Libya’da kaçırıldı; Filistin’de
vuruldu. New York Times muhabiri Anthony Shadid’in astım kriziyle ölmesi insanın
aklına gelecek bir şey değildi. Sahadaydı elbette; işini yapıyordu. Gazetecilere
yasak Suriye’ye kaçak girmiş, at sırtında Türkiye’ye dönmeye çalışıyordu.
Buradaki gazeteci titri taşıyan
bazı lüzumsuz insanlar, Shadid’in ardından ilk olarak, “AKP’ye yakın bir gazeteci
öldü” buyurdu. Sanki Shadid’in öne çıkan herhangi bir özelliği yokmuş gibi… Türkiye
o kadar içine çöktü ki, işini yaparken hayatını kaybeden bir gazeteciyi bile kendi
siyasi dünyamıza göre tasnif ediyoruz. Bize dokunan bir yanı yoksa, zaten
umurumuzda bile değil.
Her neyse, araya kimseyi
sokmadan, kendi sözleriyle Anthony Shadid:
Irak’ın işgalinin daha ilk ya
da ikinci sabahından itibaren çok yorgundum. AP’de geçirdiğim yıllar boyunca,
hikâyeyle aramızdaki mesafeyi korumamız gerektiği öğretilmişti. Ama artık nasıl
görüyorsam öyle yazmaya karar vermiştim. Adil olabilmeniz için, yazdığınız hikayeleri
gerçekten dikkate almanız gerekir. Ben de aldım. Ortadoğu’yu önemsiyordum.
Mısır’da veya Irak’ta haber
yapmayı değerli kılan bir şey var. Sadece insanların hikâyesini anlatırsanız, bu
haberler, duyguların, düşüncelerin aracına dönüşebiliyor. Kesinlikle daha gerçekçi
bir hale bürünüyor. Daha dürüst bir hale…
Dış muhabirlerde sıklıkla fark ettiğim şu: Bu işi sürdürdükçe, kendi hikâyelerini
anlatmaya başlıyorlar. Bir yerlerde uzun süre kalan bazı insanlar için sanırım
kaçınılmaz bir şey bu. Öyle çok şey görüp yaşıyorlar, öyle çok insanla
konuşuyorlar ki, bir süre sonra her şeyin tekrardan ibaret olduğu hissine
kapılıyorlar. Kendi yaşadıklarının çok daha ilginç ve zorlu olduğunu düşünmeye
başlıyorlar. İşte bu bir felaket. Bu, dış muhabirler olarak ne yapmamız
gerektiğinin tam bir antitezi. Haberler insanlar hakkında olmalı. Ama işte, ne
biliyorsak zaman içinde kaybolup gidiyor.
Röportajın tamamını şu ColumbiaJournalism Review linkinden okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?