karaman'da 45 kuzu
Fırat’ın kıyısında kaybolan kuzudan ben sorumluyum, demek ne kolay! Ne kadar güzel bir söz. Hem geçmişe de referansı var. Hem havalı. Birleştirici. Söyleyene bir derinlik, bir genişlik veriyor.
Ama hadi! İşte Karaman’da 45 kuzu kaybolmuş! En azından iddia bu. 10 diyen de var, peki hadi 10 diyelim... Peki neden hesap sormuyorsunuz? Fail zaten ortada tamam; hiç mi yok bunu bilen, onaylayan, göz yuman, örtbas eden… Küçücük şehirde bu olayın 1 adam ve 45 çocuk arasında geçebileceğini aklınız alıyor mu?
Yahu gerçekten aklınız alıyor mu? İnanıyor musunuz? Bu olayın böyle yaşanabileceğine...
Bu olayın münferit kalamayacağına, bir çatının altında yaşanıyorsa, o çatının sorgulanması gerektiğine ikna etmek için sizi ne gerekiyor? Hukuk dense olmuyor, vicdan dense olmuyor, din iman akıl izan dense olmuyor. Ne zaman inanacaksınız?
İçinize siniyor mu çorap söküğü gibi tüm sorumlulardan tek tek hesap sormamak?
Hangi iktidar bu kadar değerli? Hangi iktidarı bir çocuğun huzurlu uykusuna değiştiniz siz?
O kuzular kaybolmuşken siz nasıl uyuyorsunuz?
kesin öyledir çünkü biz öyle diyoruz
İki gazeteci bir araya gelir (belki üç ya da daha fazla da olabilir). Birisi, diğerlerine “Şu adamı gözüm bir yerden ısırıyor” der. Ötekiler onaylar; hakikaten birilerine benziyor gibidir ama kime?
Nihayet bulurlar… Gezi sırasında polislere kitap okuyan çocuk değil mi o?
Hani bir de röportajı çıkmıştı. Şimdi Ankara’da terör eyleminde yakınını
kaybeden bu adam da mı o yoksa? Böyle feryat ettiğine, hükümeti böyle suçladığına
göre kesin provokatör olmalı!!! Tabii canım, başka türlü olabilir mi? Kesin öyledir!
Kesin öyledir. Çünkü biz öyle diyoruz. Çünkü benzerlik var. Daha ne olsun?
O da hükümete karşı, bu da. Demek ki…
Elbette böyle bir durum yaşanabilir de… Bir adam her yerde ortaya çıkıyordur…
Tuhaftır… Gazetecilik bu, şüphelenmeden olmaz. Ama azıcık soruşturmak gerekir
(çok çok azıcık soru bile yetiyor bu örnekte yanlışlamak için, gerçi niyet
önemli burada!).
***
Bu ülkenin koca koca gazetelerinin internet siteleri bu haberi yaptı. GazeteciMehmet Atakan Foça, internet sitesinde konuyu detaylarıyla anlatıyor (16’ıncımaddeye bakınız). Foça, haberin neden yanlış olduğunu, o kişilerin neden aynı
olmadığını çok basit bir şekilde gösteriyor.
***
“Yanlış” dedim ama yanlış bile değil uydurma bir haber bu.
Bana esas sıkıntı veren, bu haberin uydurulma şekli. Hiç bu kadar
pespaye, bu kadar kafadan atma, bu kadar artık insanı aptal yerine koyan bir
habercilik tarzı görmemiştim. “Benziyor; o halde odur!” Bu mudur gerçekten? “Yahu
bu haberi insan okuyacak” demiyor mu kimse?
Demiyor… Tuhaftır, rağbet de görüyor haber. İnsanlar böyle bir sakız
buldu mu, cek cek çiğnemekten kendilerini alamıyor. Ayıp mı günah mı yazık mı
kimsenin umurunda değil.
Peki bu acıları yaşayan insanları incitmekten hiç mi korkmuyor bu
insanlar? Haberi yazanlar, yayanlar, hak verenler…
Habere konu olan feryat figan sözler neden gücüne gidiyor kendine gazeteci
diyen bu kişilerin? Bunu artık sormuyoruz bile…
Ama ayıptır artık. Bu kadar düşürmeyin çıtayı! Ya da bari çıta kalsın
ortada. İleride lazım olacak.
Not: Gazeteci Foça’nın sitesi, özellikle sosyal medyada darmadağın olan ‘doğru’ya
ulaşma yolundaki nadir çabalardan biri. Ankara’daki terör eyleminden sonraki
bilgi kirliliği için ayrıca okunmalı.
hesap
Hava kurşun gibi ağır. Ağırmış. Dün sabah evden çıktığımda bulutlar
şehrin üzerine yıkılıyordu. Hep böyle oluyor sanki. Havada kurşun.
Bir toplumsal delilik hali. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı şaşırdık.
Bu işte kusuru olduğunu düşündüklerimiz kendilerine toz kondurmuyor, o kadar
eminler. Havayı daha da ağırlaştırıyor bu hal.
Patlatıyor insafsız, izansız katiller, teröristler. “Alışalım” diyor
vasatlar, hık deyiciler. Alışmak evet, insanidir. Ama bir devlet düzeni içinde
yaşıyorsak iyi kötü, hesap sormak alışmanın önüne geçer.
Hesap sorulur. Hesap verilir. Esas buna alışalım.
Ve barışalım. Başka yol yok. Her gün küfür her gün kıyamet getiriyor. Herkes
için zor ama nasıl yapacağız başka?
başkalarının hayatları
Murat Gülsoy’un yeni romanı Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’ten önceki postlardan birinde bahsetmiştim (şurada). Bugün yayımlanan Hürriyet Cumartesi için Gülsoy'la bir mini röportaj da yaptık (şurada okuyabilirsiniz).
