patlamaya hazır söz

Kılıçdaroğlu üzerinden “Alevi” ve “Kürt” sözcükleri hemen alevlendi. Muhafazakâr kesimler bu sözcükleri gündeme getirmeye pek hevesli. Olumluyan da eleştiren de CHP’nin yeni genel başkanının Kürt ve Alevi olduğuna dikkat çekmeyi seviyor.

Bu çocukça heveste aslında bir sıkıntı yok. Ama bir gün denklem değişirse ne olacak? Son örneğe bakalım:

Radikal’den Akif Beki iki haftadır Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye sallıyor. CHP’de genel başkan değişimi hoşuna gitmemiş ama o, parti bu şekliyle de iflah olmaz diyor. İktidar alternatifi bir sol muhalefetin başımızın üstünde yeri var demeyi de ihmal etmiyor. Bu makul bir tartışma. Ama...

Bu günkü köşesinde topu bir şekilde başörtüsü tartışmasına getiriyor ve diyor ki:

“Belki, başörtülü sünni kızları özgürlüklerine o kavuşturabilir.”

Başörtüsü sorunu, hoopp, artık bir sünni sorunu da. İyi mi?

şeytan ayrıntıda hislidir


Kılıçdaroğlu’nu birazcık tanıyorsam o gömleği kendi iradesiyle almamıştır. Açıklamaktan muhtemelen hicap duydu ama parçaları birleştirince resim de beliriyor aslında. Şöyle ki, Kılıçdaroğlu partililerle alışverişe gider, ona bir gömlek getirilir, gömleğin etiketine bakan –ki en son faturada baktım diyor- müstakbel genel başkan sadece yutkunur ve sesini çıkarmaz. Koskoca Kılıçdaroğlu “bu gömleği alamam mı” diyecektir. İktidara sadece taşlı tozlu yollardan değil, bazen paralı yoldan da gidilir. Ama deniz ulaşımı olmadığı da ortada, sonuçta başkent Ankara.

Kurultay günü Deniz Baykal’ın Angora Evleri’ndeki konutunun önü ıssız. Açlık grevi yapanlar çoktan gitmiş, gazeteci ordusu kurultay salonunda. Sadece tek bir adam; Mersinli çiftçileri temsilen bir yalnız çiftçi, elinde pankartıyla kaldırımda oturuyor. Kim ne derse desin, bence kurultayın kahramanlarından biri de oydu.

Salı günü yemeyip içmeyip Lost’un finalini manşete gömen Milliyet Cadde ekibi! Altı senedir izlediğim diziyi piç ettiniz! Ne tür bir kamu yararı gözetiyordunuz bunu yaparken?

Alışveriş merkezindeki -yürümeyen- yürüyen merdivene “sen kaybedersin” deyip sırtını dönüp merdivenlere yönelen adam. Seni gördük! İnanır mısın, gerçekten o kaybetti!

duvardan duvara dünya kupası






Çok özlemiştik, nihayet geldi çattı Dünya Kupası. Buradan Güney Afrika’ya gidebilecek birkaç şanslı kişi, beraberinde bir iki tişört, vuvuzela ve anahtarlık getirecek. Evin görünür yerlerinde birkaç ay süründükten sonra, “atsan atılmaz satsan satılmaz” kabilinden diplere köşelere itilecek birkaç hatıra işte. Şu yukarıda gördüğünüz resimlerin durumu ise başka. Onlar kupanın resmi tasarımları; evinizin duvarlarını şenlendirebilecek neşeli baskılar. Tabii cüzdanınız müsaitse, çünkü günahı 170-250 euro arasında değişiyor.

Yani çok istesem de bu kupanın tasarımlarını pas geçiyorum. 2012 ve 2014 de tasarımına göre değişir. Ama 2016’da bu işler daha ucuza mal olabilir. Bu Cuma, 2016 Avrupa Kupası’nın İtalya’da mı Fransa’da mı yoksa nihayet Türkiye’de mi düzenleneceği açıklanacak. Kulislerde dönen mesnetsiz dedikodulara ilaveten bir yan bilgi de ben vereyim. UEFA’nın nihai kararı verecek 16 kişilik yönetim kurulunun en tepedeki üç adamının pasaportu rekabeti doğrudan temsil ediyor: Michel Platini, Şenes Erzik ve Giancarlo Abete… Yani bir Fransız, bir Türk, bir de İtalyan… Türkiye’nin avantajı, taahhütlerinin (Ankara, Konya, Antalya, Bursa, İzmir ve Eskişehir’de yeni stat inşası, mevcut statların restorasyonu –ki 1,5 milyar dolar tutuyor- artı 38 milyar dolarlık otoyol ve demiryolu bağlantıları) devlet tarafından üstlenilmesi. Fransa ve İtalya meseleyi doğrudan özel sektöre ihale ediyor. Hal böyleyken, bu kriz ortamında, Türkiye’nin önü açılabilir.

