bir gazeteciyi daha işten attılar
Helen Thomas’ı işten attılar. Ya da hayır, kendisi istifa etti! Bu cümleleri duyamayacağınızı sanırdınız. Ama olabiliyormuş işte. Hearst grubunun Beyaz Saray muhabiri Thomas, Flotilla saldırısından sonra “Yahudiler nereden geldilerse oraya dönsünler” mealinde bir şeyler söyledi. Sonradan düzeltmeye çalışsa da kâr etmedi
Thomas’ı Oğul Bush’a giydirdiği dönemlerde tanımış, Yeni Aktüel’de hakkında bir şeyler karalamıştım. Bir Beyaz Saray muhabiri olarak epey etkileyici bir kariyeri var. Ama tek cümle aslında her şeyi özetliyor: Beyaz Saray’daki brifing odasında her koltuğun arkasında bir basın kuruluşunun adı yazar, onunkinde kendi adı yazıyordu.
Thomas, Kennedy’den beri basın toplantılarında, başkanlar önünde eğilip bükülmeden sorularını sordu. Geri adım atmadıkça bazı bazı onların eğilip bükülmelerine neden oldu. Öyle ki bir defasında Fidel Castro’ya, “ABD ile Küba demokrasisi arasındaki fark nedir” diye sorulduğunda, Küba başkanı “Fark Helen Thomas’a cevap vermek zorunda olmamam” demişti.
Esas maruzatıma geleyim. Thomas’ın işten atılması dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de haber. Hem de ön sayfada. Bu kadar yaşlı ve sembol önemde bir gazeteciyle ilgili bir gelişmeyi kimse umursamazlık etmiyor. Peki kendi gazetelerinde ilgili haberi yazan ya da “vay be, Thomas’ı atmışlar” diyen gazeteciler durup hiç şunu düşünüyor mu: Biz yaşlanınca nerede olacağız?
Türkiye’de yaşlanan (eskiyen) muhabirler, ya köşe yazarlığına ya da yöneticiliğe (ya da ikisine birden) “yükselir.” Köşelerini gün aşırı yazar, bazen de yazı dizileriyle şereflendirirler bizi. Bazıları istifa edip başka işlere atılır. Birkaç istisna dışında yazıişlerinde yaşını başını almış kimseye rastlamazsınız. Sanki muhabirlikte tecrübenin hükmü yokmuş gibi haberlere hep gençler gönderilir. İşin maddi tarafını tahmin ediyorsunuzdur; muhabirlik en az para aldığınız mevkidir. Üstelik yaşlandıkça da, geliriniz artmaz; aynı parayı kazanırsınız. Kimse kıdemli muhabir olmak istemez, o yüzden böyle bir mevki de yoktur. Kısacası Türkiye’de Başbakan’a ve diğer politikacılara yekten çatacak sembol bir isim bulamazsınız. Ki çoğu zaman nasıl da hak ediyorlar!
Kovulmasına neden olan lafı –açık söyleyeyim- tasvip etmiyorum, ama onu 89 yaşına kadar o basın odasında, başkanların önünde öylesi aksi, huysuz tavrıyla tutan, tutabilen geleneği, buralı bir gazeteci olarak kıskanıyorum. “Kıskanıyordum” demek daha doğru; çünkü artık öyle bir şey yok.
Cemal Süreya, Turgut Uyar için yazdığı şiirde “Öldüğü gün/Hepimizi işten attılar” der. Helen Thomas’ın işten atıldığı gün de, zaten kör topal kalmış, bir ayağı çukurda “eski usul” gazetecilik, ölümüne iyice yaklaşmış oldu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
zamanım yok
O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Biz Bağışladığın özgürlüğe yeğdir biçtiğin zından sonsuz güzelleşecek dünya biz kurduğumuz zaman senin verdiğin umudu ...
-
"(...) Yani bir eskrim sporu niye var diye soruyorduk Konservatuvar’a girdiğimizde. Niye eskrim diye ders var? Rahmetli Sait Tayla çok...
-
Melvyn Bragg’ın ‘In Our Time’ podcast’ında Hititler bölümü ... Üç akademisyen (ki biri Bilkent’ten İlgi Gerçek) oturup konuşuyor Bin tanrılı...
-
İranlı bir kadının işlettiği bir kafedeyim. Bir ay önce yine buraya gelmiştim. Verdiğim siparişi hatırladı: Çırpılmış yumurta ve Americano (...
-
Javaplein'deki kütüphaneye geldim. Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’...
-
O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?