baraj


Doldurmuşlar televizyonu, dinliyoruz. Gidişatı yorumluyorlar. Seçimi, seçmeni, geçmişi, geleceği yorumluyorlar. Akil adamlar, bilge adamlar… Zaten genellikle adamlar. Aralarında pek kadın yok. Türkiye’ye gitmesi gereken yönü gösteriyorlar.

Seçimden önceki üçer yazılarını okumak yeter. Numune kabilinden bir ikisi hariç, sınıfta kalmışlar. Sonuçlara yaklaşamamışlar bile. Zamanında birçoğu, anket şirketlerini kıyasıya eleştirmekten geri durmuyordu. Şimdi şapkayı önlerine koysunlar: “Ben neden bu ülkenin siyasetinden bu kadar habersizim” desinler. Demeyecekler tabii. Onun yerine ekranlardan akıl satacaklar.

Bir gazetecinin bu kadar hata yapma, bu kadar yanılma lüksü yok. Toplumunu tanımıyorsa, çekilsin kenara. Barajı aşamadılar çünkü.

evimden ağaçlarıma iki bin adım



Bui Thi Din. 58 yaşında. Gezegendeki yedi milyar 310 milyon kişiden biri. 

Geo'daki ‘dünya vatandaşı’ köşesini seviyorum. Gerçekten başka, bambaşka insanların hayatlarını getiriyor önümüze. 

Mayıs sayısında Vietnam’daki La Doc kasabasının Yen Loc köyünde mangrov yetiştiren Bui Thi Din isimli bu tatlı, sade, vakur kadınla konuşmuşlar. Dönüyorsa, dünya onun gibi insanlar sayesinde dönüyor. Röportajdan bazı soru-cevaplar: 

Size göre vatan nedir? 
- Bana göre vatan, kocamın, oğlumun ve iki kızımın olduğu yerdir. Birlikteyken mutlu bir aileyiz. Dünya malında gözü olan birisi değilim ben. 2005 yılında evimizi ve bütün ekinlerimizi doğal afette kaybettik. Su her şeyimizi alıp götürdü. 

En güzel yılınız hangisiydi?
- 20 yaşımdayken Hanoi’de düzenlenen, ağaç türleri ile ilgili bir konferansa gitmeme izin verilmişti. Orada çok şey öğrenmiştim. 

En son aldığınız hediye neydi?
- Geçen yıl bir yardım kuruluşu bana adım-sayar hediye etti. Şimdi adımlarımı sayıyorum. Evimden mangrov ağaçlarımın bulunduğu yere iki bin adımlık bir mesafe var. 

En güzel hatıranız nedir? 
- Dağlarda doğdum. Yeşil ormanları ve şırıl şırıl akan suları hatırlıyorum. Br gün annem bana yeşil bir etek hediye etmişti; onu giyip kız arkadaşlarımın yanına gitmiştim. Sanırım hayatımın en mutlu günüydü o. 

Size göre gereğinden fazla kıymet verilen şey nedir?
- Bence bazı insanlar kendilerini bir şey sanıyor. Ellerinden pek çok işin geldiğini iddia ediyorlar ama bunların birini bile doğru düzgün yapmıyorlar. 

Geo, Mayıs 2015 (Röportaj: Diana Laarz) 

kendin gibi

Kendiniz gibi çalın, derim. Halkın istediğini çalmayın. Ne istiyorsanız onu çalın ve bırakın halk da siz ne yaptıysanız onu dinlesin. Bu onların on beş, yirmi yılını alsa da… 

Thelonious Monk

Bazen kendiniz gibi çalabilmeniz için çok uzun süre çalmanız gerekir. 

Miles Davis

Fotoğraf 1948’ten, Dizzy Gillespie (Herman Leonard’ın objekitifinden).

sabaha karşı

yorgun argın çıktık gemiden
bütün gece deniz korkuttu bizi
demir tarar, fener sönmüş, mendirek, kaya
bereket şarabımız vardı iki testi
çiy balık yemiştik, zeytin, bazlama
pompa çalışmaz, maşrapalarla boşalttık
dipteki suyu, karanlığı ve uykuyu
sabaha karşı çıktı kırmızı ay

melih cevdet anday

yazı yazıyoruz a

Canım Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz. Yazı yazıyoruz a! Ne Mercan Usta'ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne çeşmibülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte...  Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık...

