roma'da bir gazete


Son zamanlarda gördüğüm en iyi kitap kapağı. Mevzu da güzel. Bir gazeteciden, yaşayan (ya da ölmekte olan) bir gazetenin romanı. Üstelik mekân da Roma.

Yakında umarım kavuşacağız.

risk budur


Kılıçdaroğlu’nu da Başkaban Erdoğan’ı da Ali Kırca karşısında izledim. İkisinden de yeni bir şey duymuş sayılmam. Aklımda sadece –herhalde herkes gibi- Erdoğan’ın Kırca’yı “bu nasıl soru” diye azarlaması, Kılıçdaroğlu’nun ise bazı bazı verdiği siyaseten naif cevaplar kaldı.

Bu söyleşilerden çıkardığım tek sonuç şu: Ayrı ayrı seyretmek yetmez, rakipleri birbirlerine cevap yetiştirirken görmek gerekir. Kılıçdaroğlu, bugüne kadar Deniz Baykal’ın da sıklıkla gündeme getirdiği gibi, bir açık oturum istediğini dillendiriyor; Başbakan ise “üzerimden prim yapmalarına izin vermem” diyor.

Bu prim meselesi artık can sıkıcı bir hâl aldı. Siyaset sonuçta performans ve inandırıcılık meselesi. Bu performansı da Erdoğan’ın pek sevdiği deyimle, bindirilmiş kıtaların anlamadan dinlemeden bağırdığı, her söylenene he dediği mitinglere bakarak anlamak mümkün değil. Karşı karşıya gelmeleri şart. Yoksa neyi nasıl ölçeceğiz? İngiltere eski Başbakan’ı Gordon Brown kaybettiği seçim öncesi televizyon turlarında resmen harcanmıştı. Ama bu riski almamak aklına bile gelmedi.

Risk yoksa oy da olmasın. Neden kimse bastırmıyor?

dün dağlarda dolaştım evde yoktum


İki yıl olmuş.

Türkçe’deki en güzel isimli şiir kitabının şairi İlhan Berk uzun yaşadı ve öldü. Binlerce güzel dizesinin yanında bir de yıllarca aklımızı kurcalayan şu dizeleri vardı:

Atımı istedim evin göğü gerindi
Çin gülleri bir yerden ordan geliyorum.

Hakkında çok konuşmuştuk. Ama kendisiyle hiç konuşamadık. Neyse, kitapları halen var.

eski blog'dan aparttım. miri mal artık

haber duvarı



Emre (Ünsallı) daha Nokta günlerimizde “bazı gazeteleri en fazla tuvalet kâğıdı olarak kullanabilirsin, gerçi ona bile değmez ya” derdi. Emre’ye selam ederek şu arkadaşların işlerini aşağıya alıyorum. Tuvalet kâğıdı sevimsiz tabii ama duvar kâğıdı herkes için bir fayda sağlayabilir.






Fotoğrafları şuradan aldım.

sen çok yaşa süreyya soner



Herkes gider biri kalır... Emektar malzemeci Süreyya Soner Beşiktaş’taki en Beşiktaşlı adam; hakkında kitap yazılır. Kendisi yazsın hatta. Q7’nin kıymet bilmesi ayrıca sevindirici. Sen çok yaşa Süreyya Soner; hep böyle sevin, hep böyle sevil.

Gündem arasına siyah beyaz bir not düşmüş olalım. Nihayet.

Fotoğraf dünkü Beşiktaş – Helsinki (2-0) maçından. Ouaresma'nın attığı golün sonrası.

salinger'ın bokunda boncuk bulmak


Allahtan Ustalara Saygı kuşağı ile büyüdük. Hiç işe yaramasa bile en azından iki basit sözcük olarak kulağımızda yer etmiştir. Bu şansı bulamayanlar da var. Saygıda kusur etmek ne kelime; kusurlarında bile kusur ediyorlar.

Alın işte, bir ileri akıllı, müteveffa Amerikan yazar J.D. Salinger’ın tuvaletini E-Bay’de satışa çıkarmış. Günahı 1 milyon dolardan başlıyor (açık arttırmada çok daha fazlasına gitmesi beklenebilir.) Söz konusu tuvalet yazarın Cornish’teki evini satın alan kişiden temin edilmiş. Şu satırlar satış ilânından:

“Salinger kimbilir kaç hikâyesini bu tahtta otururken düşünüp yazmıştır. Bu vintage tuvalet 1962’den geliyor; tarih kapağın altında. Size Salinger’ın eski evinden söküldüğü orijinal haliyle, temizlenmeden teslim edilecektir.”

Adam geçen Ocak’ta ölünceye kadar, 45 yıl boyunca burnunun ucunu göstermedi; istese yeni hikâyelerini –tabi yeni bir şey varsa- milyonlarca dolara satardı; satmadı. Evini bulup kapısını çalan belki binlerce hayranını umursamadı; mektuplara cevap yazmadı. Eh, bütün bu mahremiyetin bedelini öldükten sonra ödeyecekmiş demek ki. Tuvaleti, temizlenmeden, satışta!

1 milyon doları tuvalete bayılacak arkadaş: Sifonu hiç çekme e mi! Belki dizanteri kaparsın, sonra da internette 5 milyon dolara Salinger mikrobu satarsın.

berhan şimşek vasatı


Geçen akşam İstiklal Caddesi’nden Taksim’e çıkarken, Fransız Konsolosluğu civarında CHP çadırını gördüm. Partili gençler, bir yandan bangır bangır müzik çalıyor, bir yandan da “anayasa değişikliklerine hayır” broşürü dağıtıyordu.

Yıllardır alıştık; İstiklâl’de cadde boyu, birbirine karışınca ölümcül bir etki bırakan şarkılar bağrılıyor, ama o akşam, karışımdaki en kuvvetli zehir CHP çadırından dışarıya salındı. Çalan, partinin seçim şarkılarından biriydi. Hani o olmamış, yapış yapış, 'ne desek gider' diye yazılan “özgün müzik” parçaları var ya… İşte onlardan biri. Çadırın önünden geçerken Ağustos ayında boğazlı kazakla dolaşıyormuş gibi hissettim.

Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP, halka inme çalışmalarına hız verdi. Ama sanırım bugünden 20 yıl önce yaşamış bir halka inmeyi deniyor. Bu şarkıların son kullanma tarihi –çok şükür- 1990’ların başında geçmişti. Bu bile partiyi durduramıyor, seçim otobüslerinden Onur Akın güzellemelerini dayatıyorlar.

CHP’nin müzik kulağı yok. Kongredeki o coşkulu atmosferde pek fark edilmemişti ama Kılıçdaroğlu salona girdiğinde ve kürsüden muzafferane indiğinde etrafı inleten Onur Akın imzalı o şarkı (Hani “Kılıçdar, Kılıçdar, Kılıçdaroğlu; hem temiz hem dürüst bir insanoğlu” diye gideni) alenen kötü ve eski modaydı. Koca partinin başka şıkkı yok mu?

Belki de yoktur. Üzerime yapıştığını düşündüğüm boğazlı kazak, sanırım partinin İstanbul il başkanı Berhan Şimşek’e ait. CHP’nin müziği de Onur Akın’dan ziyade “Berhan Şimşek vasatı.” Hem sanatsal hem siyasi açıdan.

ay sarayında