Memlekette iki meselede ciddi sıkıntı var. Biri, hamaseti iyiden iyiye standartlaştırmamız; yani bu toplumun değerleri, fikirleri, idealleri üzerine, içi çoktan boşalmış (belki de hiç dolmamış) varsayımları norm haline getirmemiz. Diğeri, ülke olarak içimize çökmemiz... İkincisi, başka örneklere bakıp hiza almamızı da engelliyor. Bu yüzden, hamaseti gündelik hayattan ayıklayamıyoruz. Çok azımızın kendini kurtarabildiği bir tuzak bu…
Ne demek istediğimi, Norveçli kara polisiye yazarı Jo Nesbo daha iyi anlatacak. Çünkü bizim Hürriyet Pazar’dan Çınar Oskay’a verdiği röportajda, ülkesi hakkında kalbini açıp kimseye eyvallah etmeden konuşuyor. Hamasetten nasibini hiç almamış. Bazı durumlarda övüyor, bazen de yerin dibine geçiriyor ülkesini. Abartı ya da riya yok. Şirin görünmeye çalışmıyor. Saldırgan da sayılmaz. Entelektüelliğin, ülkesinde söz söyleyen bir birey olmanın gereğini yapıyor. Söyledikleri yüzünden Norveç’te kimsenin ona saldırmayacak olması da elbette önemli ama şimdi bu konulara girmeyelim. Dedim ya, dışarıya bakmayı unuttuk; bakarken illa kendi meselelerimizi deşmeyelim. Hiza alalım yeter.
Aşağıda Çınar Oskay’ın röportajından, soruları ayıklayarak bazı alıntılar yaptım. Son bölümde soruyu da koydum; zira Nesbo’nun soğukkanlılıkla verdiği cevap beni cidden sarstı. Soruyu da özellikle bilmek gerekir. (Röportajın tamamını şuradan okuyabilirsiniz).
***
Son bir not: Röportajda daha önce hiçbir eserin okumadığım Nesbo’yu bu kadar tutunca, bir yerden başlayayım dedim. Yazarın meşhur dedektifi ‘Harry Hole’nin ilk macerasıyla (‘Yarasa’) başladım. Bir yüz sayfa da okudum ama doğrusunu söylemek gerekirse (ki gerekir) buraya kadar biraz tırt! Kolay, cheesy ve yüzeysel. İleride daha iyi bir noktaya dönerse onu da söylerim buradan.
***
- Doğduğu yeri normal kabul ediyor insan. Buranın istisnai bir yer olduğunu dünyayı gezince anladım. Bizde inanılmaz bir toplumsal uyum vardır. Siyasi partiler tartışır durur ama aslında hepsi özünde sosyal demokrattır. Bence mutluyuz ve bunun sebebi eşitlikçi bir toplum olmamız.
- Mesela ben gençken, şimdiki gibi sevimsiz zengin tipler yoktu ortada. Kimse ne yoksuldu ne zengin. Bu 1980 ve 90’lardaki ‘petrol patlamasıyla’ değişti. Ama yine de eşitlikçi tavır kaybolmadı.
- Eski bir başbakan, bir arkadaşımın arkadaşıydı. O, korumaları, biz, hep birlikte ormana gider, bisiklete binerdik. Bir gün kırmızı ışıkta durduk. Bir araba yanımıza yaklaştı, camı açtı. Adam, başbakana ismiyle hitap ederek, 7-8 yaşındaki çocuğu için durduğunu belirterek el salladı. Biz de “Merhaba” dedik. Bodyguard’lar 100 metre gerideydi. Hiç karışmadılar, sorun çıkmayacağından eminlerdi. Bu tür şeylerin ne kadar sıradışı olduğunu sonraları anladım. Norveç masum bir ülkedir; hâlâ da öyle.
