ben bir süre eve gelemeyeceğim...
Fukuşima nükleer santralindeki ilk patlamadan sonra, arkadaşlarla Japon mühendis ve teknisyenlerin reaktörlere girip girmeyeceğini konuştuk. Hayatlarını hiçe sayıp gireceklerini düşünüyorduk. Nitekim öyle de yaptılar. Günlerdir birbiri ardına patlayan reaktörleri tamir etmek için uğraşıyorlar.
Aynısı Avrupa’da, mesela Fransa, Almanya veya Hollanda’da yaşansa bu kadar gözü kara biçimde müdahale edilir miydi peki? Bu defa cevabımız hayırdı. Avrupa’da, hiçbir işçinin, can güvenliğini göz ardı edip o santrale dalmayacağını konuştuk. Ne olurdu, nasıl durdurulurdu? Meçhul…
Şimdi dünya basını, santraldeki radyasyon sızıntısını ve olası erimeyi önlemeye çalışan kahraman Japonlar’ı konuşuyor. Kimisi kamikaze kültürü diyor, kimisi Japonlar’a özgü bir adanmışlık diye adlandırıyor… Ama şurası kesin ki, bu adamların hepsi geri dönüşü olmayan bir yola bile bile girdiler. Hiçbir Holywood filminde bu denli sert bir seçim yapılmıyor.
Basın onlara Fukuşima 50’si adını taktı. Aslında 200 civarındalar. Radyasyonun en yoğun olduğu kısma 50’li rotasyonlarla giriyorlar. Bir santral işçisinin kariyeri boyunca maruz kalacağı radyasyonun kat be katıyla sadece bir saat içinde karşılaşıyorlar. Çoğunun gönüllü olduğu söyleniyor. İsimleri yok. Japon hükümeti kimlikleri açıklamıyor; kendini rahatlatacak başka işlerle uğraşıyor. Mesela onlar çalışabilsin diye bir işçinin çalışırken maruz kalabileceği söylenen makul radyasyon seviyesini yükselttiler. Makul radyasyon diye bir şey elbette yok; ama hükümetin bile kendini inandırması gerekiyor herhalde.
Independent gazetesi geçenlerde bu işçilerden birinin evine gönderdiği mesajı yayımladı: “Lütfen kendinize iyi bakın; ben bir süre gelemeyeceğim.” Hepsi bu kadar… Aynı gazetede bir işçinin kızının twitter mesajı da yer alıyordu: “Babam santrale gitti. Annemin bu kadar ağladığını hiç görmemiştim. Santraldekiler hayatlarını sizin için feda ediyor. Baba, lütfen eve sağ salim gel.”
Onları Şilili 33 madenciye benzetenler var. Ama Independent bu benzetmenin yersiz olduğunu söylüyor. “Şili’de bir ulus kapana kısılmış insanların canı için dua etmişti; şimdi bir ulus kapana kısılmış insanların ulusun canını kurtarması için dua ediyor…” Sonuna kadar haklı bir analiz.
Winston Churchill’in bir zamanlar şöyle dediğini de hatırlatıyor Independent: “Bu kadar çok insanın bu kadar az kişiye borçlu olduğu bir durum hiç olmamıştı.”
Bugüne kadar 31 kişi santralde hayatını kaybetti.
Fotoğraf: Çernobil’de hayatını kaybeden işçilerin anısına yapılan heykel. Bu işçilere sağlık riskinin yeterince anlatılmadığını da not edelim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
zamanım yok
O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Biz Bağışladığın özgürlüğe yeğdir biçtiğin zından sonsuz güzelleşecek dünya biz kurduğumuz zaman senin verdiğin umudu ...
-
"(...) Yani bir eskrim sporu niye var diye soruyorduk Konservatuvar’a girdiğimizde. Niye eskrim diye ders var? Rahmetli Sait Tayla çok...
-
Melvyn Bragg’ın ‘In Our Time’ podcast’ında Hititler bölümü ... Üç akademisyen (ki biri Bilkent’ten İlgi Gerçek) oturup konuşuyor Bin tanrılı...
-
İranlı bir kadının işlettiği bir kafedeyim. Bir ay önce yine buraya gelmiştim. Verdiğim siparişi hatırladı: Çırpılmış yumurta ve Americano (...
-
Javaplein'deki kütüphaneye geldim. Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’...
-
O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?