Başkasının zihnine girmenin, orada yaşamanın mümkün olup olmadığını konuştuk (mümkün değil elbette ama ne muhteşem olurdu).
Kimsenin bana sorduğu yok ama fırsat olsa zihnine girip birkaç gün kalmak istediğim bir iki insan var; ben de onları not düşeyim.
Daniel Pennac: Dünyanın en tatlı ailesinin, Malaussène’lerin maceralarını artık yazmıyor Pennac. Aile, yazarın zihninin bir yerinde yaşamaya devam ediyordur muhtemelen. Hem Pennac’ın eserlerindeki teklifsiz, dolaysız hümanizmin nereden ilham aldığını da görmüş olurdum (Tesadüf, daha önceki Murat Gülsoy postunda da yine Pennac geçmişti).
Lawrence Block: Aynı sebepten… Bernie Rhodenbarr’ın yeni maceralarını okumak için Block’un zihnine girerdim (diyecektim tam, biraz karıştırdım emin olmak için ve voilà! Bir Rhodenbarr polisiyesi daha çıkmış ya 2013’te… ‘The Burglar Who Counted the Spoons’. İlaç gibi geldi. Block’u tanımayanlara, tanısa da ‘Hırsız’ serisini okumayanlara ‘Mondrian Gibi Resim Yapan Hırsız’ı özellikle öneririm.
Bu arada, Oğlak Yayınları basmaz mı acaba bu yeni ‘Hırsız’ı?
Bir de Umberto Eco’nun zihninde dolaşmak isterdim… Bütün o manastırları, mezarlıkları, adaları, ormanları, müzeleri, binaları, vadileri, ovaları, kentleri, köyleri, koridorları, mahzenleri, kuyuları, kütüphaneleri, karargâhları, postaneleri, katedralleri, şapelleri, sinagogları, yani aklıma gelen gelmeyen her yeri Eco’nun zihninde yaşattığı, keyfimce bir daha görmek isterdim. Artık mümkün değil.
Kitap okuyoruz işte bu yüzden.
kalben'in o ilk albümü
Günlerdir
dinliyorum, dinledikçe güzelleşiyor... Kalben’in albümü… Bu ülkede mutlu olmak
için, başka bir yerde değil burada mutlu olmak için iyi bir sebep bu albüm.
Çoktandır unuttuğum, çoğul konuşmakta sıkıntı yok sanırım, unuttuğumuz bir
duygu.
Ne
kötü bir yandan da böyle düşünmek.
En
son Pinhani ilk albümünü çıkarttığında gelmişti bu his. Çok zaman geçmiş. Ben
arada illa ki epey güzel müzikler kaçırmışımdır, sonuçta herkes o kadar fazla işaret
etti ki görebildim Kalben’i (Eh, dün de çıkmadı yani albüm, öncesinde Sofar
konserleri var, varoğlu var).
İleride
bir gün, bugün çok genç olanlar özellikle, ‘Kalben’in o ilk albümü’ diyecekler,
bu öyle bir albüm… Çok aşka, acıya fon müziği olacak. Ne güzel!
Bir
de şu: Pinhani demişken, onların da yenisi var, ‘Kediköy’ nasıl pırıl pırıl
parlıyor! Bir grubun dördüncü albümünün bunca güzel olması az iş mi?
Bu
güzel fotoğraf Korhan Karaoysal’ın.
Artful Living’de Sinem Sal’ın röportajına eşlik ediyor. Kalben’i daha iyitanımak için röportajı da okuyun derim. Şurada.
kayıp eşya bürosu
Epey olmuş, kısa animasyon paylaşmamışım burada. Hayat boşluk kabul etmez
(eder aslında!); şu pırıl pırıl filmi seyredelim madem. Bir gün yaşlı bir kadın
elinde bir fotoğrafla kayıp eşya bürosuna girer… Sonrası gözyaşı garantili! Şaka
bir yana, sıcak, usta işi bir animasyon ‘Lost Property’. Londra’da yaşayan Finlandiyalı çizer,
illüstratör (ve 'animatör' ama bizde öyle denmiyor sanırım) Åsa Lucander imzalı.
Lucander’in diğer işlerine şuradan ulaşabilirsiniz.
Sanatçının sayfasında dolaşırken, klişe gelecek ama mest oldum
gerçekten. Çoğu işi ‘Lost Property’ ayarında. ‘Çoğunluk’ diyorum çünkü bazıları
daha iyi!
Mesela BBC 2’de yayımlanan ‘Science Club’ serileri harikulade.
İzlerken hayıflandım; “Keşke bizdeki çocuklar da böyle şeyler izleseler” diye
düşündüm (keşke ben de izleseydim çocukken). Bir örneği aşağıda.
TRT tartışması yıllardır sürüp gider ya, BBC’de de durum aynı. Hani
şu “Bizim paramızla neler yapıyorlar” sorusu. Böyle şeyler yapsalar, bizde
kimse tartışmazdı!
Son bir şey: İnternette “Şuna hayrına Türkçe altyazı hazırlansa da
birkaç kişi daha izleyebilse” dediğim videolar arasına BBC Science Club de
girdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Z...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Yeni yıl kararları... İki yıl evvel, Gazete Duvar için yazmıştım (O kadar olmuş mu yahu?). Burada da dursun... 1 Ocak’ta birçoklarımız yeni...
-
13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bu...
-
İ plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor di...
-
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağ...