nükleer kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nükleer kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

niente nucleare


İtalya’da bütün gazetelerin manşeti aynı bugün. Berlusconi hükümetinin yeni nükleer santral projelerini rafa kaldırdığını söylüyorlar. Corriere della Sera’ya göre örneğin, yeni santraller için iktidar daha fazla bilimsel kanıta ihtiyaç duyuyor. Erdoğan'ın kankası Berlusconi, nükleer cephenin en ateşli savunucusuydu, şimdi bu dönüş niye? La Stampa –ki Silvio'yu hiç sevmez- başbakanın 12 Haziran’da yapılması planlanan nükleer referandumdan korktuğunu yazıyor. Yani o güne kadar frene bastılar. Hani yine aynı gün genel seçim yapacak bir başka ülkenin başbakanı da çaktırmadan frene basmıştı ya, o hesap…

Bir soru: Tüp müp denilince esip gürlüyoruz da, geri adım atılınca neden keyfini çıkartmıyoruz, kötü bir şey mi yani kampanya kazanmak?

suşi önemli


Elif Key, bu hafta sonu Habertürk Pazar’da şunları yazmıştı:

“Japonya beni bitirdi. Zira kendi kendime vardığım sonuca göre; bu, dünyanın aldığı son virajdı ve viraja çok sert girildi. Bizi daha iyi günler beklemiyor. Ben belki hayatımda Tokyo'yu görmeyeceğim ama şehrin batışına şahit olmam sadece bir zap uzaklığında. Elimde değil, kendimi alamıyorum onları düşünmekten... Bir ulus bunca yıldır buna mı hazırlandı, bunun için mi terbiye etti kendini? Neden ve nasıl hâlâ kibarlıklarını bozmuyorlar? Şehirde bir tek korna sesinin bile duyulmamasının altında nasıl bir terbiye yatıyor? O yaşlı kadın, ayağı kırıldığı için evine gelen sağlık görevlilerinden "Sizi de rahatsız ettim evladım" diyerek neden özür diliyor? Bunları çözemiyorum. Japonya'yı takip ettikçe insanlığımdan utanıyorum. Bıraksanız beni, sabahtan akşama kadar BBC'ye bakarım. Bizim kanallarımıza da tahammül edemiyorum. Sabah dövüşüp, öğlen öpüşüp, akşamına saçmalamakta üstümüze yok! Ülkenin kanallarına kanal tedavisi lazım.”

Elif, ve birkaç kişi daha belki, düşünmeye devam ediyordur ama dünya meseleyi unuttu çoktan. Herkes kendi memleketinin dertleriyle dertli. Normal mi?

Dünya gündeminden işi gereği kaçamayan biri, BBC yöneticisi Fran Unsworth, dün şöyle diyordu: “Kariyerim boyunca, dünyanın her tarafında aynı anda bu kadar çok büyük haber geliştiğini anımsamıyorum.”

Bu kadar çok olunca insanın taksimetreyi sıfırlayası geliyor. Ama hemen de yapılmaz ki… Biz yapıyoruz. Küreselleşme ağır geldi belki.

Japonya’daki iş bitmedi. Japonlar, Elif’in de yazdığı gibi hakikaten seslerini çıkartmıyor. Yöneticisi ayıp kapatmak için, halkı dünyaya yük olmamak için susuyor. Medya da oraya bakmıyor artık.

Tabii iş suşiye gelince değişiyor. Suşi önemli bir şey.

New Yorker’ın bu haftaki kapağı Christoph Niemann imzalı.

ben bir süre eve gelemeyeceğim...


Fukuşima nükleer santralindeki ilk patlamadan sonra, arkadaşlarla Japon mühendis ve teknisyenlerin reaktörlere girip girmeyeceğini konuştuk. Hayatlarını hiçe sayıp gireceklerini düşünüyorduk. Nitekim öyle de yaptılar. Günlerdir birbiri ardına patlayan reaktörleri tamir etmek için uğraşıyorlar.

