bukowski'ye giriş
Çok bilinmez ama Amsterdam'ın tatlı kanallarından Kloveniersburgwal'ın üzerinde muazzam bir sahaf dükkânı var: The Book Exchange. On binlerce kitabın ağırlığı İngilizce, meraklısı için Fransızca, Almanca, İspanyolca koleksiyon da mevcut. Hoşsohbet, orta yaşlı bir Amerikalı'yla, gençten ve yine konuşmaya meraklı yardımcısı işletiyor. Amsterdam'a yolu düşen muhakkak uğrasın.
Geçen gün, avare dolaşırken, karın birden bastırmasıyla oraya sığındım. Bir saat sonra çıkarken elimde üç kitap vardı. Italo Calvino'nun Six Memos For the Millenium'u, Bill Bryson'un Travels in Europe'u ve Lawrence Block'un sevgili Matthew Scudder'ının henüz okumadığım bir macerası: A Dance At the Slaughterhouse.
Bir İngiliz kadın, tezgâhtaki genç adamla sonu gelmez bir Amsterdam muhabbetine girişmişti. Sabırla bekledim. Zaten kar da dinmemişti. Müşteri nihayet gidince, genç adam bana döndü, kitapların ederini hesaplamaya girişti. Calvino'yu görünce sevindi:
"Tanrım, artık bunun hiç satılamayacağını düşünüyordum; yıllardır burada."
Belki kimse fark etmemiştir, dedim gülerek. Ama sorun başkaydı. Biraz yüksek fiyatlamışlar. Söylemedim. Adam Calvino'nun hevesiyle anlatmaya devam etti:
"Hiç anlamıyorum, bazı kitaplar aylarca duruyor, bazıları iki gün dayanmıyor. Mesela Bukowski'ler... Müşteriye Bukowski dayandıramıyoruz."
Eh, adam iyi yazar, tabii ki satacak. Diyecektim ki tam... Esas derdini söyledi.
"Tek anlattığı şey içmek içmek içmek... Daha ne kadar sıkıcı olabilir?
Edebiyat işte... Herkesin zevki farklı, karışamazsın. Ama ben de tutmadım kendimi, sordum: "Mesele neyi değil nasıl anlattığı değil mi?"
Öyle bir yerde, ama onu da içerek anlatıyor, dedi. Aslında haksız sayılmazdı ama anlaşamayacağımız da ortadaydı.
Peki siz John Fante okudunuz mu hiç, diye sordum.
Hayır, dedi. Duymamış bile.
Bana kalırsa, Bukowski okumaya Fante'den başlamalısınız, dedim.
"Neden" diye sordu.
"Orasını siz okuduktan sonra konuşuruz."
Kar da durmuştu zaten.
Geçen gün, avare dolaşırken, karın birden bastırmasıyla oraya sığındım. Bir saat sonra çıkarken elimde üç kitap vardı. Italo Calvino'nun Six Memos For the Millenium'u, Bill Bryson'un Travels in Europe'u ve Lawrence Block'un sevgili Matthew Scudder'ının henüz okumadığım bir macerası: A Dance At the Slaughterhouse.
Bir İngiliz kadın, tezgâhtaki genç adamla sonu gelmez bir Amsterdam muhabbetine girişmişti. Sabırla bekledim. Zaten kar da dinmemişti. Müşteri nihayet gidince, genç adam bana döndü, kitapların ederini hesaplamaya girişti. Calvino'yu görünce sevindi:
"Tanrım, artık bunun hiç satılamayacağını düşünüyordum; yıllardır burada."
Belki kimse fark etmemiştir, dedim gülerek. Ama sorun başkaydı. Biraz yüksek fiyatlamışlar. Söylemedim. Adam Calvino'nun hevesiyle anlatmaya devam etti:
"Hiç anlamıyorum, bazı kitaplar aylarca duruyor, bazıları iki gün dayanmıyor. Mesela Bukowski'ler... Müşteriye Bukowski dayandıramıyoruz."