- Bizde hiç kapitalizm yaşanmadı. Bunca fiyord, yüksek dağ büyük sanayiye izin vermedi. İsveç’te, Danimarka’da büyük aileler, asilzadeler, büyük şirketler ortaya çıktı. Bizdeyse sadece küçük aile şirketleri vardı. Büyük krallarımız bile pek olmadı.
- Bizim büyük buluşlarımız, ciddi katkımız olmadı dünyaya. Ama iyi yaptığımız bir şey vardı: Adalet ve eşitlik. Petrol gelirini halka eşit dağıtan tek petrol zengini ülke burasıdır. Chavez’in sosyalist Venezüelası’nda bile kimse petrolün hayrını görmedi.
- Burada insanlar bir aile gibi hissediyor kendini. Sürünün parçası gibi... Yolsuzluk neredeyse yoktur. Mükemmel değil ama adil bir toplumuz. Mesela Yunanistan’la karşılaştırabilirim. (….) Yunanistan’da insanların hiç vergi vermek istemediğini fark ettim. Sonra anladım ki vergilerinin ya zenginlerin cebine ya yolsuzluğa batmış hükümetin cebine gideceğini düşünüyorlar. Bizde belki 1500 yıldır bu güven vardır. Bir toplumun parçası olmak, hayatı güzelleştirmek için katkıda bulunmak…
- Ama bunun dışındaki her şeyde de, futboldaki gibiyiz. Berbatız yani!
- [Futbol için] Bizde hiç star olmaz. Sadece çok iyi çalışan, antrenörü dinleyen ve organize takımlarımız vardır. Takım oyunu bir Norveç geleneğidir. Yeteneksiz ama çalışkan.
- Gazeteci olduğunuz için beni kibarca dinlediniz. Ben sizin yerinizde olsam benim gibi bir suç romanı yazarının söylediklerine şüpheyle yaklaşırdım. Birçok büyük söz sarf ettim. Aslında kişisel bilgeliğe, büyük cevaplara inanmıyorum. Öğrenmeye, meraka, araştırmaya inanıyorum. Böyle kalmak istiyorum. Yanlışlarımı görebilmeyi ve fikrimi hep değiştirmeyi istiyorum.
***
Ç. Oskay: Altı yıl evvel tüyler ürpertici bir katliam yaşadınız. Anders Breivik, 77 kişiyi öldürdü, şimdi hapiste. Norveç’te tutukluların muazzam rahat koşullarda yaşadığı biliniyor. Şimdi Oslo Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi lisans programına kabul edilmiş. Muhtemelen bir noktada çıkacak hapisten. Biraz fazla mı medenisiniz acaba? Bu soruyu hiç soruyor musunuz kendinize? Adam bir cani!
J. N.: Evet bu biraz ekstrem. Ama toplumsal kuralları sağlamlaştırmak için onları en ekstrem hallerde de uygulamak gereklidir. Biz suçlulara insan gibi davranırız. Bu her vakada böyledir. Duygusal anlamda kabullenmesi zor olanlarda da. Bunlar sisteme inancı, kuralların gücünü gösterir herkese.
Ç. O.: Benzetmemi maruz görün, biraz ‘Şirinler’i andırıyorsunuz. İdeal bir toplum, pozitif, iyimser, eşit... Keşke her ülke böyle olsa... Ama dünya pek bu yöne gitmiyor. Tersine daha kötüleşiyor. Popülist, otoriter dalganın, ırkçılığın buraya gelmesine nasıl engel olacaksınız?
J. N: Maalesef geldi bile. İnsanlar pek değişmiyor. Norveçli Nobel’li bir yazarın 2’nci Dünya Savaşı öncesi yazdığı bir kitabı okuyorum. Her şey, faşizme giden yol tıpkı bugün gibi. Norveçliler de dünyaya benzer bir tepki verecektir, belki daha yavaş olacaktır. Ama bununla mücadele edebiliriz.
Üstteki fotoğraf: Murat Şaka