göstermeden göstermek

On sekiz bin vuruşluk bir köşe yazısı... Bir günlük gazetenin yazarı üşenmemiş, oturup yazmış. Editörler "bu nedir kardeşim" dememiş, basmış. Bizden okumamamız bekleniyor.

Ben başka bir şey yaptım; gazetenin web sayfasından yazıyı kopyalayıp bir word dosyasına yerleştirdim. Vuruşları saydım: 18319.

Bu bir haber dosyası değil. Güncel bir mesele değil. Sadece çalakalem görüşler...

Bir insan neden bu kadar uzun yazar? Neden her şeyi ama her şeyi bildiğini (en azından böyle düşündüğünü) gözümüze sokmak ister?

Hafta sonu Akşam'ın pazar ekinde, tasarımcı Bülent Erkmen'le bir söyleşi vardı. Eyüp Tatlıpınar yazmış. Okursanız, Erkmen'in genç tasarımcılara öğütlerini öğrenirsiniz. 

Bir tanesi benim özellikle ilgimi çekti. Göstermeden gösterin, diyor Erkmen. Yazı için de geçerlidir. Fazlalık, yazanı da okuyanı da yorar. Yazıya her şeyi koymak yerine, yapılabiliyorsa, sezdirmek yeterli. İyi yazar, kanaatimce, okura elzem olanı verir ama onu daha fazlasını bildiğine de ikna eder.

18 bin vuruşluk köşe yazısı beni ikna etmiyor. Okumuyorum bile. Aklına gelen yazmak isteyen buyursun defterine (bloguna da değil) yazsın. Gazeteleri işgal etmesin.

Erkmen'in çok zaman önceki bir başka uyarısını hatırlıyorum: "Bir işi bitirdikten sonra teslim etmeden evvel en az 24 saat soğutun" diyordu.

O köşe yazısı soğusa, geriye sadece çerçevesi kalırdı.

Akşam'daki söyleşi Bülent Erkmen'in Milli Reasürans'taki "Son İşler 2" sergisi şerefine. Üstteki fotoğraftaki işi de İstanbullular tanır. Sokak tabelaları Erkmen tasarımı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...