kanada edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kanada edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

herkesin ilerisinde

Kazuo Ishiguro, 2017’deki Nobel konuşmasında ondan özür dilemişti: “Hep Margaret Atwood’un ödül almasının çok yakın olduğunu düşünmüştüm. Halen öyle düşünüyorum. Öyle umuyorum.”


PS: Observer’ın eki The New Review,  'Damızlık Kızın Öyküsü'nün devamı ‘The Testament’ çıkmak üzereyken (9 Eylül’de yayımlanıyor) “O, herkesin ilerisinde” diyerek, harika bir fotoğrafla Margaret Atwood’u kapak yapmış. (Fotoğraf Bryan Adams’ın). 

PS 2: Bu sene Nobel Edebiyat Ödülü yeniden veriliyor. Hem de iki defa... Biri ona, diyelim. 

çin'i tanımak için neler okumalıyız? (madeleine thien'in listesi)

Madeleine Thien’in, yeni yayınevi ‘Hep Kitap’tan çıkan romanı ‘Bundan Sonra Her Şey Biziz’i -biraz da tesadüfen- bir çırpıda okudum; çok da beğendim (Blogda da bir alıntıya yer vermiştim).
1974 doğumlu, Çin kökenli Kanadalı Thien, yaşına göre olgun bir yazar (“43 yaşında tabii ki olgun olacak” diyecekseniz deyin ama şunu da bilin; roman, çok daha tecrübeli bir elden çıktığı izlenimi veriyor). Zarif cümleler, cesur seçimler, zor bir kurgu… Hepsi bir arada... Kırıp dökmeden,  Çin’in son elli yılının içinden ustalıkla geçiriyor sizi Thien. Bu ustalık ciddi takdir de görüyor. Kitap geçen sene İngiltere’nin en önemli edebiyat ödülü Man Booker’a aday gösterilen beş kitap arasına girmişti. 
Diğer kitapları da belli ki iyi. Türkçe’ye çevrilmeyen ‘Dogs at the Perimeter’, ‘Certainty’, ‘The Chinese Violin’, ‘Simple Recipes’ isimli romanları var. Bir başka Kanadalı, Nobel ödüllü Alice Munro, ilk kitabı ‘Simple Recipes’in ardından, “Belli ki müthiş bir yazar doğuyor; anlatımındaki rahatlık ve berraklık parmak ısırtıcı” demiş. O dediyse, tamamdır. 
Ben çok sevdim Thien’i; siz de bilin, tanıyın istedim; Hürriyet Kitap Sanat için, e-posta üzerinden bir röportaj yaptım yazarla (Geçen cuma yayımlanmıştı; şuradan okuyabilirsiniz). Elbette, gazetenin sınırları dar geldi; kısaldı röportaj; bazı soru-cevaplar da giremedi. En azından bir cevabını buraya alayım. 
Yazarın hem bizzat kendisi hem romanın ana kahramanı Çin’den ayrı düşmüş Kanada’da yaşayan ve bir noktada Çin’i keşfetmesi gereken kişiler olduğundan; bizler de Çin’i hep konuşup hemen hiç tanımadığımız için “Çin hakkında ne okuyalım, ne seyredelim” diye sormuş, bir liste istemiştim. Sağolsun üşenmemiş, “Yine de eksiktir” notunu düşerek, ciddi bir liste sıralamış. Tabii kendisinin bu kitabı yazmak için  okumakla yetinmediğini, koca Çin coğrafyasını Çin Seddi’nin Taklamakan Çölü’ne karışıp eriyen son taşına kadar arşınladığını da bilelim. Hem okumuş hem gezmiş… Çin’i tanımak için bizim kısmetimize düşenlerse aşağıda (Maalesef Türkçe’de pek bir şey yok). 

Madeleine Thien’den Çin 101

  • Çin tarihçisi Jonathan Spence’in kitapları (‘The Search of Modern China’, ‘Mao Zedong: A Life’, ‘The Gate of Heavenly Peace: The Chinese and Their Revolution’, ‘The Memory Palace of Matteo Ricci’ ve diğerleri, Türkçe’de tek bir kitabı var:  Wang Hatunun Ölümü (Metis)
  • Ma Jin’in ‘Beijing Coma’ ve ‘Red Dust’ isimli kitapları (Türkçe’de bu ikisi de yok ama Martı Yayınları’ndan çıkan ‘Cenneti Öldürmek’ isimli bir başka roman var) . 
  • Jung Chang’dan ‘Wild Swans’ (Bu da yok Türkçe’de). 
  • Colin Thubron - Shadow of the Silk Road (Türkçe, maalesef)
  • Liao Yiwu - The Corpse Walker, Real Life Stories - China From The Bottom Up
  • Bei Dao ve Xi Chuan’ın şiirleri
  • David Hinton’dan ‘Hunger Mountain: A Field Guide to Mind and Landscape’
  • Perry Link - An Anatomy Of Chinese
  • Shen Congwen - Border Town
  • Denise Chong - Egg on Mao
  • Yiyun Li’nin tüm eserleri (‘Gold Boy, Emerald Girl’le de tanınan bu yeni nesil, parlak yazarın Türkçe’de Domingo’dan çıkmış ‘Bin Yıllık Dua’ isimli öykü toplaması mevcut). 
  • Leslie Chang - Factory Girls
  • Louisa Lim, Evan Osnos ve Ian Johnson’un son ‘kurgu-dışı’ kitapları (Bunların içinde New Yorker’dan Osnos’un ‘Age of Ambition - Chasing Fortune, Truth and Faith in the New China’sıyla Pulitzer ödüllü Johnson’ın ‘Wild Grass’ı epey meşhur. Lim’in ‘The People’s Republic of Amnesia’ ise okuru Tiananmen günlerine götürüyor; Thien’in de sularına yani). 

