değirmen

Sabahattin Ali, enfes öyküsü Değirmen’e şöyle başlar: “Hiç sen bir değirmenin içini dolaştın mı adaşım?” 

Belki daha önce buralarda yazmışımdır; bu ilk cümleye, neden bilmiyorum, bayılırım ben. Gerçi geçenlerde Twitter’da “kimse bir kitaba Ruslar gibi giremez” minvalinde bir şeyler yazdım ama bu cümlenin yeri bende ayrıdır. 

Bense konuya ne Ruslar ne de Türkler gibi girebiliyorum. Bir başka değirmenden bahsetmek için, Sabahattin Ali’den açtım, nerelere geldim.

Benimkisi bir kahve değirmeni… Pirinçten, emekçi, canayakın… Bir dostum, yıllar evvel Eminönü’nden alıp gelmişti. Üstelik dişlisini de french press için ayarlatmıştı. İhmal ettim, uzun süre kullanmadım. Bir gün bayat kahve içmekten gına geldi; yeni hediye almış gibi (sağolasın Serdar) şevkle kahve çekmeye başladım. 

İki aydır neredeyse her gün elimde. Kahvemi kıtır kıtır öğütüyorum. Biraz hipster işi duruyor ama olsun. Ev mis gibi kahve kokuyor; omuzlarımda da bir iş görmenin saadeti… İçini açıp aksamına bakıyor, dünyanın en basit prensibiyle çalışan bu aletin emeğiyle tatmin oluyorum. 

Eh sen gene söyle de, soruya esasen lüzum kalmadı adaşım. Bu değirmenin içini ben her gün dolaşıyorum.  

2 yorum:

  1. biz de 2 yil once esimle Dublin seyahatimizde hipster bir kahvalticiya girmistik, simdilerde muhtemelen Amsterdam'da ve her yerde sunulan avokado toast yiyecektik, tabaklarin yaninda baktik kucuk karabiber ogutuculeri var. aldik elimize inceledik, tabaninda kucuk turk bayragi ile kalaycilar carsisi yaziyordu.

    YanıtlaSil
  2. selam, işte benim halim de bu :) gerçi karabiber öğütmüyorum daha... dublin güzel mi peki? ya da çok mu güzel?

    YanıtlaSil

Sen ne dersin?

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...