Bir an var ki unutamıyorum. Bir televizyon kanalı yasaktan önceki son gün akşam saatlerinde huzurevleri önünde hava almaya çıkmış sakinlerle -olabildiğince uzaktan- konuşuyordu. Muhabir, seksenlerini aştığını tahmin ettiğim pamuk saçlı bir kadına konuyu açtı. Yasaktan haberi yoktu kadının. Bizdeki “Aa”ya denk bir “Oh” çıktı ağzından. Küçücük. Gözleri daldı. Kapıdan içeriye girdi. Bir daha ne zaman çıkacağını bilemeden.
Dün bizim mahallede aylarca dışarıya kapanan huzurevinin önünden geçerken fark ettim. Yan taraftaki kapıdan iki kişi içeri giriyordu. O tarafa baktım. Açılan kapının ardında, karşıki duvara dayalı bir ufak masa. Önünde pleksiglastan bir bariyer. Neredeyse bir kulübe… Masanın her iki tarafında birer sandalye. Pleksigasa bantla sıkıca tutturulmuş bir kağıtta ‘konuşma odası’ yazıyor. Bir nevi görüş alanı.
Huzurevinde kalanların en zor zamanları, zor zamanlara denk geldi. Kimsenin ne yapacağını bilemediği zamanlara. Şimdi bana yürek burkucu gelen o konuşma odasına bile ulaşamayan ne çok kişi var.
PS: Resim Van Gogh'un
Sormayın... Eşimin babası 93 yaşında ve fiziksel sağlık durumu nedeniyle yaşlılar evinde kalıyor. Zihni çok berrâk ve olan bitenin farkında, neredeyse gün aşırı telefonla konuşuyoruz ve bazı günler "neden gelmiyorsunuz" diye sitem ediyor.. Neyse ki son 3 haftadır ziyaretler başladı, aramızda bir pencere ile iki farklı odada görüşüyoruz. Hiç yoktan iyidir ama valla özlemimiz bitmiyor pek, insan fiziksel ilişkiler arıyor, sarılmak etmek.... Hele yaşlılar zaten normalde yalıtımdayken...
YanıtlaSilTürkiye'deki ailem konusuna hiç girmiyorum zaten büyük ihtimal sizin de yaşadığınız şeyler...
Dokunmadan iletişmek olmuyormuş. Her şey eksik kalıyor sahiden. Görüşmeye başlayabilmeniz de iyi. Birçok yerde halen yok. Hatta okuduğum kadarıyla Türkiye'de de yok bu imkân. Bir yandan, Türkiye'ye nasıl gidilecek, aileler nasıl görülecek, gitmeli mi, risk mi yaratırız, ona da doğru dürüst bir karar veremedik.
YanıtlaSil