Bonus: 

- Xu Bing ve Ai Weiwei’nin sanat eserleri
- Jia Zhangke’nin filmleri (Bizde sanırım bir tek ‘Günahın Dokunuşu’ oynadı.
  
Tüm listeyi buraya geçtikten sonra hayret ettim doğrusu. Neden bu kadar az biliyoruz, okuyoruz, seyrediyoruz Çin’i? Üstelik ‘Gelecek orada” dediğimiz, geleceğin de çoktan geldiğini bildiğimiz halde.


karanlık çöker mi yükselir mi?

Margaret Atwood’dan ‘Damızlık Kızın Öyküsü’nü okumaya devam… Okudukça askerlik günlerim geliyor aklıma. Her şey standartlaştırılmış ve kurallara bağlanmıştır. Sınırlar bellidir; sınır dışına çıkanların başına gelecekler bellidir. Ne yapıyorsan komutanlara görünmeden yapman gerekir; zaten askerlik faaliyeti dışında komutan için ‘görülmez’ birisin. Erler kendi aralarında başka tür bir kıdem, tahakküm ilişkisi kurar; koşulları daha da ağırlaştırırlar. Kimisi yaltaklanır… İnsan kendi kendine çok ağır bir zincir vurmayı her nasılsa becermiştir. Bir yandan da düşününce türümüzün en iyi becerdiği şey bu. Tahakküm! 
Damızlık Kızın Öyküsü, karanlık, umutsuz bir dünyayı anlatıyor. Üstelik günümüz dünyasına hiç uzak olmayan bir distopyayı… Bu yüzden daha da yürek burkuyor. Bir önceki post’ta anlattığım ‘Kayıp Hasta’yla üst üste okumak belki bendeki sıkıntıyı derinleştirmiştir. Hele görünüşe göre Suriye ordusunun İdlib’de çoluk çocuk demeden onlarca insanı kimyasal silahla katlettiği bir günün ertesinde… İnsanın kötülüğünün sınırı yok. Dünyanın her tarafında parça parça bu kötülükten, karanlıktan var; birleşiyor, kocaman oluyor… İçimize çöküyor; üstümüzde yükseliyor… Bu arada Margaret Atwood da kitapta başlıktaki soruyu soruyor: 
“(…) Karanlık çöküyor. Ya da çökmüş. Güneş gibi yükseliyor demek yerine neden karanlık çöküyor denir. Oysa doğuya bakarsanız, günbatımında, karanlığın çökmek yerine yükseldiğini görebilirsiniz; ufuk çizgisinden yukarı, bir bulut örtüsünün ardındaki kara bir güneş gibi gökyüzünde yükselen karanlık. Görünmeyen bir ateşten çıkan duman gibi, ufuk çizgisinin hemen altında ateşten bir hat, orman yangını ya da yanan bir kent. Ama gene de karanlık çöküyordur belki, çünkü ağırdır, gözler üzerine çekilen kalın bir perde.”
Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood, (Çeviren: Sevinç Altınçekiç, Özcan Kabakçıoğlu)


gazetelere konu olmayan insanlar

Yaşardık, her zamanki gibi, aldırmadan. Aldırmamak cehaletle aynı şey değildir, üstünde çalışman gerekir. 
Hiçbir şey bir anda değişmez: Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz. Elbette gazetelerde öyküler vardı, hendeklerde ya da ormanlarda bulunan cesetler, ölesiye dövülmüş ya da sakatlanmış, eskiden dedikleri gibi saldırıya uğramış; ama bunlar başka kadınlar hakkındaydı ve bunları yapan erkekler başka erkeklerdi. Hiçbiri tanıdığımız erkekler değildi. Gazete öyküleri bizim için rüya gibiydi, başkalarının gördüğü kötü rüyalar. Ne korkunç, derdik, öyleydiler de, ama inanılır olmaksızın korkunçtular. Aşırı melodramatiktiler, bizim hayatımıza ait olmayan bir boyuta sahiptiler. 
Gazetelere konu olmayan insanlardık biz. Baskı kenarlarındaki beyaz boş alanlarda yaşıyorduk. Bu bize daha çok özgürlük veriyordu. 

Öyküler arasındaki boşluklarda yaşardık. 

Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood, (Çeviren: Sevinç Altınçekiç, Özcan Kabakçıoğlu)

ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir...