gözlüklü çocuklar

Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağırlık. Refleksi henüz öğrenmemiş eller. Mesafeleri ölçmek ilk başlarda hep derttir. Uzaklar birdenbire sislenince, bir değil iki parmak dikkatlice yükselir. Çünkü görmek dünyanın en önemli işidir. 


1000!

Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Zordur aslında bin dereden su getirmek. Yapmak yapmamaktan daha zahmetlidir… Şu karda kışta, yağmurda çamurda, gideceksin de uğraşacaksın da toplayacaksın da…

Ah, dilimiz, o güzel kafa karışıklığımız.  

Yazacak mıyım yazmayacak mıyım, ne yazacağım derken… İşte bu blogdaki 1000 numaralı post’um. Bininci dereden getirdiğim su… Sessiz sedasız, kendi kendine kaynamış sular. Bahtiyarım. 


Burası sessiz, burası çılgın kalabalıktan uzak. Burası kendi halinde, eski usul, giderek daha da eski usul bir yer. İşte şimdi burada, kendim için, ailem için, bu blogda bahsettiğim herkes için ve senin için sevgili okur, bir küçük mum dikiyorum. 


Yanında da bir avuç su…  Bin derenin suyu.


Resim Midjourney

dünyayı yazarak anlamak

Parmaklarımın ucunda… Sanki bir göz, harflere bakan. Kaleme klavyeye dokunduğumda bir yangı. Sayfaya pul pul dökülürken hücreler, zihnimde cisimlenen dünya. Orada pencereler, peterpanlar, periler; orada kayıtsızlar, tutarsızlar, zalimler. Silinenler, yer değiştirenler, “bana yer aç” diyenler… Kendini tarif ettiren hayat. Bir evi o iki harf yan yanayken daha iyi anlıyorum. Harfler, yuvanın da yuvası. Kalemim, bir duvarcı ustası. Ve bir göz, parmaklarımın ucunda. 

Resim Midjourney

tereddüt

Önce sesimize siner sanırız. Ama değil. İlkin omuzlarımızdadır tereddüt. İki elle abanmış gibi sıkıca bastırır. Yürüsek, adımlarımızdadır. Her zamankinden daha hızlı, daha yavaş… Tempomuz bulanmıştır. Nihayet gelir sesimize de yerleşir. Karşımızdaki anlar mı, burası hep muammadır. Konuşmada alan açmayı dener tereddüt, bir sokak hokkabazı gibi sözcükleri hızlıca birbirine karıştırır. Yakalanırsa tek çaresi inkârdır. Yakalanmazsa… Yükünü orta yere boşaltıp uzaklaşır. Kendine yeni bir sırt arar yük. Yeni omuzlar. Yeni adımlar. Nihayet yeni bir ses…


john berger

Hep yüzündeki çizgileri hatırlıyorum. Yüzünü değil ama yüzünü oluşturan çizgileri. Derin, barışçı çizgiler. Kendisi de böyle hatırlamamı isterdi, seziyorum. Bir derginin kapağında bin yaşında bir adam görmüştüm. Bir Hintli. Her biri ayrı bir dönemi hatırlatan çizgilerini gururla sergiliyor gibiydi. Dünyada böyle yaşandı, bakın. Siz de böyle yaşayacaksınız…

Sözcüklerle çizgileri birbirinin yerine kullanmayı daha çocukken öğrenmişti. Ama hangisine dönüşmek isterdi? Bunu henüz bulamadım.

yazan yaşlı kadın

Beyaz, pamuk, yumuşak… Dışarıdaki gürültüyü umursamadan yazıyor. Yaşına rağmen gözlüksüz. Şaşırtıcı derecede gözlüksüz. Önünde küçük, zarif bir şişe; içindeki sarı pembe sıvı, mürverçiçeği suyu mu? Öyle olmalı; önüne defterlerini, kâğıtlarını açmış ince ince yazan bu kadına mürverçiçeği gibi bir farklılık yaraşır. Her şeyi beyaz. Üzerindeki ince bluz, sınav dönemindeki genç bir öğrenci kız gibi kulaklarının arkasında topladığı saçları, masaya doğru eğilişi, hali tavrı, düşüncesi beyaz. Sosyal medyada aradıkları, bulduk sanıp sonsuza dek tekrar ettikleri beyaz işte bu beyaz. Dışarıda çöken akşama tezat, beyazlığını hep koruyan bir beyaz…


ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir adam gelirdi. Türkçe konuştuğumuzu duymuş, benim hızlıca içeri girdiğimi görmüş, bir problem yaşadığımızı düşünmüş. 

"Turist misiniz" dedi. "Bir şey mi oldu?"

İyi niyetli bir insan... Sorun çözmeye odaklı. 

"Yok" dedik; "burada oturuyoruz biz".

"Ben de buradayım" dedi. "Aha ileride terzi dükkânım var." Gösterdi. Aklımda bir yere not ettim.

Konuşurken sesi hafiften Denizli şivesine çalıyordu. Uzmanı değilim tabii ama Denizlili dostlarım var; şehre de gidip geldim. Özay Gönlüm dinledim. Sıfır da değilim demek ki. 

"Burdurluyum" dedi.

Vedalaştık. 

O gidince A.'ya döndüm: "Hayatımda ilk defa biri bana 'Burdurluyum' dedi."

"Nasıl yani" dedi. 

"Bin kişiye memleket sormuşumdur, ilk defa Burdurlu'ya rastladım Askerliğimin bir ayı Burdur'da geçti ama hep kışladaydık. Burdur'da ne de olsa birkaç Burdurlu gördüm. Bu adam Burdur dışında gördüğüm ilk Burdurluydu... "

Güldük geçtik. 

Neyse, dükkânın yerini biliyorum.

sonraki gün