler mi oluyor? Umarım Suffolk üzerinde her şey yolundadır.”

Gerçekten sıra dışı bir görüntü… Ama Twitter bu tip vatandaş gazeteciliği işlerine açık bir zaten. Bizim açımızdan esas sıra dışı olansa tweet’in altına yazılan sorular…

Onur Erdem, bu tweet’i alıntılayıp yazdığı kendi tweet’inde meseleyi açıklıyor: “Basın kuruluşları ve gazetecilerin 11 takipçili bir hesaba yaklaşımını görmek için alttaki mesajlara bakabilirsiniz.”

Independent gazetesi, Mirror gazetesi, BBC, ITV, Standard News, daha birçok gazete ve gazeteci fotoğrafları kendi sitelerinde, Longhurst’ün ismini de vererek kullanmak için ondan izin istiyor. 

Müthiş bir hız ve gürültü ortamında yerle yeksan edilen gazetecilikte bir vaha bu tweet. Bizim için de halen bir rüya. Hatırlayalım diye arada bir, şuracıkta dursun. 

sí o no barcelona

Yarın başta Barcelona, tüm Katalonya’da bağımsızlık referandumu için sandıklar kurulacak. Ama nerede? Şu anda bilinmiyor. Madrid hükümeti, illegal saydığı bu referandumun ‘yapılmayacağını’ söyledi. Bölgeye ciddi miktarda polis sevk edildi; baskınlar ve tutuklamalar yapıldı; referandum hakkında bilgi veren websiteleri kapatıldı; sandıklar ve pusulalar imha edildi. Bazı sandıkların kurulduğu okullar, şu an veliler tarafından işgal altında ama oralarda oy kullanılabilecek mi, belli değil. 

Oy verebilecek Katalanların pusulada muhatap olduğu tek bir soru var: Katalonya’nın bir cumhuriyet yönetimi altında bağımsız olmasını istiyor musunuz? ‘Sí’ ya da ‘no’ diyecekler; hepsi bu kadar. 

Ama öyle tulum çıkarılacak bir ortam da yok bölgede. Herkes bağımsızlık yanlısı değil. “Biraz daha otonomi bize yeter de artar” diyen çok kişi mevcut. Şöyle söyleyeyim: Nüfusun yarıya yakını “Bağımsız olalım” diyor (5.4 milyon seçmende 2.5 milyondan azı). Ama Madrid hükümetinin bu baskısı ve ayrılıkçıların coşkulu gösterileri oranı yükseltebilir. Kendi dilleri var, yaklaşık bin yıl bağımsız yaşamışlar, toplam nüfus 7.5 milyon… İnat ederlerse, Avrupa’da yeni bir ülke için büyük mücadele başlayabilir. Bir ulus-devlet daha!

Gelelim gazetelere. Lider gazetelerden ‘La Vanguardia' ve ‘El Periodico’, alınan önlemleri manşet yapmış; şiddete başvurulmadan müdahale edilmesi emrini tartışıyorlar. ‘Evetçi’ El Punt Avul, sandığı taşımış manşete: “Her şey hazır” diyor. Ama en güzeli spor gazetesi L’Esportiu… Gazete, ‘sözde’ Barcelona manşeti yapmış; koca puntolarla “Doğru Yoldalar’ diyor… Esasen, takımın ardındaki tribünlerden sarkan koca pankartı gözümüze sokuyorlar: “Sí - Evet.” Hoş bir gazetecilik taklası…


Pazartesi manşetleri bakalım ne olacak?




adamsın ryan gosling!

Doğup büyüdüğüm şehrin hiç görmediğim bir mahallesindeyim. Bir berber dükkânında…

Neredeyse ekim geldi ama hava halen çok sıcak.  Uyuklayan berber, dükkândan içeri girdiğimde yattığı yerden sıçradı. Eskiden saçakları, ipleri aralayarak (bunun bir ismi olmalı ama neydi) girerdiniz bir yere, tavanda işe yaramaz bir pervane dönerdi, buram buram tüterdi yaz; içeride müşterinin geldiğine pek sevinmeden yarım göt doğrulan bir berber olurdu… Klimalı dükkânlarında bu egzotik hazzı yaşamıyorsunuz. Yine de berberin biraz mahcup, üstüne başına çekidüzen vermesini fark etmek hoşuma gidiyor. 

Sakal traşı istediğimi söylüyorum… O, sıcak su hazırlarken etrafa göz gezdiriyorum. Dükkâna özgü hiçbir şey yok. Yazık. ‘Erkek kuaförü’ tabelasının altına, vitrine yapıştırılmış stil, şekil erkek fotoğraflarına gözüm takılıyor. Brad Pitt, Ryan Gosling, Tom Cruise (evet, hâlâ), George Clooney, David Beckham… Fotoğrafların arkasından bakınca bile belli oluyor tipleri… İçlerinden Ryan Gosling bir tek, sanki oraların çocuğu gibi… Almış yürümüş ama memleketi de unutmamış gibi… Saçları efendice taranmış, abartısı yok, semtin çocuğu. Buralarda olsa halen kovalıyor olurdu arkadaşlarıyla. Berberin onun fotoğrafına bakıp bakıp “Adamsın Ryan Gosling!” dediğini hayal ediyorum. 

“Adamsın” demiyor ama “Sen ne iş yapıyorsun abi” diye soruyor berber. “Gazeteciyim” diyorum. “İstanbul’da.”

Hangi gazetede çalıştığımı soracak diye düşünüyorum. Soruyor. Yorum yapacak diye düşünüyorum. Yapmıyor. Konuşmuyor da. Çok fazla dövmesi var. 20 yıl önce, ben buralarda tıfıl bir yeniyetmeyken hiçbir berberin dövmesi yoktu. 

Aklına birden gelmiş gibi tekrar giriyor lafa: “Abi niye bizim buraların hiç haberi yapılmıyor? Ne gazetelerde var ne de televizyonlarda.” Yerel muhabirlere ihale ediyorum mevzuyu. “İyi çalışmıyorlar belki de” diyorum. “O kadar çok olay yaşanıyor ki” diye hayıflanıyor.

Ne yaşanıyor ki burada? Haberim olurdu, diye düşünüyorum. 

“Ne oldu mesela” diye soruyorum. Cevap hızlı geliyor: “Abi daha üç gün önce bir adam yevmiye yüzünden üç kişiyi vurdu pompalı tüfekle, geçen hafta bir kadın damdan atladı, aha şuradan, mahallede her gün vukuat, cinayet. Bunlar niye yok televizyonda?”

“Eh, eksik olsun” diyemiyorum. Ama gülüyorum, “Bu muydu kardeşim derdin?” “Bu abi” diyor. O da gülüyor. “Bu mahallede üç cinayeti olmayana kız vermiyorlar!”

Ryan Gosling iyi yırtmış… Hem mahalleden çıkmış hem çıktığı yeri unutmamış hem her gün gazetelerde, televizyonda. Adamsın Ryan..

ay sarayında