Etrafımızda gördüklerimiz baş döndürücü bir hızla değişiyor. Sabit bildiklerimiz bile. Dün izlediğim bir haberde (okuyup izlediğim bir video-tweet’te tam olarak) algler yüzünden Antartika’nın giderek yeşillendiği anlatılıyordu. İklim değişikliği. Milyonlarca yılın bembeyaz kutupları bile değişiyor. İnsanlığın sabitiydi bu. Bizim dönemimizde yıkılıp gidiyor.
Gördüklerimiz değişirken bizim bakışımız da değişiyor mu? İfademiz. Yüzümüz. İnsanların bakışı çağlara, hatta dönemlere göre değişir mi?
*
Metin Erksan’ın enfes filmi ‘Susuz Yaz’ (1963), Hülya Koçyiğit’i de sinema sahnesine çıkartmıştır. Gencecik, hatta çocuk yaşta denilecek Koçyiğit ne iyi bir oyuncu olacağını o filmde göstermiştir. Çok iyi oynar ‘Susuz Yaz’da; filmde devleşen Erol Taş’a da ayak uydurmayı becerir. Benim aklımda en çok kalansa filmdeki bakışıdır.
Yürek yakan bir bakış değil. İşveli, cilveli, sevdalı hiç değil. Küskün, bozuk bir bakış bu. Vahşi ama yırtıcı gibi vahşi değil, doğaya dönük vahşi. Bu yüzden kusurlu da. İçten geliyor çünkü.
Belki iyi oynamakla ilgili bile değil. Belki ifadenin kendisi bu. Onun yüzüne yerleşmiş.
Ama sadece onun yüzüne mi?
Çünkü bu bakış kanımca sadece Hülya Koçyiğit’e ait değil. Sadece onun ifadesi değil. Bu bir dönemin ifadesi. Dönemler insanların yüzüne yerleşiyor belki de. İşte iki sene öncesinden Antonioni’nin ‘La Notte’si (Gece, 1961). Sinema dünyasının en klas çifti Jeanne Moreau ve Marcello Mastroianni… Yüzlerindeki ifadeye bakın. Acı, hüzün, sevda, boşvermişlik, unutuş birbirine karışmış… Ama 1960’lar usulünce karışmış. Bir küskünlük var. 1960’ların sonuna doğru yitecek, havaya karışacak, yerini başka bir ifadeye bırakacak bir küskünlük… Var. O yıllara özgü bir derinlikle beraber.
*
İnsanın ifadesi neden değişiyor? Gördüklerimizin değişmesinden olabilir mi, diye sormuştum yazının başında. Bir de şu var: Biz artık bir şeye, bir nesneye, bir insana uzun uzun bakmıyoruz. Odaklanmıyoruz. Gözümüz hemen bir ekran arıyor. Görüntünün sürekli değiştiği bir ekran arıyoruz. Açımız bile farklı. Bakış açımız. Kelimenin tam anlamıyla. Kafamız sürekli önde. Akıllı telefonların ekranına yarım eğiliyoruz.
Sinemadan bir örnek daha. Tarkovski örneğin şeylere ısrarla bakardı. İnsana, doğaya, nesnelere… Sanatı büyüktü, hatta radikaldi ama şeylere bakmak sıradışı değildi o zaman. Şimdi bizim bir şeye bakmaya zamanımız yok. Çocukların bile zamanı yok. Bakmak sıradışı bir eylem.
Çok tuhaf değil mi, çocuklar bile daha az bakıyor. Ekranlardan, aktivitelerden fırsat bulurlarsa…
*
Israrsız, odaklanmayan, oyalanmayan bir bakış şimdiki. Dönem böyle. Bizler de dönemimizin ürünüyüz. Gözlerimizden gölgeler hızla gelip geçiyor. Kalmıyorlar. Yerleşmiyorlar. Bizim kadar çok fotoğraf görmüş bir nesil yok mesela. Tek bir fotoğrafı cüzdanında yıllarca taşıyan nesillerden sonra biz Instagram çağını yaşayan nesiliz. En çok hatırlayan, en çok karşılaşan, en çok maruz kalan nesil biziz. Muhtemelen en çok unutan da biz olacağız.
Sesimizi bir kayıttan dinlediğimizde tuhaf gelir hani. Israrlı bakabilseydik eğer, bakışımız da tuhaf gelecekti.
Ama biz hızla sıradaki fotoğrafa geçecektik.
Juliette Binoche'nin bakışları da benim içime işler. Bir de "hızlanma" konusu var, tüketim çağının getirdiği bir hızlanma, acelecilik, durup soluklanmaya ve derinlemesine düşünmeye zaman vermemek. Dolayısıyla yüzlerdeki ifade hep anlık. Anlık olduğu için ilgi çekmiyor ama aynı zamanda anlık olduğu için "oturmuyor" da. Eskiden saatlerce ifade çalışırmış sanatçılar sahne karşısında, duruş çalışırmış. Şimdiki dizilere bakıyorum, gözler sabit bön bön hiç bir anlam ifade olmayan bakışlar. Fakat sinemaya tiyatrodan gelen sanatçıları ayrı tutuyorum, neyse ki..
YanıtlaSilAh o Juliette Binoche yok mu :)) bizim kuşağı mahvetti.
SilEvet tam da o 'anlık' meselesi: Insta! Her şey kayıp gidiyor, bakışlar da yüzeyde kalıyor.
İyi oyuncular var ama yeniler de de. Belki dizilerde çok az provayla oynuyorlardır, çok uzun işler onlar, bilmiyorum ölçü olur mu. sinemada çok iyiler var ama.
Hep bir bakıyoruz da bakılan yerler değişiyor sanırım.
YanıtlaSildoğru, çok değişti, kuşaklar arası bir yana, bizim hayatlarımızda bile değişti.
Silya senin bu çocuklar ve hafiza hakkinda dediklerin cok ilgimi cekti. Vicente Luis Mora diye bir yazar da bizim nesille simdiki cocuklari karsilastirip soyle bir şeyler demişti (mealen): "benim çocukluğuma ait cok az fotoğrafım var ve o anlar kopuk kopuk sahneler olarak hatirimda. Şimdiki neslin ise neredeyse her ani kayit altinda. O fotoğraflara bakarak cocuklugunu duz bir cizgi olarak hafızasında inşaa edebilir. Peki, bu yeni nesil hangisini hatirlayip hangisini unutacagina kendisi mi karar verecek yoksa bu hafiza tum o anlari bir yük olarak hep tasimak zorunda mi kalacak?"
YanıtlaSildusununce hakli aslinda. degisik zamanlar...
nefis bir katkı bu emre. bir de yeni bir yazı konusu :) peşinen düşüncem şu, hızlı bir elemeye tabii tutulacaklar sanırım bu fotoğraflar. başka türlü büyük bir yük hakikaten.
Sil