karakoyunlar için vatandaşlık testi



Seks satar. Her zaman sattı. Üstelik artık politikada da satıyor.

İsviçreli Blick gazetesine göre, ülkenin genç kızlarının politikaya ilgisi kaybolmuş. Sandığa erkeklerden daha az ilgi duyar olmuşlar.

Bunu duyan popülist kampanyacı durur mu? Durmamış haliyle. Genel seçimlere şunun şurasında iki ay kalmışken, cin fikirlerini sokmuş devreye.

Halihazırda İsviçre sinemalarında dönen, yukarıdaki şu “siyasi” reklamla, İsviçre Halk Partisi (SVP) genç seçmenlere ulaşmayı hedefliyor. Öykü basit; olay Zürih kantonundaki Hüttnersee Gölü kıyısında geçiyor. Kaslı mı kaslı bir delikanlı, güneşlenen üç genç kızın aklını başından aldı alacak. Ta ki Avrupa Birliği amblemli havlusunu açana kadar… Amblemi gören hanımların ilgisi kayboluyor tabii; kafalarını öteye çeviriyorlar. Vatanın AB’ye prim vermeyen genç ve kararlı evlatları…

Reklamın sonunda tok bir ses (partinin tok sesi) “İsviçre için gerçek değerlerin vakti” diye dikkatimizi çekiyor. Sonra bir de şunu ekliyor: “İsviçreli kadınlar SVP’ye oy verir.”

Eh, versinler bakalım. Yalnız ufak bir problem var. Söz konusu SVP, göçmen karşıtı bir parti. Faşist kampanyalar konusunda sicilleri kabarık. Göçmenleri “karakoyun” olarak gösteren siyasi afişi hatırlar mısınız? İşte o SVP’nindi.

Probleme geleyim. Hani videoda Bond kızı misali gölden çıkan bir kadın var ya… İşte o, tahmin edersiniz, bir “karakoyun.” Yani Türk kökenli.

Seçmenler bu durumdan rahatsız olmuş; partiye yükleniyor. Parti ise kendisini “oyuncunun İsviçre pasaportu var” diye savunuyor. Oysa önceden, pasaport sahibi olanlara bile gıcık olduklarını her fırsatta tekrarlarlardı. Genel seçimlerde göçmen oyuna da muhtaç olduklarından ezberleri bozulmuş. İyi ama nasıl olacak bu işler? SVP'ye oy verecek göçmen var mı ki?

Peki İsviçre’nin en faşist kafasında bile şu denklemi mi aramalıyız? Yeterince seksiysen, İsviçreli de olabilirsin.

Faşistlerin kafası hep karışıktır da testosteron daha da karıştırmış olmalı.

Daha önce bahsettiğim, bu defa Katalan usulü bir diğer “ateşli” siyasi reklam için şuraya bakabilirsiniz. SVP’nin karakoyun saçmalığı da aşağıda. Bonus olarak minare nefretini de görebilirsiniz.



okumaktan nefret ediyorum II - operation turkey


Batı'nın teknolojisini alalım, aman ahlakı kalsın, diyen yanlış mı demiş? Facebook sayfası açınca, facebook ahlakı da bonus olarak geliyor sanırım.

Biraz haber takibi yapalım.

İki gün evvel, şurada, birtakım isimsiz cisimsiz hergelelerin Facebook üzerinde "okumaktan nefret ediyorum" diye bir grup kurduğunu, üye sayısının da 450 binlere dayandığını yazmıştım. Buna karşılık, okumayı sevenler de örgütlenmiş ama mahcup bir 45 binde kalmışlardı.

Blogun okurları sağolsun, "bizde de var aynısı kuzum" diye uyardılar.

Olmaz olasıcalar, gerçekten bizde de varmış. Batıdan hızlıca bir ahlaksızlık transferi yapmışız yine. An itibariyle "kitap okumaktan nefret ederim" grubu 915 kişi; "kitap okumaktan hoşlanırım" grubu 92 kişi.

Garip olan, dünyada sanırım böyle tuhaf bir oran var. Okumaktan nefret ettiğini beyan eden her 10 hıyara karşı ancak 1 adet kitapsever çıkıyor.