Sait Faik Abasıyanık 

otları çoktan biçtik

Bir romana daha güzel isim olabilir mi: Otları Çoktan Biçtik… Ben de bu isimle bir roman yazmak isterdim. Başka talibi varsa elini korkak alıştırmasın, Gabo Amcasından bir hediye olarak kullanabilir. Çünkü böyle bir roman var ama yok; yok ama aslında var… Hiç yoksa, harika bir hikâyesi var…


(...) Olduğumdan da sıska ve solgundum, annemler fazla çalışmanın etkilerinden kurtulabilmem için -mektuplarında öyle yazıyordu- beni Sucre’ye çağırdılar. El Universal daha da ileri giderek, veda yazısında beni son derece yetenekli bir gazeteci ve yazar olarak kutsadığı yetmezmiş gibi, başka bir yazıda da benim olmayan bir ada sahip, var olmayan bir romanın yazarı olduğumu iddia etti: Ya cortamos el heno (Otları Çoktan Biçtik). Bunun yeniden romancılığa dönmek gibi bir amacımın kesinlikle  olmadığı bir ana denk gelmesi daha da tuhaftır. Hector Rojas Herazo, tartışmalarımızı zenginleştirmek için daktilosunda yazı yazarken icat ettiği, tepeden tırnağa Latin Amerikalı hayali yazar Cesar Guerra Valdes’in bir katkısı olarak bu adı icat etmişmiş aslında. Hector kente taşındığında El Universal’de Cartagena’ya geldiği haberini yayımlamış, ben de ‘Nokta ve Satırbaşı’ adlı köşemde ona selam ederek, uyuyan bilincinden çıkartacağı özgün ve dev bir anlatıyla üzerindeki tozu silkeleyeceğini umduğumu dile getirmiştim. Nerede ve nedendir bilmiyorum ama, romanlarımın üzerine yazılan bir denemede güzel adını Hector’un icat ettiği bu hayalî romandan, yeni edebiyatın başyapıtlarından biri olarak söz edildi. 


Gabriel Garcia Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Can Yayınları (Çeviri: Pınar Savaş)

ölmeye karşı koyabilmek için

Bize bilet satan ve bir zamanlar yirmi otuz adamın telaş içinde yaptıklarını tek başına yapan memur hariç, istasyonda kimsecikler yoktu. Sıcak acımasızdı. Demiryolunun öte tarafında Muz Şirketi’nin yasak kentinin kalıntıları görünüyordu: kiremitleri uçmuş çatısız malikâneler, solmuş palmiyeler, fundalıkların orasında burasında hastaneden arta kalanlar, patikanın öteki ucunda, tirit gibi ihtiyar badem ağaçlarının arasında Montessori evi, istasyona bakan, o tarihi büyüklüğünden hiçbir iz kalmamış taş döşeli meydan. 

Baktığım her şey ölmeye karşı koyabilmek için dayanılmaz bir yazma kaygısı uyandırıyordu yüreğimde. Böyle hissettiğim hiç olmamıştı diyemem ama o sabah bir esin krizi geçirdim diyebilirim; evet, o lanetli sözcük, esin; öylesine gerçektir ki, küllerine zamanında kavuşabilmek için önüne ne çıkarsa yıkar geçer. 

İstasyonda ya da dönüş treninde annemle bir şey konuştuk mu hatırlamıyorum. Pazartesi günü teknede şafak sökerken, uyuyan bataklıktan esen meltemin serinliğinde, annem benim de uyumadığımı fark ederek sordu: 

“Ne düşünüyorsun?”

“Yazıyorum,” dedim sonra daha sevecen davranabilmek için kendimi zorlayarak, “ofise varınca ne yazacağımı tasarlıyorum desem daha doğru olur” diye ekledim. 


Gabriel Garcia Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Can Yayınları (Çeviri: Pınar Savaş)

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...