Eh, adam iyi yazar, tabii ki satacak. Diyecektim ki tam... Esas derdini söyledi.
"Tek anlattığı şey içmek içmek içmek... Daha ne kadar sıkıcı olabilir?
Edebiyat işte... Herkesin zevki farklı, karışamazsın. Ama ben de tutmadım kendimi, sordum: "Mesele neyi değil nasıl anlattığı değil mi?"
Öyle bir yerde, ama onu da içerek anlatıyor, dedi. Aslında haksız sayılmazdı ama anlaşamayacağımız da ortadaydı.
Peki siz John Fante okudunuz mu hiç, diye sordum.
Hayır, dedi. Duymamış bile.
Bana kalırsa, Bukowski okumaya Fante'den başlamalısınız, dedim.
"Neden" diye sordu.
"Orasını siz okuduktan sonra konuşuruz."
Kar da durmuştu zaten.
günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
a Forest Year from motionkicker on Vimeo.
ABD'li Samuel Orr, ormandaki evinin penceresine kamera kurmuş ve on beş ay boyunca kayıt yapmış. Ne iyi etmiş. Seyrettikçe huzur doluyorum. Harika bir iş.
Diğer projelerine göz atmak (ve destek vermek) isteyen varsa, bu linke buyursun.
Başlık, tabii ki, Turgut Uyar'dan...
ABD'li Samuel Orr, ormandaki evinin penceresine kamera kurmuş ve on beş ay boyunca kayıt yapmış. Ne iyi etmiş. Seyrettikçe huzur doluyorum. Harika bir iş.
Diğer projelerine göz atmak (ve destek vermek) isteyen varsa, bu linke buyursun.
Başlık, tabii ki, Turgut Uyar'dan...
reader kapanınca
Sevdiğim, hatta çalıştığım dergilerin kapanmasına alıştım. Yapacak bir şey yok. 'İnternet dergileri öldürüyor' deniyor, inanmasam da ona da eyvallah.
Peki internetin kapanması nedir Allah aşkına?
Google Reader'dan bahsediyorum. Firma, dün şefkatli görünen gayet ukâla bir bilgi notuyla -tipik, müşteri kaybetmek istemeyen ama burnundan da kıl aldırmayan PR'cılık- Reader hizmetinin 1 Temmuz itibariyle son bulacağını açıkladı. Bu süre zarfında isteyen pılısını pırtısını toplasın, benzer hizmet veren uygulamalara yönelsin deniyor. Sağolsunlar, çok düşünceliler.
Daha önce bir iki defa söylemiştim, Reader, internetin en güzel yanıydı bana kalırsa. Birçok blogu halen oradan takip ediyorum, şu sanal alemin hayatımı zenginleştiren unsurları hep orada. Onları Reader'da okumaya alıştım.Basit ve rahattı; 'kullanıcı dostu' tabirinin gerçekten hakkını veriyordu.
Öyle aman aman bir sorun değil, başka bir program kullanırım tamam da, Google'un şu davranışı gelecekteki meseleler için örnek olsun. Reader'ı, eskisi kadar çok kullanılmıyor diyerek kapattılar. Büyük bir masrafı yoktu, firmayı zarar da vermiyordu. 'Uğraşmak istemiyoruz artık' dediler.
Yalnız şöyle bir durum var: Google, Twitter, Facebook falan aslında bedava değil; içeriğini biz üretiyoruz diye kıymet kazanıyorlar. O halde, ben de artık Google'ın sızlanmalarıyla uğraşmak istemiyorum. Bundan sonra sadece merhaba, merhaba.
Blogger'dan tası tarağı toplamanın vakti geldi. Başka bir yer için hazırlıklara başlıyorum.
Peki internetin kapanması nedir Allah aşkına?
