kuyuya düşmüş gibiyiz

Sabahlara kadar televizyon seyretmek istiyorum. Futbol, belgesel, film, ne olursa… 

Bugün eminönü kadıköy motorunda yüzü gülen bir kişi bile yoktu; arkadaşının kulağına eğilip şaka yapan, sevgilisinin saçını dalgın dalgın karıştıran, okuduğu kitaptan memnun olup sonraki sayfaya telaşla, heyecanla geçen bir kişi bile… Görmedim. Donuk yüzler, herkes önüne bakıyor, gülmüyor. Memleket koca bir yas evi. 

Ama polisiyle siviline aynı anda yas tutmayı beceremeyen bir yas evi… Öfke de haklılık da barışı getirmiyor. Gencecik yaşında, hayata doyamadan daha, ana babasını sevdiğini yavrusunu arkada bırakıp gidenleri de getirmiyor. Daha çok kavgayı, daha fazla intikamı getiriyor. 

Dün gece oyalanmak isterken ‘Mükemmel Bir Gün’ü seyrettik. Bosna, 1995… Bir sivil toplum örgütü, içme suyunu temizleyebilmek için, kuyuya atılmış cesedi çıkarmak ister de ip bulamaz… Çünkü savaş vardır, çünkü insanlar ipe birbirini asmak için ihtiyaç duyar, çünkü ip arayan biri ancak düşman olabilir, çünkü her şey anlamsızdır artık… 

Fırsat bulursanız izleyin, İspanyol yönetmen Fernando Leon de Aranoa çekmiş. ‘Güneşli Pazartesiler’in yönetmeni hani. Biz de sonradan fark ettik; bilmiyorduk. Başrolde Benicio del Toro ve Tim Robbins’i görünce, Hollywood sanmıştık. Değilmiş. Zarif, dertli ve nasıl oluyorsa muzip bir film. Oyuncular da çok iyi. 

Filmi izlerken karımla, “Ya biz de onlara benzersek” diye düşündük. Bosna’ya dönersek… Koca memleket hep beraber, o kuyuya düşmüş gibiyiz. 

Birkaç sene evvel olsa kenarından bile geçmezdik bu fikrin. Abartıyor muyuz, bilmiyorum. Ama bu korkunun kendisi korkutuyor beni. İnsanların kıyıcılığı da korkutuyor. Ya biz de onlara benzersek?


Sabahlara kadar televizyon seyretmek istiyorum; memleket yine de bir yerden yakalıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...