İşte o zaman, 2016 tasarımlarını da daha ucuza mal edebilirim. Hem bu işi kotaracak sanatçıların bazılarını şimdiden tanıyorum.

Tasarımların tümünü bulabileceğiniz adres şurada. Bana ısrarla hediye almak isteyenleriyse en sondaki resme yönlendirmek isterim.

burası türkiye II - uçak düşürmece




Günün haberi bence CHP Kurultayı değil. Gazetelerin ufacık yer verdiği –ama hemen hepsinin gördüğü- bir başka haberi daha çok önemsiyorum. Okurken dehşete kapıldığımı da söylemeliyim. Başlık şu: THY uçağına iniş sırasında lazer ışığı tutuldu. Bu başlığın altında dünyanın en korkunç haberlerinden biri yatıyor. Şöyle ki; THY’nin KKTC’den gelen uçağının pilotu, Atatürk Havalimanı’na doğru inişe geçtiğinde, Yeşilköy sahilinden lazer tutulduğunu polise bildiriyor. Uçak sorunsuz bir şekilde iniyor inmesine de, polis lazer tutanları, tahmin edeceğiniz gibi bulamıyor. Bu yaşanan ilk olay değil. Geçen sene de British Airways’in bir pilotu, Atatürk Havalimanı'nda aynı şikâyette bulunmuş. Avustralya’da yaşanan benzer bir başka olaydaysa pilot geçici körlük yaşamış, lazer ışığıyla bu duruma neden olan iki Türk genci –evet, taa Avustralya’da da işi yapanlar Türk- göz altına alınmış, biri sonradan tutuklanmış.

İnsan bunu neden yapar? Yani bir uçağı düşürmeyi nasıl diler? Şiddetten daha korkuncu nedensiz şiddet. Haneke’nin Funny Games’ini sinemada seyrederken bütün salonun şiddetin yarattığı gerilimden kıvrandığını hatırlıyorum da, Haneke de herhalde buralara gelseydi Yeşilköy sahilinde aynen öyle kıvranırdı. O bile uçak düşürme fikriyle eğlenen birilerini hayal etmemiştir.

recep bey!


Kürsüde sevimli mi sevimli, ama sanki biraz zorla çıkarmışlar gibi duruyor. Biraz Hollywood filmlerindeki gibi, hani gelinin babasıymış da, ‘iki laf da sen et’ diye iteklemişler. Binlerce insan, yüzleri mütebessim ve meraklı, adamın ne diyeceğini bekliyor. Adam ağırbaşlı görünüyor ama durumdan fena halde memnun, başta biraz teklese de sonra coşkuyla işi gevezeliğe bile vuruyor.

Aslında teşbihte hata oldu. Esas gelinin babası, kurultayı evinde televizyondan izledi. Kızının (partinin yani) bir şekilde elinden alınıp, 60’lık bir damada zorla verildiğini düşünüyor olmalı. Ama yaşı epeyce geçkin kızının da damatta gönlü varmış hani. Zaten bütün coğrafyaya dağılmış uzak yakın akrabalar hep gelmiş, küsler barışmış, kız evine 30 yıldır adımını atmayan büyük hala (anladınız tabii kim olduğunu) bile orada. Damat da çaktırmadan azıcık içmiş, yüzü gülüyor, verip veriştiriyor yabancı bir başka damata…

Eğretilemenin bu kadarı beni bile sıktı, siz kusura bakmayın. Sadede geliyorum. Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olacağı gün ilk defa bir kurultayda konuşma yaptı. Biraz tekledi, böylesi topluluklar önünde halen tam hazır olmadığını belli etti (pişecektir tabii), yer yer tempoyu düşürdü, kendisinin meslekten iyi bildiği bir iki konu hariç plan proje sunmadı, söylenebilecek en rahat, alkış garantili kavramları ardı ardına sıraladı ama herhalde CHP tarihine geçecek bir konuşma yaptı. Geçecek diyorum, çünkü sosyal demokrasi mesajı ve vurgusu son 30 yılın en yüksek düzeyine ulaştı, laiklik kelimesi bir kere bile zikredilmedi ve kürsüden inerken taktığı kasket sevimli yüzüne yakıştı (Ama yine de not edelim, Ergenekon, AB ve Kıbrıs konusunda Baykal hamasetine tam gaz devam etti Kılıçdaroğlu)

