gazeteler şampiyon bursa ikinci
Şampiyon sözcüğünün bugün en çok konuşulanından başka bir kullanımı daha var. Sözcük bir şeyin ateşli destekçisi, savunucusu olmak anlamına da geliyor.
Bugünün gazetelerinde şampiyonluk haberini; “Bursa şampiyon oldu” değil de “Fenerbahçe şampiyon olamadı” tonuyla veren gazeteleri mimleyin.
Onlar, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun,
aslında
- emeğe saygı duymayan
- etkili olduğunu düşündükleri her güce biat eden
- kendilerinden görmediklerine ikinci sınıf insan muamelesi yapan
- kendi gerçeklerini toplumunkilerin önünde tutan
gazetelerdir.
Abartılı olduğunu düşünebilirsiniz, ama maalesef değil. Bugün bu şekilde davranan yazı işlerinin, diğer haberlerde nasıl refleks verdiğini tahmin edebilirsiniz. Şampiyon olunca insanın gözü başka bir şey görmüyor.
bir zamanlar karaoğlan
CHP’nin İstanbul İl Örgütü’ne girdiğinizde sizi müstafi genel başkanın neşeli bir fotoğrafı karşılıyor. Genç bir Baykal, haddinden fazla genç, hatta hiç olmadığı kadar genç bir Baykal neşeyle gelecek güzel günlere bakıyor. Birisi öldüğünde insanlar onu genç haliyle hatırlamak isteyebilir tamam ama o daha hayattayken neden dönüp eski hallerine bakılsın?
Kendini kandırmanın bir biçimi de işte bu fotoğraflar. CHP’nin ihtiyacı ortada. Şu yandaki fotoğraftaki gibi bir enerjiye ihtiyacı var. Fotoğraftaki adamın da yaşlanınca geriden gelenlere yol açmış olmaması ne acı. Halbuki kendisi de zirveye çıktığında 47 yaşındaydı.
erdoğan'la kişisel gelişim
Partiler arada bir gaza gelip, şunu da yapalım, bundan da eksik kalmayalım diye kendilerine yeni yeni misyonlar yüklerler. Teşkilâtın en heveslilerine bu taze fikirler ihâle edilir; bir iki ay taslak, çerçeve, program derken uygulamaya bir türlü geçilemez. Sonra işler tavsar gider, sonra zaten seçim gelir. Seçim biter, yine gaza gelirler, fikirler havada uçuşur, birilerine ihâle edilir vs…
AK Parti’nin siyaset akademisi de böyle bir fikre benziyordu. Ama sebat ettiler, iki senedir derslere devam ediyorlar. “Siyaset yerel yönetimde başlar” sloganıyla başlattıkları derslere devam eden ilk kursiyerler sertifikalarını aldı. Genel hatlarıyla ekonomi, siyaset, belediyecilik vs. anlatıldığını tahmin ediyordum da geçen gün tutup derslerin içeriğine ilk defa baktım. Gerçekten öyleymiş. Ama fazlası da var! Erdoğan’ın partisi açıktan açığa Dale Carnegie’nin sularında yüzüyor. Hem de gayet özgüvenli bir şekilde. Hiç öyle boğulma korkuları yok.
“Yerel yönetimler” programından bir dersin içeriğine bakalım. Dersin ismi “Toplum önünde etkili konuşma.” İçeriği de şudur:
- İletişim nedir, araçları nelerdir ve bilgelik boyutuna nasıl ulaşılır?
- İletişimin dokuz özel boyutu. Kişilik tipleri çerçevesinde gelişen farklı yetenekler, farklı yaklaşımlar.
- İnsanlarla daha iyi ilişkiler geliştirmek ve daha sevilen insanlar olmak için neler yapmalıyız?
- Tüm iletişim tekniklerinin iki özel kaynağı. Bu iki kaynağın temelindeki muhteşem bilinç: ‘iletişim bilgeliği.’
- Kendimizle iletişim ve bunun dışa yansımaları.
- İnsanlara nasıl iş yaptırılabilir?
- İnsanlar nasıl eleştirilirlerse vazgeçerler?
- Sözlü saldırılara karşı koyabilme bilgisi.
- Unutulmaz izler bırakan insan olabilme becerisi.
Bu dersi takip edenlerin “aranan” insanlar haline geleceği bilgisi veriliyor. Ama umutlanmayın hemen, ilk program tamamlanmış, dersler bitmiş yani. Yine de şuna sevinebilirsiniz: Bilgelik boyutuna ulaşmış, iletişim tekniklerinin kaynağındaki muhteşem bilince sahip, insanlara iş yaptırmanın inceliklerini bilen, rakibini sadece eleştirerek düşüncelerinden caydıran, sözlü saldırılardan kati surette yaralanmadan çıkan ve siyaset dünyasında hakkıyla unutulmaz izler bırakacak yüzlerce yeni AK Partili aranızda dolaşıyor.