Aynısı Avrupa’da, mesela Fransa, Almanya veya Hollanda’da yaşansa bu kadar gözü kara biçimde müdahale edilir miydi peki? Bu defa cevabımız hayırdı. Avrupa’da, hiçbir işçinin, can güvenliğini göz ardı edip o santrale dalmayacağını konuştuk. Ne olurdu, nasıl durdurulurdu? Meçhul…

Şimdi dünya basını, santraldeki radyasyon sızıntısını ve olası erimeyi önlemeye çalışan kahraman Japonlar’ı konuşuyor. Kimisi kamikaze kültürü diyor, kimisi Japonlar’a özgü bir adanmışlık diye adlandırıyor… Ama şurası kesin ki, bu adamların hepsi geri dönüşü olmayan bir yola bile bile girdiler. Hiçbir Holywood filminde bu denli sert bir seçim yapılmıyor.

Basın onlara Fukuşima 50’si adını taktı. Aslında 200 civarındalar. Radyasyonun en yoğun olduğu kısma 50’li rotasyonlarla giriyorlar. Bir santral işçisinin kariyeri boyunca maruz kalacağı radyasyonun kat be katıyla sadece bir saat içinde karşılaşıyorlar. Çoğunun gönüllü olduğu söyleniyor. İsimleri yok. Japon hükümeti kimlikleri açıklamıyor; kendini rahatlatacak başka işlerle uğraşıyor. Mesela onlar çalışabilsin diye bir işçinin çalışırken maruz kalabileceği söylenen makul radyasyon seviyesini yükselttiler. Makul radyasyon diye bir şey elbette yok; ama hükümetin bile kendini inandırması gerekiyor herhalde.

Independent gazetesi geçenlerde bu işçilerden birinin evine gönderdiği mesajı yayımladı: “Lütfen kendinize iyi bakın; ben bir süre gelemeyeceğim.” Hepsi bu kadar… Aynı gazetede bir işçinin kızının twitter mesajı da yer alıyordu: “Babam santrale gitti. Annemin bu kadar ağladığını hiç görmemiştim. Santraldekiler hayatlarını sizin için feda ediyor. Baba, lütfen eve sağ salim gel.”

Onları Şilili 33 madenciye benzetenler var. Ama Independent bu benzetmenin yersiz olduğunu söylüyor. “Şili’de bir ulus kapana kısılmış insanların canı için dua etmişti; şimdi bir ulus kapana kısılmış insanların ulusun canını kurtarması için dua ediyor…” Sonuna kadar haklı bir analiz.

Winston Churchill’in bir zamanlar şöyle dediğini de hatırlatıyor Independent: “Bu kadar çok insanın bu kadar az kişiye borçlu olduğu bir durum hiç olmamıştı.”

Bugüne kadar 31 kişi santralde hayatını kaybetti.


Fotoğraf: Çernobil’de hayatını kaybeden işçilerin anısına yapılan heykel. Bu işçilere sağlık riskinin yeterince anlatılmadığını da not edelim.

kurosawa'nın nükleer cehennemi



Sanat yine hayatın ötesinde... Japon yönetmen Akira Kurosawa, 1990 yapımı Düşler'de nükleer belasını da anlatmıştı. Filmde, Fuji Dağı'nın eteğindeki santralin altı reaktörü birden patlıyor. Patlamalar sonrası cehenneme dönen okyanus kıyısında, hiçbir yere kaçamayan üç kişi (iki de çocuk) aralarında konuşuyorlar.

Eteğinde iki çocukla, kadın, ağlamaklı: Nükleer santral güvenli, dediler. Sorun insanda, insan hatası olmazsa, hiç sorun yaşanmaz dediler. Ne yalancılarmış!

Kurosawa, Hiroşima'yı görmüştü tabii. Nükleer enerjiyi kullanan ülkesine de bu yüzden çok kızgındı. O çaresiz insanları "yalancılar" diye haykırtması boşuna değil. Ama yalana devam! Orada da, burada da.

japon çocuklara kötü masallar



Japonya'da anne baba olmak ne zordur şimdi. Çocukları, saklasalar da herkesin yüzünden okunan korkunun, paniğin nedenini öğrenmek için soruyordur da soruyordur. Ne anlatacaksın? Nükleer santral desen, atom enerjisi desen ne fayda.

