moda'da bir gece



Bunu daha önce birkaç sohbette anlattım. Üzerinden hemen hemen bir yıl geçti. Benzer bir Moda akşamına çıkmışken az evvel, bir de burada anlatayım. 

**

Yaz… Sıcak… Tişörtler üzerimize yapışıyor. Ali Usta Dondurmacısı’nın önündeki cumartesi kuyruğu, neredeyse gece yarısı olmasına rağmen yerli yerinde.

Kuyruğun içinden güç bela geçip caddeyi Bahariye’ye doğru yürüdüm. Ev boğucuydu, biraz hava alırım demiştim. On beş dakika sonra gerisingeri dönerken tam dondurmacının önünde bir arabanın yolun ortasında durduğunu gördüm. Hem aşağıya Koço'ya doğru inen hem de çay bahçelerine dönen yolu kesmiş, öylece bekliyordu. Adamın biri de arabanın kaputuna dayanmış, yanındaki iki genç kızla gevezelik ediyordu. Adam dediysem, siz üç adam kalıbında birini düşünün. İzbandut… Üzerinde sanırım Amerikan futbolu forması olan bir tişört, numarası 33… Kızlarsa takmış takıştırmış, giyinmiş, belli ki bir yerlere gidiliyor. O ara karşılaşmışlar, yolun ortasında, arabanın önünde sohbet sürüyor. 

Tam o sıra, bir araba daha geldi. Yolu tıkayan aracın arkasında durdu. Şoför huzursuz tabii, iki saniyede bastı kornaya. Kafasını çıkardı camdan, “Ne oluyor” diye şöyle efe efe bir bakındı. Bizim  irikıyım arkadaş da kornayı duyunca geriye döndü, göz göze geldiler arkadakiyle. 

Bir saniyede camdan kafasını çekti arkadaki şoför! Hiç sesini çıkarmadı. İzbandut da önüne döndü, sohbete devam…

İşim gücüm yok tabii, “Ne olacak bu işin sonu” diye merak ettim, beklemeye başladım. Beş on saniye anca geçmişti, bir minivan yanaştı, yine bir korna önce… Sonra uzanıp bakma, adamı görme, sus pus olma. Kızlarla adamsa arkadakileri hiç takmadan gülüşüp konuşuyor… 

Dördüncüsü, beşincisi, altıncısı derken arkadaki kuyruk Ali Usta’daki kadar uzadı; muhtemelen on üçü, on beşi buldu… Sistem hep aynı işliyordu. Önce bir korna, sonra sus pus. Hatta bir ara dört ya da beşinci sıradaki şoför aracından indi, manzarayı gördü, ağzını açmadan, kös kös döndü. 

Her şey birkaç dakika sürdü ve nihayetinde iş şuna geldi: En arkadaki araçlar, her şeyden habersiz kornaya asılıyor, öndekilerse sessiz sakin bekliyor… 

Ve sonunda… Adam kızları tek tek öptü, el salladı, gülüşerek ayrıldılar. Onlar gidince adam döndü, arkasında biriken araçlara baktı, ağırdan bir sigara yaktı. Sonra kaputunun önünde dikildiği aracın yanından yürüdü gitti.   

Adamın olay yerinden uzaklaştığını gören ilk şoför cesaretini toplayıp seslendi: “Kardeş, araba senin değil mi?” 

Cevap: “Yok birader, ne arabası!”

Bu “Yok birader” ile öndeki üç beş arabanın kornalara abanıp yeri göğü inletmesi arasındaki zaman ancak milisaniyelerle ölçülür. 

Uzayıp giden kuyruktakiler de tempoyu artırınca cadde durulamaz hale geldi. 

Derken… Ali Usta’nın dükkânından orta yaşlı, ufak tefek bir adam, elinde poşetlerle çıktı. Sahipsiz arabaya yöneldi. “Pardon pardon” diye el etti kornacılara, mahcup. Bindi arabasına, gazladı gitti… 

İzbandut arkadaşsa az ötede yeni bir tanış bulmuş, başka bir muhabbete koyulmuştu bile. Önünden geçip giden arabalara, ne olduğunu anlamadan bir süre bakıp durdu.

**

Yazının eşlikçisi şarkı bir Tom Waits harikası. Cumartesi gecesi şerefine...


  

1 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Sen ne dersin?

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...