kralları arıyorum

13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bulamadım. Kaybedeli de sanırım bir 10 yıl olmuştur. 

‘İki Kral’, o gün bugündür her sene en az bir defa aklıma düşüyor. Onu tekrar okumak istiyorum. Her defasında da “bu defa bulacağım” hevesiyle bir daha arıyorum. Bilgisayarlarımı, arşivlerimi, maillerimi kolaçan ediyorum. Bulamıyorum. Krallar ortada yok. Neredeler, bilmiyorum. Silinip gittiler mi, onu da bilmiyorum. 


Artık öyküyü de hatırlamıyorum. 




kiralık katil

Mesafe uzmanı. Uzaktadır hep, bir türlü tanışılmamış arkadaşın arkadaşı. Ama o avını tanır. Sabahları evden kaçta çıkıyor, yolda gazete alıyor mu, bir kaçamak yapıyor mu? Bir insanı bu kadar tanımak acıklıdır. Birinin neyi kaçta yaptığını bilmek onu öldürmeye giden bir adımsa… Öldürmeye yaklaşmak tanıdıkça… O an gelecek; bu uzak arkadaş, bu arkadaşın arkadaşı, öldürmek için kiralanmış bu arkadaş, avının seyrini anlayacak, iş bitecek. Mükemmelleşince.  


Resim Midjourney

gözlüklü çocuklar

Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağırlık. Refleksi henüz öğrenmemiş eller. Mesafeleri ölçmek ilk başlarda hep derttir. Uzaklar birdenbire sislenince, bir değil iki parmak dikkatlice yükselir. Çünkü görmek dünyanın en önemli işidir. 


1000!

Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Zordur aslında bin dereden su getirmek. Yapmak yapmamaktan daha zahmetlidir… Şu karda kışta, yağmurda çamurda, gideceksin de uğraşacaksın da toplayacaksın da…

Ah, dilimiz, o güzel kafa karışıklığımız.  

Yazacak mıyım yazmayacak mıyım, ne yazacağım derken… İşte bu blogdaki 1000 numaralı post’um. Bininci dereden getirdiğim su… Sessiz sedasız, kendi kendine kaynamış sular. Bahtiyarım. 


Burası sessiz, burası çılgın kalabalıktan uzak. Burası kendi halinde, eski usul, giderek daha da eski usul bir yer. İşte şimdi burada, kendim için, ailem için, bu blogda bahsettiğim herkes için ve senin için sevgili okur, bir küçük mum dikiyorum. 


Yanında da bir avuç su…  Bin derenin suyu.


Resim Midjourney

dünyayı yazarak anlamak

Parmaklarımın ucunda… Sanki bir göz, harflere bakan. Kaleme klavyeye dokunduğumda bir yangı. Sayfaya pul pul dökülürken hücreler, zihnimde cisimlenen dünya. Orada pencereler, peterpanlar, periler; orada kayıtsızlar, tutarsızlar, zalimler. Silinenler, yer değiştirenler, “bana yer aç” diyenler… Kendini tarif ettiren hayat. Bir evi o iki harf yan yanayken daha iyi anlıyorum. Harfler, yuvanın da yuvası. Kalemim, bir duvarcı ustası. Ve bir göz, parmaklarımın ucunda. 

Resim Midjourney

tereddüt

Önce sesimize siner sanırız. Ama değil. İlkin omuzlarımızdadır tereddüt. İki elle abanmış gibi sıkıca bastırır. Yürüsek, adımlarımızdadır. Her zamankinden daha hızlı, daha yavaş… Tempomuz bulanmıştır. Nihayet gelir sesimize de yerleşir. Karşımızdaki anlar mı, burası hep muammadır. Konuşmada alan açmayı dener tereddüt, bir sokak hokkabazı gibi sözcükleri hızlıca birbirine karıştırır. Yakalanırsa tek çaresi inkârdır. Yakalanmazsa… Yükünü orta yere boşaltıp uzaklaşır. Kendine yeni bir sırt arar yük. Yeni omuzlar. Yeni adımlar. Nihayet yeni bir ses…


john berger

Hep yüzündeki çizgileri hatırlıyorum. Yüzünü değil ama yüzünü oluşturan çizgileri. Derin, barışçı çizgiler. Kendisi de böyle hatırlamamı isterdi, seziyorum. Bir derginin kapağında bin yaşında bir adam görmüştüm. Bir Hintli. Her biri ayrı bir dönemi hatırlatan çizgilerini gururla sergiliyor gibiydi. Dünyada böyle yaşandı, bakın. Siz de böyle yaşayacaksınız…

Sözcüklerle çizgileri birbirinin yerine kullanmayı daha çocukken öğrenmişti. Ama hangisine dönüşmek isterdi? Bunu henüz bulamadım.

kedilerin kitapları

Bir berber dükkânı vardı; kanalın öte yanında, köşede. Mahallenin delikanlıları oradan ispirto alırdı. Hep tekinsiz tipler...  Berberin yanı...