Türkiye hariç değil.

gezme ceylan


Afganistan Irak'ı unutturdu. Libya Afganistan'ı unutturdu. Suriye Libya'yı unutturdu.

Savaş her yerde devam ediyor. Bu Trablus ceylanına bakın, anlayın.

Fotoğraf: Dario Lopez-Mills, AP

okumaktan nefret ediyorum!



Ahlakçı biri değilim. Kimin neyi sevdiği ve nelerden nefret ettiği umurumda değildir. Zaten karışmak ne haddime. Facebook'ta türlü çeşitli gazla yürütülen nefret kampanyalarını görünce "aman be" der, geçer giderim. İnsan böyle böyle kimlik üretiyor; ama yanlış ama doğru, yapacak bir şey yok. Yine de şu aşağıdaki kampanyaya 445 bin kişinin katılması ağırıma gitti.

Evet, 445 bin kişi, bir Facebook sayfasında "Okumaktan nefret ediyorum" diyor. Sayfayı organize eden muhterem, herhangi bir açıklama koyma gereği görmemiş. "Like"layıp geçiyorsun. Görüş bildirecek bir bölüm de yok. Muhtemelen yazmaktan da nefret ediyorlar.

Niye ki?

Ses yok.

Online sahaf Abebooks da dert edinmiş bunu kendine ve yukarıda izlediğiniz videoyu hazırlamış. Şık bir cevap. Kuyuya atılan taş... Bir diğer Facebook sayfası da "okumayı seviyorum" diyenleri organize etmeye çalışmış aynı üslupla. 45 bin kişi toplayabilmişler. Yazık.

Kuyu karanlık tabii.

Bu 445 bin kişinin yatacak yeri yok benim gözümde de, ne desek boş artık.

Lüzum üzerine Türkiye güncellemesi şurada: Bizdeki Facebook grupları

gandhi... yeniden...



Son günlerde okuduğum en umut verici hikâye işte bu.

Tek bir adam bütün bir ülkenin gündemini avuçları arasına aldı. İstediği kıvamı veriyor.

Ülke Hindistan, adam siyasi aktivist Anna Hazare. Mesele yolsuzluk... Emekli subay Hazare, ülkesinde, devlet adamlarının çokça karıştığı rüşvet çarkını kurcalamasıyla tanınıyor. Memleketlilerinin geneli (burada da yaşandığı üzere) kokudan bayılmamak için burnunu tıkamakla yetinirken, Hazare, daha zorlayıcı bir kampanya güdüyordu. Ses de getirdi. Nihayet rüşvetleri soruşturacak komisyonun yarısının halkın içinden gelmesini kabul ettirdi.

İkinci aşamanın daha sert geçeceği belliydi. Hazare bu defa, hükümetin parlamentodan kendi üslubunca geçirmeye çalıştığı yolsuzlukla mücadele yasa tasarısına karşı çıkıyordu. Tasarıda üst düzey devlet görevlileri soruşturmalardan muaf tutuluyordu. O bildik dokunulmazlık hikayesi yani.

Sokağa giderim, dedi Hazare. Gitti de. Başkent Yeni Delhi'nin bir parkında ölüm orucuna başlayacaktı. Binlerce destekçisi parkı doldurmuştu ki, devlet olaya el koydu. Hazare göz altına alındı.

Sonrası çok güzel bir hikaye...

Tepkinin çığ gibi büyüdüğünü gören polis "buyurun sizi tekrar dışarı alalım" demek zorunda kaldı.

Hazare çıkmayı reddetti. "Siz benim koşullarımı kabul edene kadar çıkmayacağım" diyordu. Ölüm orucu protestosuna planladığı gibi devam etmek istiyordu.

Yeni Delhi sokaklarında protestolar büyür, gazete manşetleri sadece Hazare'den bahsederken, papucun pahalı olduğunu gören devlet yetkilileri kafa kafaya verdi; bir çıkar yol aradılar. Öyle bir yol bulunamadı. En sonunda Hazare'nin bütün şartlarını kabul ettiler.

Şimdi aktivistin iki haftalık protestosu yeniden başlayacak. Yanında da 25 bin kişi olacak (Hindistan kanunlarına göre toplu gösteriler üç gün ve beş bin kişiyle sınırlı.)

Yasa tasarısı da muhtemelen değişecek.

Hazare'nin gücünden çekinenlerin sayısı da artacak elbette. Öncelikle Başbakan Manmohan Singh. Hazret, aktivistlere kızmış; "değişiklik sokakta gösterilerle değil, parlamentoda siyasi partiler kanalıyla yapılır" diye söyleniyor.

Bu sözleri söylerken dudağını ısırmayacak bir Hindistan başbakanı var mıdır? Gandhi Amerikalı falan değildi herhalde.


madrid medyası düştü



Yıllardır böylesi olmuyordu. Madrid'in Real Madrid'li spor gazeteleri As ile Marca dünkü maçtan sonra manşetlerini Barcelona üzerinden atmış. Birinin ön sayfasında Messi ile Fabregas zaferi kutluyor; diğerinde çaresiz bir Casillas kalesine yürüyüp giden topa bakıyor. Mağrur Mourinho'dan eser yok. Daha doğrusu azıcık da olsa var; As'ın ön sayfasında çirkefliğiyle yer bulmuş kendine.

Kraldan çok kralcı Madrid medyası, sayfasını artık böyle hazırlıyorsa; Barcelona'nın üstünlüğünü nihayet kabul etmişler demektir. Ya da çokbilmiş bir yorum yapayım: Belli ki Mourinho'nun suyu ısınmış.

Böyle manşetler de bir daha gelmez ama. Ağlamışlardır atarken.

şimdi al bu zırvalarını...



Bir ret mektubundan daha acıtıcı ne olabilir? İyi bir yazarın elinden çıkma bir ret mektubu…

Mike Peterson bir gün bir makale yazdı ve Rolling Stone’a yolladı. Sene 1971’di… Derginin hızlı zamanları… O senenin kapaklarından birkaçını sayayım: Keith Richards, Jim Morrison (ölümü üzerine) ve Jackson Five’ın prensi küçük Michael… Dahası, Gonzo gazeteciliğin mucidi ve isim babası Hunter S. Thompson da o yıllarda Rolling Stone’a yazıyordu.

Peterson’ın yazısına gelen cevap sarsıcıydı. Makale reddedilmekle kalmıyor, bir de fena halde aşağılanıyordu. Ret mektubunu yazanın Thompson olduğu tahmin ediliyor ki üsluba bakınca başka tahmine de yer kalmıyor zaten. Peterson’un sonradan çerçeveletip astığı cevap, serbest çeviriyle aşağıda (hem metnin orijinalini hem de haberin daha ayrıntılı halini okumak için Huffington Post’a uğrayabilirsiniz) :

Seni beş para etmez, hapçı cahil! Sakin buraya bir daha beyinsiz zırvalamalarını gönderme. Vaktim olsa, oraya gelir alnının çatına odunu indirirdim. Niye bir işe girmiyorsun, Allahın belası mikrop? Kapı kapı reklam ilanı dağıtabilirsin. Ya da bir balmumu müzesinde bilet kesebilirsin. Siz güneyli moronlar işte hep böylesiniz. Aynen Rolling Stone ofisindeki uyuşturucundan beyni sulanmış o sersemler gibi. Senin yazını bana gönderdikleri için o piçleri öldürmek istiyorum… Hemen ardından da seni. Şimdi al bu hastalıklı zırvalarını bir tarafına sok; böylesi eminim okurlarının da hoşuna gidecektir.

Saygılarımla,

Yail Bloor III
Minister of Belles-Lettre (Edebiyat Bakanı)

PS: Güzel, böyle çalışmaya devam et. İyi günler.


Aşağıda 1971'den birkaç Rolling Stone kapağı




havaalanında

Burası evim de olabilir ama değil. Karşımda oturanlar arkadaşım olabilirdi, değil. Yorgunlar, tazelenmişler, usanmışlar, hevesliler… Oturmuş...