Peki derslere kim giriyor? En az bir tahminim var!
chp için detoks zamanı
Deniz Baykal’ın istifasını verdiği saatlerde İngiltere’de seçim kaybeden İşçi Partisi lideri Gordon Brown da parti başkanlığından ayrılma kararını açıklıyordu. Mayıs’ın başındaki seçim sonuçları parti için felaket; Tony Blair’in 1997’de getirdiği iktidar, 13 sene sonra Muhafazakârlar’a geçti. Hesabı ödemesi gereken elbette öncelikle liderdir. Bugün burada da zevkle söylenildiği şekliyle, “gerekeni yaptı” Brown.
Ama Baykal ve CHP’yi esas ilgilendiren, politik yelpazede yakınında durduğu İşçi Partisi değil, 43 yaşındaki David Cameron’la iktidarı devralan Muhafazakâr Parti. CHP’nin hem statükocu kadrolarının, hem de -varsa- yeniliğe açık gençlerinin Muhafazakârlar’ın çileli son 13 yılından öğrenecekleri çok ders var. Birincisi şu: Cameron gökten zembille inmedi. Daha 21 yaşında partinin araştırma departmanında çalışıyordu (böyle bir birim Türkiye’de hiçbir partide yok tabii.) 1997’de ilk defa milletvekilliğine aday gösterildi; kaybetti. Dört yıl sonra Oxfordshire, Witney’deki görece rahat seçim bölgesinde bu emeline ulaştı. 34 yaşında umut vadeden bir gençti ve parti içinde hızla yükseldi. 38’ine geldiğindeyse -2005’te- partinin genel başkanıydı artık. Yani muhafazakârlar partiyi ileri itmesi için yeni nesil bir siyasetçinin kulislerde tozlanıp yaşlanmasına izin vermeden onu başlarına getirmeyi bildiler. Düşünün bugün CHP’de yeni umut diye lanse edilen Kılıçdaroğlu bile 62 yaşında.
Herhalde CHP’den yaklaşık 250 yıl önce kurulmuş bu partide Cameron’dan daha yaşlı (ve statükocu) siyasetçiler de bulunuyordu. Peki onlar nereye gitti? CHP için esas ibret hikâyesi tam da burada. Blair’in partisinden sille üstüne sille yiyen Muhafazakârlar, 1997 hezimetinden sonra 8 yılda 4 defa başkan seçti (William Hague, Iain Duncan Smith, Michael Howard ve nihayet şimdiki başbakan Cameron.) Cameron gelene kadar, hiçbir ekip inandırıcı bulunmadı, sonuçta büyük oranda tasfiye olup gittiler. Bu durum İngiltere’de “parti detoksu” olarak adlandırıldı. 2005’te Cameron başa geçti, kendi ekibini kurdu, bazı eski isimleri tutsa da tasfiyeye devam etti, nihayet iktidara uzandı.
Sözün özü, Baykal bırakırsa, muhtemelen kurultayı kazanan yeni genel başkan da kısa sürede veda edecek, sonraki de ve hatta ondan sonraki de. Belki bugün otuzlarını süren ve umut vadeden bir partili –eğer varsa- CHP’yi nihayet özlediği iktidara taşıyacak. Tabii bunun için bir de seçim kazanması gerek. Esas zor olan da o.
hesap uzmanı
Türkiye’de bir gazetecinin, röportaj yaparken en rahat edeceği isim herhalde Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Her soruyu sükûnetle dinler, hepsine yanıt verir, ‘yanıtı biraz açın’ dersiniz açar, sevmediği bir soru geldiğinde röportajın kalanına yansıtmaz, yanıtlayıp aynı tempoyla devam eder. Velhasıl makul bir siyasetçidir. Peki CHP ölçeğinde bir parti için potansiyel lider midir?
Kılıçdaroğlu’yla bugüne değin iki röportaj yaptım. İlki üç saate yayılan çok uzun bir görüşmeydi, ikincisini Kadir Topbaş’a geçilmesinin hemen ardından İstanbul’daki parti merkezinde yaptık. Sakindi ve yüzü yine gülüyordu. Çevresini saran partililerin gerginliğinden onda eser yoktu. İstanbul’da kaybedilmediğini, tam tersine kazandıklarını (ki bence de öyle) hararetle anlattı ama yaklaşık yarım saat aslında tek bir şeyi konuştuk: Kılıçdaroğlu günün birinde CHP’nin başına geçecek miydi?
Bu soruyu “evet” diye yanıtlayan siyasetçi, Türkiye şartlarında kaybetmeye mahkûmdur. O da evet demedi elbette. Ama ne derse desin, beden dili başka bir şey söylüyordu. Üç ay önce bir otel lobisinde görüştüğümüzde Maliye’den emekli, taze sayılabilecek, hevesli bir siyasetçiydi. Bir ay sonra parti merkezindeyse çevresindekilerin itaatini kabullenmiş, sesi daha yüksek perdeden çıkan ve söylediği her şeye daha sert bir hava katan bir lider adayıydı.
