1948, Ocak. Sabahattin Ali, ömrünün son senesinde. İstanbul’da. Üç ay sonra, Bulgaristan’a kaçmaya çalışırken öldürülecek.
24 Ocak’ta karısına yazdığı mektupta şöyle diyor: “(…) Hayatımda hiç bugünlerdeki kadar sıkılmamış ve imkânsızlıklar içinde çırpınmamıştım. Sizi düşündükçe geceleri gözüme uyku girmiyor. Güç hal ile uyusam bile, birkaç saat sonra uyanıyor ve patlayacak hale geliyorum. Sabahtan akşama kadar dört nala koştuğum halde bir netice elde edilemiyor.”
Bu mektubun hemen ardından, kötü bulutları biraz olsun dağıtacak bir gelişme… Sabahattin Ali, beklediği paranın bir kısmını alabiliyor. Karısına ve çocuğuna derhal 900 lira gönderiyor. İkisine hitaben bir de mektup kaleme alıyor. ‘Sevgili Aliye’sine paranın kalan kısmını da almaya çalışacağını, belki on gün sonra Ankara’ya gelebileceğini, kavuşacaklarını anlatıyor.
Kızı Filiz’e de şunları yazıyor:
Sevgili Filiz,
Senin Doğan Kardeş abonesini 5 ay daha yenilettim. Başka bir isteğin varsa bana yaz. Seni on milyon kere öperim.
Baban
S. Ali