Ama… Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını esas belirleyen, Başbakan’ı süratle karikatürize edip, beş dakikada Recep Bey haline indirgemesiydi. İşte bu halkın diline dolanacaktır. Başka bir eğretilemeyle bitirelim o zaman: Zorlu derbi golle başladı.

aslan sosyal demokratlar top 10

Kılıçdaroğlu seçim hedefi için yüzde 40 dedi, malum. Olur mu olmaz mı diye sormadan, Erdal İnönü’nün tabiriyle “Aslan sosyal demokratlar”ın genel seçim performanlarını çıkarttım. Rakamlar 1965 seçimleriyle başlıyor. CHP “Ortanın solu” sloganıyla, o seçim öncesinde sosyal demokrasiye yelken açmıştı. Görünen o ki seçim performansları itibariyle en başarılı genel başkan, listeye dört seçim sonucuyla (birinde yüzde 40’ın üzerine de çıkarak) giren Ecevit, en başarısızı da, tahmin edeceğiniz üzere, listedeki iki seçim sonucu da iktidara yürümesine yetmeyen Baykal.


1) CHP 1977 - 41, 38 Bülent Ecevit
2) CHP 1973 - 33 Bülent Ecevit
3) CHP 1965 - 28,65 İsmet İnönü
4) CHP 1969 - 27, 37 İsmet İnönü
5) SHP 1987 - 24, 74. Erdal İnönü
6) DSP 1999 - 22, 17 Bülent Ecevit
7) CHP 2007 - 20, 88 Deniz Baykal
8) SHP 1991 - 20,74 Erdal İnönü
9) CHP 2002 - 19,39 Deniz Baykal
10) DSP 1995 – 14,64 Bülent Ecevit

Rakamlar yüzde üzerinden, kaynak da Wikipedia.

the daily radikal



Alıştım artık, lise yıllarından beri Radikal okuyorum (zaten o yıllarda çıkmıştı.) İyi kötü veriyor günün malzemesini. Hiç hazzetmediğim bazı yazarları bir kenara, sevdiğim yönleri de çok gazetenin. Ama insan bir gazetenin düzenli okuruysa fazlasını bekliyor. Bazı sayfalarından daha da fazlasını hatta. Mesela içine her renkten, her sesten haber sığdırabileceğin Yaşam sayfasından…

Tamam her gazete gibi (hatta çoğundan da daha iyi bir seçkiyle) günlük yabancı gazeteler taranıyor, çevriliyor vs. Düşünün, dünya kadar malzemeniz var. Tek bir dil (İngilizce) bilseniz bile yeter. Çin’den İran’a her yerde İngilizce yayınlar çıkıyor. Ama görünen bazen öyle çok da aranıp taranmadığı. Bugün olduğu gibi tek bir gazete okumak yetiyor (serviste çok az kişi çalışıyorsa, işler değişir tabii)

İlgili haberler aşağıda.

Bunlar son sayfadan:
Hislerini dinleyip moda yaratıyor (AP)
Lohan’ın aşk hayatı pembe dizi tadında (The Daily Mail)
Dumansız sigara yasak savar mı? (The Daily Mail)
Tiryaki kargalar yakalandı (The Daily Mail)
İkizler bilimkurgu karakterine dönüştü (The Daily Mail)
O eksik tek parça Harris için üretildi (The Daily Mail)

Bu da ikinci sayfadan:
İleri yaşta engelli bebek riskine veda (Nafiz Albayrak imzalı, sayfanın Türkiye kaynaklı tek haberi)
BP ‘Etkisi az’ diyor, görüntüler yalanlıyor (AA, bu da dışarının haberi ama bir Türk ajansından)
İleri otizmli oğlunu öldürdü sarılıp yattı (The Daily Mail)
Babalar da doğum sonrası depresyona girermiş meğer (The Daily Mail)
Suudi kadın din polisini dövdü! (The Daily Mail)
Anne iki küçük çocuğunu pedofil babadan kurtarmak için öldürdü (The Daily Mail)
Dünyanın ilk ses oyuncağı bu mu? (Yaşam Servisi, nedense bir tek bunda servisin ortak imzası var)

Kısacası Daily Mail, Daily Mail, Daily Mail… Haberler iyi de, okumak istesem gider Daily Mail okurum, neden Radikal okuyayım ki?

ay sarayında