pulitzer alacak gazete ilânından belli olur


Şu blogun tazecik ömrüne bir adet “ben demiştim” sıkıştırabiliyorum ya, ne mutlu bana… Evet, ben demiştim! En azından haberini vermiştim. Dün dağıtılan Pulitzer ödüllerinin araştırmacı gazetecilik için olanı sürprizdi; ödül, kendi yağında kavrulan bir yerel gazeteye, Saratosa Herald Tribune’a gitti. Daha doğrusu gazetenin muhabiri Paige St. John’a. Miami emlâk sigortası sistemini altını üstüne getirdiği için..

Peki ben ne demiştim? Saratosa Herald Tribune, geçen ay gelmiş geçmiş en tatlı ve sahici gazetecilik ilânını vererek, bizim sıkıcı mesleğe kendi keyifli imzasını atmıştı. Gazete ilânda, “ufak tefeğiz diye Karamürsel sepeti sanmayın, bir gün Pulitzer’i de alacağız” diyordu. Aldılar işte, ne diyelim, bravo... Söz konusu ilân aşağıda. Fotoğrafta da ilânın yazarı genel yayın yönetmeni Matt Doig ile Pulitzer sahibi St. John’u görüyorsunuz. Arka planda yazıişlerinin kalanı, ödül haberinin geldiği o kutlu anı idrak ediyorlar….

“Biz burada çabuk tarafından araştırmacı gazetecilik yapıyoruz; lazım geldiğinde de birkaç gün yayımlanacak mini projeler hazırlıyoruz. Ama her yıl, bizim çapımızda bir gazete için çok hırslı sayılabilecek işler kotarmaya da çalışıyoruz ki bir gün Walt Bogdanich şöyle demek zorunda kalsın: “Saratosa bilmem ne gazetesinin benim yirminci Pulitzer’imi elimden aldığına inanamıyorum.” Birçoğunuzun halihazırda bildiği üzere, bu tip işler cehennem azabıdır, ruhunuzu emer, kendinizden şüpheye düşürtür. Ama eğer siz, temizlikten uzak muhabirlerle dolu, ufak, kapalı bir ofise tıkılıp, çoktan ölmüş olmanızı isteyen güçlü kuvvetli kurum ve insanlara kafa tutan veritabanlarını, binlerce dokümanı tek tek girerek sıfırdan oluşturmayı kabul eden bir tür sapıksanız; üstelik bütün bunları da ödül kazanması muhtemel işinize şöyle bir bakıp bulmaca sayfasına yollanan okurlara sahip olma şerefi adına yapıyorsanız, yani bu size gazetecilik gibi geliyorsa, tamamdır, bizim aradığımız sapık sizsiniz.

Florida’nın şöhretinden bihaber olanlara not: Burası ülkenin en çok haber üreten eyaleti ve bunun sebebi de muhteşem kamu arşivi yasaları değil. Bizde her türlü yolsuzluk, şiddet ve şerefsizlik bulunur. 11 Eylül’ü yapan teröristler burada eğitildi. 11 Eylül’ün olduğu dakikalarda Bush anaokulu çocuklarına burada hikâye okuyordu. Yeni valimiz bir zamanlar, yaptığı vurgunlardan dolayı rekor cezaya çarptırılmış bir sağlık şirketi işletiyordu. Kasırgalarımız, yangınlarımız, petrol sızıntılarımız, tahtakurularımız, hastalıklı narenciye ağaçlarımız ve hamamböceği istilalarımız eksik olmaz (sadece birini uydurduk) Disney World de burada ve plajlarımız da, yani bütün ailenizi getirin."

şeker gibi kapak



Biraz gecikmeli olarak geçen haftanın güzelleri… New York Times Magazine üç haftadır listemde, bu haftada fena kapak yapmışlar; kapak haberleri (hain şeker) de ayrıca güzel, tavsiye ederim. Observer’in kapağı da çişli ama tatlı, üstelik lafı da esprili. İngiliz moda/stil dergisi Stylist göz alıcı, Süddeutsche Zeitung Magazine temiz, sade ve New Yorker bu haftaki kapağıyla çok ayıp ediyor.




değirmenin üstü her gün yel olmaz



YSK, bağımsız milletvekilliklerine taş koyunca Sırrı Süreyya Önder, doğru göndermeyi yaptı: "Fırıncıya söyleyin, ekmek de vermesinler." Bu kadar yasakla bu ülke nereye gidecek? Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiiri, günün anlam ve önemi üzerine; ama sade bugünün değil, artık belli ki her günün... Kısaca: Delirtmeyin!

hey göklere duman durmuş dağlar hey
değirmenin üstü her gün yel olmaz
dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
sen söylersin o susar mı bel olmaz

sessizlik geriyor


Dörtlü El Clasico’nun ilk ayağı bugün. Bizim gazeteler bile bu maça artık kendi iç meselemiz gibi bakarken, İspanyol basını neden dursun. Katalanıyla, Kastilyalısıyla sıcak gündemi, siyaseti, savaşı bir kenara bırakıp maça abanmışlar.

Böyle günde en sağlam beklentiyi Mourinho’nun maç öncesi ego şovu yaratır. Real’in hocası dün hiçbir şey demeden oturdu basın toplantısında. İspanya’nın en ciddi gazeteleri El Pais ile El Mundo da, ne yapalım, bari buradan görelim maçı diye düşünmüş olmalı. Ön sayfadan, sessizlik geriyor, diyorlar.

Not edeyim: Mourinho’nun basın toplantısı fotoğrafı pek güzel.

Ben de El Classico’ya bir Amsterdam barından dahil olmaya çalışacağım, bakalım artık hangisi oynatıyorsa...





felemenk piştisi



Brugge eski piskoposu Roger Vangheluwe’un taciz itirafları, bugün Felemenkçe konuşan Belçika gazetelerinin manşetiydi. Bize epey uzak bir mevzu, ayrıntıya girmeyeyim (merak eden İngilizcesi’ni şuradan okuyabilir) ama ilgimi çeken bütün gazetelerin bir şekilde pişti olmasıydı. Manşetler hep aynıydı: Bir fotoğraf ve alt alta sözler; De Standaard’ta fotoğraf da yok. Türkiye’de hiç rastlanmayan bir tarz; ama etkili. Bu arada bu uğursuz herifin fotoğrafına yüz vermeyen Staandart’ın minimalist ön sayfası içlerinde en güzeli. Çok sahici.



herkesin kahramanı kendine


General Ante Gotovina'nın Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanması AB'nin Hırvatistan'a dayattığı koşuldu. "Üye olmak istiyorsan, generali vereceksin" dediler. Hırvatistan bunu yapamadı ama altı sene evvel, general bir şekilde Kanarya Adaları'nda yakayı ele verdi. Hırvatlar da sokaklara döküldü...

Mahkeme bugün 24 seneye mahkum etti Gotovina'yı. Krajina'yı Sırplar'dan geri alırken etnik temizlik yaptığına hükmetti. Hırvatlar'ın çoğu onun kahraman olduğuna inanıyor. "Bizi Sırplar'dan kurtardı" diyorlar.

Uzun ve tanıdık bir hikâye... Yüz yıl geçecek; ortada Gotovina'nın kemikleri kalmayacak, ama o zaman yaşayanlar bile fikirlerinden geri adım atmayacak; tartışmayı şimdiki hararetiyle sürdürecekler.

İşte bir Hırvat gazetesinin, Vecernji List'in bugünkü ön sayfası. Mahkeme kararından da önce yapılmış bir sayfa. Afili bir fotoğraf, altında tek kelime: Kahraman.

Gel de bunu karşı tarafa anlat!

başlangıç


Kenneth Branagh biyografisini 28 yaşında yazmış. Başlangıç. Fena fikir değil aslında.

Dün Barones’te yan masada üç Hollandalı genç aralarında hevesle Atatürk’ten bahsettiler. Ne diyorsunuz, bir yol anlatın hele diyemeden de kalkıp gittiler. Ama iyi şeyler söyledikleri belliydi. Temiz, pak, Harry Potter gibi gençlerdi.

Medyadalar. Hepsi de aklı başında, entelektüel adamlar. Ama akıllarına gelen en parlak fikir şu: Bu en zor zamanda Galatasaray’ı Fatih Terim’den başka kimse çalıştıramaz, gitsin Florya’da ipleri eline alsın! Bunun "Doğu’ya Olağanüstü Hal gelsin, ancak öyle yönetilir oralar" demekten ne farkı var? Fatih Terim Mehmet Ağar arkadaşlığı da tesadüf zaten.

Bülent Ortaçgil ile Paul Simon giderek aynı adama dönüşüyor.

"Benim sahnelerimi iki haftaya sıkıştırmanın bir yolunu bulmuşlar ve çekimler de Romeo ve Juliet açıldıktan sonraki gün başlayacak. Akşam beni tiyatroya yetiştirecek bir araba sağlayacaklarmış peki ben bu iş yükünü kaldırabilir miymişim? Pat’e ne kadar para ödeyecekleri sordum. Söyledi. Romeo ve Juliet’in bütçesini düşündüm. ‘Onlara söyle ben sete bisikletle de gelirim, çeki göndersinler!’" (Kenneth Branagh, Başlangıç)

Fotoğraf, Branagh'ın bahsettiği A Month in the Country'nin (1987) setinden; sağdaki kendisi, ortadaki genç de Colin Firth.

ay sarayında