Google Reader'dan bahsediyorum. Firma, dün şefkatli görünen gayet ukâla bir bilgi notuyla -tipik, müşteri kaybetmek istemeyen ama burnundan da kıl aldırmayan PR'cılık- Reader hizmetinin 1 Temmuz itibariyle son bulacağını açıkladı. Bu süre zarfında isteyen pılısını pırtısını toplasın, benzer hizmet veren uygulamalara yönelsin deniyor. Sağolsunlar, çok düşünceliler.
Daha önce bir iki defa söylemiştim, Reader, internetin en güzel yanıydı bana kalırsa. Birçok blogu halen oradan takip ediyorum, şu sanal alemin hayatımı zenginleştiren unsurları hep orada. Onları Reader'da okumaya alıştım.Basit ve rahattı; 'kullanıcı dostu' tabirinin gerçekten hakkını veriyordu.
Öyle aman aman bir sorun değil, başka bir program kullanırım tamam da, Google'un şu davranışı gelecekteki meseleler için örnek olsun. Reader'ı, eskisi kadar çok kullanılmıyor diyerek kapattılar. Büyük bir masrafı yoktu, firmayı zarar da vermiyordu. 'Uğraşmak istemiyoruz artık' dediler.
Yalnız şöyle bir durum var: Google, Twitter, Facebook falan aslında bedava değil; içeriğini biz üretiyoruz diye kıymet kazanıyorlar. O halde, ben de artık Google'ın sızlanmalarıyla uğraşmak istemiyorum. Bundan sonra sadece merhaba, merhaba.
Blogger'dan tası tarağı toplamanın vakti geldi. Başka bir yer için hazırlıklara başlıyorum.
chavez'den sonra
Chavez'in ölümünden sonra Latin Amerika gazetelerinin tümü sayfalarını yıktı. Zaten çoktandır bekliyorlardı; muhtemelen başlıklarını ve fotoğraflarını da hazırlamışlardı. Benim dikkatimi çeken en iyi kapakların Brezilya'dan gelmesi. Ama onlardan da iyisi Şili'nin La Tercera'sı. Yerinde bir fotoğraf kullanımı, özenli bir veda. Venezuela'nın muhalif gazetelerinden Universal "Chavez'siz dönem başlıyor" diye geçiştirmiş. İçinde epey muhalif yazar barındıran bir başka gazetenin, El Clarin'in fotoğraf kullanımı da dikkat çekici. Muzaffer lider yerine, hastalıkla boğuşan Chavez'i koymuşlar.
Venezuela - Panorama
Venezuela - El Mundo
Venezuela - El Universal
İspanya - ABC
Küba - Granma
Şili - La Tercera
Kolombiya - El Espectador
Brezilya - O Globo
Brezilya - Correio Braziliense
Venezuela - El Clarin
Venezuela - La Voz
Arjantin - Pagina 12
Venezuela - Panorama
Venezuela - El Universal
İspanya - ABC
Küba - Granma
Şili - La Tercera
Kolombiya - El Espectador
Brezilya - O Globo
Brezilya - Correio Braziliense
Venezuela - El Clarin
Venezuela - La Voz
Arjantin - Pagina 12
ırkçılık da yorar
Çin'de bir dükkân... Irkçı sahibi kafayı o kadar yemiş ki artık kimi içeri kabul etmeyeceğini şaşırmış. Japon, Vietnamlı, Filipinli ve tabii ki bu tür ırkçılığın olmazsa olmazı köpek, içeri giremez. Yedi düveli karşısına almış yani. Dükkânı kapatsa, kendisi de daha rahat eder, insanlara da bir rahat verir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Z...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Yeni yıl kararları... İki yıl evvel, Gazete Duvar için yazmıştım (O kadar olmuş mu yahu?). Burada da dursun... 1 Ocak’ta birçoklarımız yeni...
-
13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bu...
-
İ plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor di...
-
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağ...