Dakikalar sonra bu senenin Nobel edebiyat ödülü açıklanacak. Çok
merak etmesem de, bu işin törenselliğini hep sevmişimdir. Nobel zamanı
(noel zamanı gibi oldu) oluşan hava, beklentiler, bahisler içine kapalı
edebiyat ortamını dışarıya açıyor. Hiç değilse bir yazarın daha fazla
okunmasını sağlıyor.
Tabii bir de kendi hesabıma hiç okumayıp eşeklik ettiğim yazarlar var. Nobel almış olsalar dahi... Mesela Doris Lessing. Evde yıllardır kitapları durur; sürekli niyetlenmeme rağmen araya başka yazarlar/kitaplar girer.
Halbuki
en sevdiğim Nobel anı da Lessing'e aittir. Pamuk ve Pinter'i takiben
2007'de Nobel'i almıştı. 88 yaşında... Yukarıda gördüğünüz bu fotoğrafa
bayılırım. Lessing, oğluyla beraber bir hastane ziyaretinden dönmüş;
evinin kapısındaki gazetecilerden Nobel haberini alıyor. Haberi
hazmetmek için merdivenlerde soluklanırken; içeride telefon çalıp
duruyor. Stockholm'den arıyorlar...
"Çok şaşırmadım, 40 yıldır adım bu ödül için zikrediliyordu" diyor Lessing.
O günlerde Aktüel'deydim. Bu dramatik fotoğrafın, şimdi
bulamadığım daha da güzel bir versiyonunu haftanın fotoğrafı olarak
kullanmıştık.
Önemli ve güzel bir fotoğraftır. Günümüzdeki gazeteci edebiyat ilişkisini mükemmelen anlatır. Sonuçta 88 yaşındayken kapısına kamp kurulan Lessing, Nobel'i muhakkak hak ediyordu (dedim ya daha
okumadım.) Ama bu ödülü kazanmak için sadece hak etmek yetmiyor; bir de
denk gelmesi gerekiyor. Almayan alamayan kimler kimler var.
Benim için fark etmiyor; ama bu sene ödülü almasını istediğim
yazarlar var. Kendilerini yaşatan, zenginleştiren dünya için çok çalışan
yazarlar. Margaret Atwood örneğin. Kütüphaneler ölmesin diye aylardır
kampanya yapıyor. Ya da adı bahislerde bile geçmeyen Ursula K. Le Guin.
Google'e karşı yazarları örgütlemeye çalışıyor. Hiçbir neden gösteremem
ama Joyce Carol Oates'ın da kazanması hoşuma gider.
Ama kim kazanırsa kazansın, Lessing'in Nobel anını hiçbir şeyle
değişmem. Bu da tuhaf bir okur (tamam, okuyacağım) tesellisi işte.
Sirenin Sesi blogundan Nobel öncesi bir yazı da şurada