Onca derdin arasında bu problemi de çözmek için bazı hayır sahipleri oturmuş aşağıdaki videoyu üretmiş. Fukuşima'da neler olup bittiği bir çocuğa ne kadar anlatılabilirse, o kadar anlatmayı başarmışlar. Hem özetlemişler, hem de umut vermişler. Üstelik en kötü senaryoyu açıklamayı da ihmal etmemişler. Kısacası, evladım, santral gaz kaçırıyor, aman altına yapmasın, bezinden de akıtmasın, diyorlar. İşte o zaman, Fukuşima'da yaşayanlara çok yazık olacak, diye şimdiden söylüyorlar. Riski anlatıyorlar.

Bize şu kadarcığını bile anlatmıyorlar, hesap edin gerisini.

başbakana göndermek istediğim gazeteler



Malum, Başbakan gazete okumuyor. Danışmanları gazetelerde yazılıp çizilenleri özetliyor ve ona rapor halinde sunuyor. Acaba diyorum, hepimizin yaptığı gibi, belki bir sabah kahvesi eşliğinde sayfaları çevire çevire, hakkını vere vere gazetesini okusaydı Başbakan, nükleer enerji hakkında daha ihtiyatlı konuşur muydu? Hatta fikirleri değişir miydi?

Bugünlerde Türkiye basınında, İbrahim Tatlıses'in vurulması deprem ve nükleer krizin önüne geçtiği için fikri muhtemelen değişmeyecekti. Ama şu gazeteleri bir görseydi... Okumasına da gerek yok. Ön sayfalarına baksa yeter.






tüp ama deney tüpü


Nükleer projelerin rafa kaldırılmamasını savunan bir Çek gazetesi, Hospodarske Noviny dün şunları yazmak zorunda kaldı:

“Alman hükümeti ülkedeki santrallerin çalışma süresini uzatma yönündeki kararını askıya aldığını açıkladı. Avusturya, Avrupa’daki bütün nükleer santrallerin stres testine tabi tutulmasını istiyor. Uzmanlar bu hafta Brüksel’de buluşacak. Amerika’da bile yeni filizlenen nükleer rönesans kaynağında kuruyor. Japonya, ileride bir gün kurbanlarının kesin sayısını da bu işin ekonomik etkilerini de açıklayacak ama nükleer enerjiye yönelik bu dramatik karşı çıkış sayılara indirgenemez. Nükleer enerji kullanan toplumların psikolojisi atomun kendisi kadar kararsız. Tek gereken bir nöronluk belirsizlik; ondan sonra korku ile şüphenin zincirleme reaksiyonunun önü artık alınamaz.”

Nükleerciler bile durup bir defa daha düşünüyor; toplumun psikolojisinin karşısında durulmaması gerektiğini anlıyor. Bizdeyse nükleeri savunanlar, hem de en üst düzeyde şöyle söylüyor: “Riski olmayan yatırım yoktur, o zaman evinize tüp de koymamanız gerekir.”

Tüp… Japonya yanarken tek karşı argüman tüpse, durum gerçekten vahim demektir. O yatırımın riski gerçekleştiğinde, “tüp patladı, böyle oldu” demek yetmeyecek çünkü.

Deney tüpü değil bu ülke.

fukuşima, 12 mart, 15:36


Enerji Bakanı Taner Yıldız, depremden sonra şu yönde bir açıklama yaptı: "Japonya kendini depremde test etti ve başarılı oldu; Türkiye'deki nükleer santral projeleri devam edecek."

Hiç boşa konuşmasın. Japonlar bile kendi santrallerine Bakan Yıldız kadar güvenmiyor. Avrupa basını nükleer santrallerin ipini çekmek için devrede. Zaten Alman dergisi Der Spiegel de bugünkü kapağıyla son noktayı koydu. Dergi kapaktan "Das ende des Atomzeitalters" diyor. Yani, atom çağının sonu. Fukuşima'da. 12 Mart 2011'de. Saat 15.36'da.

Taner Yıldız bu tarihi ezberlesin ve gerçekten halkın zamanından çalmasın. Bu iş bitti artık.

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...