Onu ilk defa Herengracht üzerinde bir köprüde gördüm. Korkuluklara dayanmış sigara içiyordum. Hızlı hızlı önümden geçti.
Neredeyse ayak bileklerine kadar inen paltosuna bir diyeceğim yok; bütün yüzünü kaplayan eski moda gözlüklerine de. Ama saçları...
David Lynch'i biliyorsunuz. Van Gogh'un "Yıldızlı Gece"sine benzer saç kesimini de. Rüzgârı bir o yandan bir bu yandan yemiş, eve gidip aynaya bakınca sonuçtan memnun olmuş gibidir.
Bu adamınki rüzgâr da değil, besbelli fırtınaydı. Başının üzerinde ufak çaplı bir kaos taşıyordu. Bir büyük perçem tam gözünün üzerine düşecekken karar değiştirip gökyüzüne yönelmişti.
Ama dedim ya, önümden hızlı hızlı geçti. O kadarı da bana yetti. Lynch ustanın hayatımızda belli bir yeri var; ustalara saygı kuşağı gereği bu tuhaf adamı da takip etmesem olmazdı.
Her zaman söylemek istemişimdir: "Paltomun yakasını kaldırdım ve yola koyuldum; kanalların üzerine yağmur yağıyordu." Tam böyle değildi ama yine de Lynch'imin peşine düştüm. Düşe kalka Amsterdam'ın öbür ucuna kadar gittik. Bir ara sokağa girdi, gözden kayboldu. Evine girmiştir muhtemelen. Hepsi bu kadar...
***
Değilmiş. Dahası da varmış meğer. Bir başka gün adamımı yeniden gördüm. Yine hızlı adımlarla yürüyordu. Yine takip ettim. Spui meydanındaki kitapçıya girdi. Bir iki kitap karıştırdı. Aynısını yaptım. Oradan çıkıp tramvay durağına girince peşini bıraktım (işin tadı da kaçmasın istiyordum; bu oyunu benim kurallarımla oynayacaktık.)
David Lynch belli ki muhitimizin adamı. Geçen gün yine rastladım. Bu defa yaz koşulları, palto yok; saçlarını da biraz kestirmiş, daha düzenli. Benim için fark etmedi. Şöyle güzel bir takibi hak ediyordu.
Dosdoğru Leidseplein'e çıktı. Bir köşeye bisikletini park etmiş meğer; binip gitti. Peşinden bakakaldım.
Beni sapık sanmanızı istemem. Ama söz konusu olan sonuçta David Lynch saçlı adam. Ustamızın bütün hikayeleri bir tuhaf yere çıkar. Bu da bir gün çıkacak.
Ya da çıkmayacak. Bazen öylesini uygun görür Lynch.
Neredeyse ayak bileklerine kadar inen paltosuna bir diyeceğim yok; bütün yüzünü kaplayan eski moda gözlüklerine de. Ama saçları...
David Lynch'i biliyorsunuz. Van Gogh'un "Yıldızlı Gece"sine benzer saç kesimini de. Rüzgârı bir o yandan bir bu yandan yemiş, eve gidip aynaya bakınca sonuçtan memnun olmuş gibidir.
Bu adamınki rüzgâr da değil, besbelli fırtınaydı. Başının üzerinde ufak çaplı bir kaos taşıyordu. Bir büyük perçem tam gözünün üzerine düşecekken karar değiştirip gökyüzüne yönelmişti.
Ama dedim ya, önümden hızlı hızlı geçti. O kadarı da bana yetti. Lynch ustanın hayatımızda belli bir yeri var; ustalara saygı kuşağı gereği bu tuhaf adamı da takip etmesem olmazdı.
Her zaman söylemek istemişimdir: "Paltomun yakasını kaldırdım ve yola koyuldum; kanalların üzerine yağmur yağıyordu." Tam böyle değildi ama yine de Lynch'imin peşine düştüm. Düşe kalka Amsterdam'ın öbür ucuna kadar gittik. Bir ara sokağa girdi, gözden kayboldu. Evine girmiştir muhtemelen. Hepsi bu kadar...
***
Değilmiş. Dahası da varmış meğer. Bir başka gün adamımı yeniden gördüm. Yine hızlı adımlarla yürüyordu. Yine takip ettim. Spui meydanındaki kitapçıya girdi. Bir iki kitap karıştırdı. Aynısını yaptım. Oradan çıkıp tramvay durağına girince peşini bıraktım (işin tadı da kaçmasın istiyordum; bu oyunu benim kurallarımla oynayacaktık.)
David Lynch belli ki muhitimizin adamı. Geçen gün yine rastladım. Bu defa yaz koşulları, palto yok; saçlarını da biraz kestirmiş, daha düzenli. Benim için fark etmedi. Şöyle güzel bir takibi hak ediyordu.
Dosdoğru Leidseplein'e çıktı. Bir köşeye bisikletini park etmiş meğer; binip gitti. Peşinden bakakaldım.
Beni sapık sanmanızı istemem. Ama söz konusu olan sonuçta David Lynch saçlı adam. Ustamızın bütün hikayeleri bir tuhaf yere çıkar. Bu da bir gün çıkacak.
Ya da çıkmayacak. Bazen öylesini uygun görür Lynch.