siliniyoruz

Dünya ne büyük, biz nasıl sıkıştık küçücük hayatlara. 

Her şeyin genişlediğini sanarken... 

Şu fotoğrafın yaşandığı hayatlar da var, dünya büyük. Baktıkça hayret ediyorum, iki senedir.

Biz küçülmüyoruz, siliniyoruz. 


Fotoğraf: Pakistan, Hunza Vadisi... Bir buzul düğünü sırasında. (Fotoğrafçı: Matthieu Paley)


bir borges evreninde

Bir öyküyü her gün anlattığında, yüzüncü anlatışında, ilkine göre ne kadar değişmiş olur? Ne kadar değiştirirsin onu? Aslı ne kadar kalır? Geriye ne kalır? Geleceğe ne kalır? Bir Borges evreninde, bir hikâyeyi sonsuza kadar değiştirerek nasıl anlatabilirdik?

Her hikâye böyle değil midir zaten?


hayatın mavişliği



bu aşk senden önce hürriyete yöneldi 
gecenin ortasında sen sımsıcak bir kadın 
içinde sen varken geceler dile geldi
barışa yöneldi umudu darmadağın 
onları özlemek belki senden güzeldi
çünkü sen ancak onlarla vardın 
hayatın mavişliği onlarla vardı

Metin Eloğlu

havaalanında

Burası evim de olabilir ama değil. Karşımda oturanlar arkadaşım olabilirdi, değil. Yorgunlar, tazelenmişler, usanmışlar, hevesliler… Oturmuş, düşünüyorlar. O düşünceler benim de olabilirdi ama değil. Nasıl bu kadar benziyorum onlara, neden bu kadar benziyorlar bana? Yıllar öncesinin bir otogar salonu aklımda. Çuvalların üzerinde uyuyan er, onun başını hafif hafif okşayan yaşlı kadın. Açık televizyondaki sessiz futbol maçına baktığımı sanarken, kafam habire önüme düşüyordu. Hâlâ oradaymışım gibi ama değil…


kedilerin kitapları

Bir berber dükkânı vardı; kanalın öte yanında, köşede. Mahallenin delikanlıları oradan ispirto alırdı. Hep tekinsiz tipler...  Berberin yanında kitapçı… Boştu ne zaman gitsem. Yıllarca “o berberin yanına kitapçı mı açılır” lafına muhatap olan sahibi, ne iyi ne kötü bir adamdı; nereye dükkân açacağını hesaplamayan biriydi sadece. Bir kedi uyurdu bazen kitapların üstünde. Hep farklı bir kedi ama. Nasıl olurdu ki bu? Kedinin üstünde uyuduğu kitapları seçerdim. Okuduktan sonra kanalın aşağısındaki fırına götürürdüm. Yakmak için değil… Fırıncının kızına vermek için. Aşıktım ona. O ise beni umursamazdı. Okuduklarını geri verirken “beğendim” ya da “beğenmedim” derdi, hepsi bu. Bir yaz boyu, kedilerin seçtiği kitapları okuduk.

Hayatımın en mutlu günleriydi. 


sirk


İ
plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor diye üzüldüğümüzde, yine de sirk var. En güzel tariflerden biri onu anlatır: Beş benzemez bir grup, bir çadırla dünyayı dolaşır. Olmadık parendeler, umulmadık taklalar, karnından konuşanlar birbirine karışır. İçimizde bir kaygı: Ya trapezci tutamazsa arkadaşının elini? Bir keder: Gülen makyajın altında nasıl boncuk boncuk ter gizli... İçimizde bir sevinç: Ne sevinci, düpedüz çocuk neşesi… Çünkü sirk, tüm hoyratlığına da rağmen, hayatımızın en çocuksu yorumlarından biri, değil mi?

çocukluk, kapılar ve yağlıboya

  1. “Hiçbir şey çocuğun hayal dünyasına benzemez.  Hep çocuk kalmak istedim... Kaldım da…” Ömer Lütfi Akad / Işıkla Karanlık Arasında 2. Y...