gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

too much orange will kill you


Anayasa değişikliği oylamalarında patırtı gürültü çıkınca, milletvekilleri yeniden klasik tartışmaya döndü: “Turuncu koltuklar bizi rahatsız ediyor.” Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ile Çalışma Bakanı Faruk Çelik zamanında bu meseleyi her yönüyle ele almışlardı (herhalde en çok kendi alanlarına girdiğini düşünüyorlardı.)

Çelik şunu diyordu: “Meclis’in iç dizaynında renkler rahatsız edici ve yorucu. Kürsüye yakın oturanlar karşıdaki beyaz mermerden ve ışıklardan, geride oturanlar renk cümbüşünden rahatsızlık duyuyor. (…) Arkadaşlarda sürekli göz ve beyin yorgunluğuna ilişkin şikâyetler var. Kendimizi gündeme adapte edememe, uzun süre bağlantı kuramama sorunu var.”

Eroğlu da şunu: “Turuncu renk insanı tahrik eder ve hırçınlaştırır (…) Sıcak renk seçilecekse, illa canlı renk istiyorsanız; sarı değil de bej güzeldir. Nefti yeşil de olabilir. İnsanı rahatlatır"

Bu bakanların sorumluluğundaki iş yerlerini, mesela Tuzla’daki tersaneleri düşününce Meclis’teki çalışma koşullarını tartışmak bile komik ama, yine de turuncunun negatif özelliklerine bir bakalım:

Turuncu bir yoksunluk duygusu yaratabiliyor. Çok aşırıya kaçınca ciddiyetsiz ve entelektüel derinlikten yoksun havası da verebiliyor.

AKP gibi turuncu yoğun amblemli bir partinin milletvekili olsaydım, yukarıdaki sözleri söylerken iki defa düşünürdüm.

vazgeç pep


(Eski blog'tan. Günün anlam ve önemi üzerine...)

Daha ilk yılında üç kupa aldı. En büyük rakibini evinde hezimete uğrattı. Tarih yazdı.

Bundan sonra yapabilecek bir şeyi kalmadı. Başarı eşiğini geçti Pep Guardiola. Artık ne yapsa eksik olacak; ya da tekrar. Bugün çok mutludur muhakkak ama bundan sonra hiç bu kadar mutlu olmayacak. Bir daha hiç yaşayamayacak ilk seneyi.

İstifa etsin en iyisi. Bir taraftar olarak seyretsin Barcelona maçlarını, kitap okusun, müzik dinlesin, dünyayı dolaşsın. Ne yokuş aşağı gittiğini görsün ne de aynı şeyleri yeniden yaptığını.

Biz de onu hep takım elbisesini çekmiş, Messi’li Etoo’lu Henry’li ve tabii ki Puyol’lu efsane kadroyu kenardan izlerkenki haliyle hatırlayalım.

emret bakanım

Emret Bakanım dizisini hatırlayan var mı? Gösterilirken çocuktum; pek bir şenlikliydi diye kalmış aklımda. Bakan’la müsteşarı, danışmanları vs. bir aşağı bir yukarı gidiyor, birbirlerine laf sokup duruyorlardı. Ana mesele şuydu: Bakanlar çaylaktır, gelip geçicidir; esas olan, devletin bütün kurnazlıklarını bilen bürokratlardır. Adamlar bakana ders verirken, her işi kendi istedikleri gibi yapıyorlardı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hâlâ taze bakan sayılır. Görevine, bir süre başbakan danışmanlığı yapıp geldi. Orada bir şeyler öğrenmişse de, devletin –hem de dışişleri teşkilâtı gibi katı kuralcı bir devletin- işleyişine ayak uydurmak onu zorlamıştır. Ama bir artısı olduğunu biliyorum. İyi ve işine hakim bir ekibi var. Bu ekip olmasaydı, geçen haftasonu olduğu gibi Sırbistan’la Bosna-Hersek’i İstanbul’da bir araya getiremezdi. Az iş sayılmaz…

Gelelim tekrar Emret Bakanım’a. Ankara’daki bakan danışmanlarının birbirlerine bakanlarını çekiştirmekten, sızlanmaktan ve boy ölçüştürmekten –benimki çok çalışyor, seninki az!- iş yapmaya pek vakitlerinin kalmadığını söylemek mümkün. Kendi bakanlarına çamur atanları, başka bakanlığa geçme planı yapanları da bu hesaba ekleyin. Yani evet, İstanbul’daki herkesin düşündüğü gibi, Ankara sıkıcı bir yer, ama bakanlık koridorlarında dönen muhabbetler sit-com’u aratmaz. O yüzden işini azıcık iyi yapan hemen öne çıkıyor. Ekibini iyi kuran da, çaylak muamelesi görmeden, yürüyüp geçiyor, devlette sivriliyor işte.

Anayasa 101

Bu oyunu oynamak güzel, yani her şeyden anlıyormuş gibi yapmak. Ama anlamıyoruz. Üstelik epey dikkat ve birikim gerektiren teknik konuları hiç anlamıyoruz. Meclis anayasa değişikliği maddelerini oylamaya başladı; milletvekillerinin çoğunun neyi oyladığından haberi yok. Yarın referandumda halk detayları bilmeyecek. Üstelik bu konuda iri puntolu yazılar döşenen gazeteciler de, elbette, konuya uzak.

Olayı bilenler: Burhan Kuzu, birkaç hukukçu milletvekili daha, birkaç akademisyen, ee hadi birkaç da gazeteci… Gerisi yarım yamalak.

Buna yabancı gazeteciler de dahil. Misal Reuters haberi şöyle geçti: Öngörülen değişiklik TBMM’ye yüksek yargıçların atanmasında söz hakkı verecek. Cumhurbaşkanı’na değil yani!

Bu saatten sonra kimsenin sıfırdan hukuk dersi alacağı yok, bir de yazmak zorunda kalınmasa.

z raporu 4 - acı veren bir bakan


Günün (dünün) haberi bu defa matrak bir olay. Fransız Kültür Bakanı Frederic Mitterrand, ödül töreninde oyuncu Marion Cotillard'ı (Bilen onu Çocuk Oyunu'ndan bilir, son Edith Piaf olarak tanıyanlar da var) şişledi. Kötü bir niyeti yoktu; sadece ödül verecekti ama karşısındaki güzel kadın ellerini biraz titretmiş olabilir. Olay Youtube'da şu şekilde mevcut.

Yukarıdaki el titreme tezini hemen çürütelim. Bizim kültür bakanı Ertuğrul Günay'ın, Mitterrand ile aylar önceki muhabbetine buyurun.

istanbul hatırası


Hanımlar, Beyler!
Veda etme durumunda kaldığımız, benim idrakimce kültür ve sanat alanında, tarih boyunca ve bütün dünyada, bizi en iyi temsil etmiş ve en çok şereflendirmiş olan adamdır. Kıymetini bildiğimizi, kendisine pek de bildiremediğimiz biri. Hatırası önünde saygıyla eğilip, öylece kalma durumundayız.
Hakkı Devrim

milli idman

Diyarbakır – Bursa maçından sonra gündem harlandı. Bu ülkede yazanın da söyleyenin de tepki topladığı belalı bir konuyu, maçlardan önceki zorunlu İstiklal Marşı’nı, Radikal’den Bener Onar, Taraf’tan da Fikret Doğan yazmış.

Onar, yazısında Kadıköy'deki olaylı Türkiye - İsviçre maçını da anıyor:
İsviçre maçı çok gerilerde kaldı ama ben dahil bir grup spor gazetecisi zaman zaman o noktaya takılıyoruz. Takılmakta da haklıyız gibi geliyor. O gece yaşananların muhasebesini iyi yapamadığımız için bazı noktalarda aksaklıklar yaşanıyor. Bir kez daha geriye dönüp baktığımda Alpay Özalan’ın vahşi okuma stili (!), taraftarların gaza gelişi bu otorite eliyle düzenlenen marş töreniyle ilintili. Haftada iki kez okulda, bazen bir kereden fazla maçta ‘Milli marş’ idmanı yapan bir gürühun zıvanadan çıkması olarak da görülebilir Saracoğlu Meydan Muharebesi!

z raporu 3 - Stockholm sendromu

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen ülkelerin başında İsveç geliyor ama bu durum, bugün parlamentolarından Türkiye aleyhine bir karar geçirmelerini engellemedi. Geçen sene gündeme gelen bir tasarı (Türkler’in 1915’te Ermenilerin yanı sıra Asurilere, Süryanilere, Keldanilere, Pontus Rumlarına ve diğer Hristiyan azınlıklara karşı soykırım yaptığını iddia ediyor) bugün İsveç parlamentosunda, bir oy farkla yasalaştı.

Amerikan Kongresi
’nde de bir oy fark vardı; bu herhalde artık bir gelenek. Esas sorun şu ki, komşularla sıfır sorun derken mangalda kül bırakmayan Türk dış politikası bu tasarı meselesini yönetmeyi beceremedi. Yapabildikleri tek şey ilgili büyükelçileri tek tek geri çağırmak. Washington Büyükelçiliği görevine henüz başlamış olan Namık Tan bir süredir Ankara’da. Ne zaman geri döneceği de belirsiz. Stockholm Büyükelçisi Zergun Korutürk de istişareler için Ankara’ya çağrıldı. Belli ki onu da bir süreliğine merkezde tutacaklar. Çözüm geri çağırmadan geçseydi, Toyota çoktan başarılı olurdu. Esas sürekli geri çağırıyorsan bir sorun var demektir.

Günün sözü de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den gelsin o halde. Gül tasarının geçmesinden sonra şunları söyledi:
Geçen Amerikan Kongresiyle ilgili söylediklerimi burada da tekrarlamak isterim. Sorsanız 3 kelime konuşamazlar. Esasen çok küçük motivasyonlarla hareket eden insanlar. Tarihe yaptıkları saygısızlık açısından üzüntü verici. Hiçbir itibarı yok. Bunları da çok büyütmeyin açıkçası. Çok fazla büyütülecek bir konu da değil. Çünkü itibar etmediğimiz konuları da büyütmememiz gerekir.

Hükümet böyle düşünmüyor olsa gerek ki, her oylamadan sonra Ankara’nın nüfusu bir kişi artıyor.

z raporu 2 - afette parmak hesabı

THY uçağı Amsterdam'a düştüğünde Hollandalı yetkililer kaç kişinin ölüp kaç kişinin kurtulduğunu uzun süre açıklamadılar. Belirsizlik Türkiye'deki ilgilileri çıldırma noktasına getirdi ama adamlar ciddiydi. Her şeyi dikkatle inceledikten sonra ancak, nihai rakamları açıkladılar. Böyle nazik bir konuda düzeltme yapmak istemiyorlardı (bu arada Türkiye'de hem başbakan, hem de ulaştırma bakanı farklı farklı rakamları açıklamıştı bile.) En sonunda bir kayıp raporu açıklandı ve bu rapor değişmedi.

Bugün Elazığ depreminde ölenlerin 51 değil 41 olduğu duyuruldu. Fark, yöre insanının nüfusta başka köyde başka isimlerle bilinmesinden kaynaklanıyordu. On kişinin azalması sevindirici tabii, ama bu konuda bile kayıt tutmaktan aciz ve baskı altında yanlış açıklamalar yapan bir yönetimin varlığı da can sıkıcı. Halen bazı inceliklerin memleketi değiliz. Parmak hesabı geçerli.

Günün sözü (aslında dünün sözüydü) Sağlık Bakanı Recep Akdağ'dan geldi. Akdağ, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın "Eşcinsellik hastalıktır" demecine cevap veriyordu: "Şu bir gerçek, Türkiye’de eşcinsellik yaşayanlarca zor bir şeydir. Ayrımcılık sebebi olabilir. Toplum insaflı olmak durumundadır."

Muhafazakâr bir bakan ölçüsüne göre cesur bir çıkış; tabii sözlerinin devamında kendine bir emniyet payı bıraktığını saymazsak:

"Eşcinsel evliliklerin yapılabileceği konusu bizim toplumumuzun kabul edebileceği bir durum değildir. Çocukların cinsel eğitimlerinin doğru gelişebilmesi için gerekenleri yapmalıyız."


Bakan bu lafları Kavaf'la kavga etmek için söylemedi. Gazeteciler ısrarla sorduğu için konuştu. "Madem hastalık, sağlık bakanına soralım" diye düşünen gazetecilerin açıkgözlüğü bir yana, esas Başbakan bu konuda ne derdi acaba?

z raporu 1

Günün lafını Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, iki dakika içinde bile değişebilen uçak bileti fiyatları için etti: Bilişim hızında giydiriyorlar! Bizler için küçük, bir ulaşım bakanı için büyük bir adım bu. O lafın doğrusunu söyleyeceği bir gün de gelir belki. Bekleyelim.

Bir laf da Beşiktaş'ın Şili'li oyuncusu Rodrigo Tello'dan: Biz depreme çocukluktan itibaren hazırlanırız (Bir bildiği var tabii, bizim kerpiç evler 6.0'da dağıldı ama 8.8 bile onun ülkesini yıkamadı.)

Günün hayalkırıklığı, siyasetteki ışığı giderek sönen Kemal Kılıçdaroğlu. Batman'da "Genel af" dedi, Deniz Baykal kulağını çekince, "yok öyle bir şey" diye panikle yalanladı. Yok öyle bir şey demek kolay, ama şu aşağıdaki cümlelerden kurdukça sen de giderek yok oluyorsun sayın vekil.

“Bugünkü koşullarda bizim bir genel affın olabileceği gibi bir düşüncemiz söz konusu değil” Mahcubiyet gramere de vuruyor tabi!!

bir kitle imha silahı olarak ev

günün iki olayı: 51 kişinin öldüğü elazığ depremi ve cumartesi günkü olaylı diyarbakır-bursa maçının artçıları.

Deprem sabah beşe doğru oldu. BBC, 7 haberlerinde konuyu haritalar eşliğinde verirken, çok da ciddi bir deprem olmadığını söylüyordu. 51 kişi öldü, 34 de yaralı var. Sebep köylerdeki kerpiç evler. Kim diyordu, evler, bilinmeyen kitle imha silahlarıdır diye?

Polis minibüsünde kaçarken ölümden dönen Bursasporlu futbolculardan en az biri, gelecekte bir gün Diyarbakırspor'a transfer olacak. Şehirdeki ilk gününde ne tuhaf hissedecektir kendini...

ay sarayında