İstanbul’u kazansaydı, tartışamazdık bile, Baykal’dan sonra Kılıçdaroğlu gelecekti. İstanbul, siyasi gücün “olur”larını öğretecekti ona. Ama kaybedip CHP’nin Ankara’daki kulislerine geri döndü. Orada da siyasetteki “olmaz”ları öğreniyor. Her şeye peşinen “hayır” demeye eğilimi artıyor. Haksız da sayılmaz. CHP tarihi erken öten horozlarla dolu. Bugünkü siyasi tartışmalarda hiçbirinin adı geçmiyor. Kılıçdaroğlu da bunu biliyor. Ama bazen bilmek yetmez, açık oynamak gerekir.
Fotoğraf: Şeref Yılmaz / Newsweek Türkiye
lingo lingo listeler
Newsweek Türkiye’den aradılar, hazırladıkları “bu yaz okunası kitaplar” listesi için bir kitap önermemi rica ettiler. Aslında listelere sıcak bakmadığımı, biraz da meşgul olduğumu ama bir sonraki ricalarını –umarım- seve seve yerine getireceğimi söyledim. Telefonu kapattım.
Yalan tabii. Gerçek versiyon şöyle yaşandı. Burcu (Ayaz) ofisin diğer köşesindeki masasından geldi ve hazırladıkları liste için bir kitap önermemi, sonra bu kitabı birkaç cümlede tanıtmamı dikte etti. Ben de “aman efendim, ne demek, kaç vuruş olsun” diyerek hemen boyun eğdim.
İşin aslı, listeler eğlencelidir. Öyle olmasaydı, Nick Hornby’nin High Fidelity’sini sever miydik bu kadar? Gerçi oradaki ufak tefek, tadımlık listelerdi. Bir de okuması bile korkutucu, gövde gösterisi listeleri var. Türkiye’nin en önemli on insanı, en etkililer, en sportmenler, en başarılılar vs… Bunların bir benzeri geçenlerde Time dergisi üzerinden bir daha gündeme geldi: Dünyanın en etkili 100 ismi. Hani bizim başbakan da girmişti listeye, hatırlarsınız. Erdoğan’ın yüzü suyu hürmetine buralarda da epey konuşuldu o sayı. Ama aynı sayıda, esas bombayı derginin mizah yazarı Joel Stein patlatmıştı. Stein, Time editörlerine, “öyle gıcır gıcır başarı listesi yapmak iş mi, yiyorsa en etkisizleri yazın” deyip kendi loser listesini (Dünyanın en etkisiz 100 insanı) sıralamıştı.
Gerçekten komik bir adam olan Stein’a selam edip, Newsweek Türkiye’nin yaz listesine önerdiğim kitabı açıklıyorum: Fowles’dan Büyücü. Sadece bu yazın değil, her yazın kitabı!
Bu arada Marilyn Monroe da Ulysess'i haklamış, kapağı kapatmak üzere. Helal!
deniz baykal'ın bir beatles albümü olarak portresi
Bakmayın şimdi “özel hayata müdahale” diye bağrındıklarına, anaakım medyanın esas derdi Deniz Baykal’ı bir şekilde sepetlemekti. Hem manşetlerden hem de köşelerden “gereğini yaptı” dediler; Kemal Kılıçdaroğlu’nu da yeni lider adayı olarak hemen akla düşürmeyi ihmal etmediler.
Kılıçdaroğlu, Baykal’dan sıkılan medya için bugün potansiyel bestseller. Seçim döneminde içinde onun adı geçen haberler iş yaptı. CHP’nin lideri olunca medyaya da reyting yaptıracağına inanılıyor genel olarak. Ama unutmamalı, Deniz Baykal da esasen tam bir “everseller.” Yani bir Beatles albümü gibi, bir Harry Potter macerası gibi, senelerdir sürekli satıyor (isteyen Türkiye’den bir Erkin Koray albümü, bir de İpek Ongun kitabı ekleyebilir.) Baykal’ın siyasi manevraları uzun vadede medyaya o kadar da sıkıntı vermedi, epey malzeme çıkarttı. Kılıçdaroğlu için özellikle seçim sonrasında dizayn edilen “Gandi Kemal” ifadesinin tutmadığını da hesaba katın. Sözün özü, bugün Baykal’ı “yeni bir soluk” istediği için göndermeye çalışan medya, Kılıçdaroğlu’ndan umduğunu bulamazsa, kısa sürede yeniden görücüye gidebilir.
Beatles albümü felan demişken, Ankara’da zamanın dünyanın geneline nazaran daha ağır aktığı gerçeği de bu son tartışmalarla iyice gün yüzüne çıktı. Siyasetçilerden Ankara gazetecilerine herkes görüntüler için “kaset” tabirini kullanıyor. Cenazesi çoktan kaldırılmış kasetin yaşadığı sanılan son yer herhalde Ankara siyasetidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Z...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Yeni yıl kararları... İki yıl evvel, Gazete Duvar için yazmıştım (O kadar olmuş mu yahu?). Burada da dursun... 1 Ocak’ta birçoklarımız yeni...
-
13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bu...
-
İ plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor di...
-
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağ...